• İstanbul 15 °C
  • Ankara 17 °C

Bu Kitabı Okumanın Tam Zamanı

Bu Kitabı Okumanın Tam Zamanı
Bilindiği üzere deneme kelimesini yeni bir edebiyat türüne isim olarak ilk koyan Montaigne olmuştur.

 Bizim edebiyatımızda deneme türü oldukça cılızdır. Cılız demem yanlış anlaşılmasın, cılızlıktan kastım nicelik kaynaklı. Nitelik olarak hiç abartmadan söylüyorum, dünya edebiyatında seçkin örneklerle yarışacak bir “deneme”miz var. Aynı iddiayı roman ve hikâye türü için söylememiz takdir edersiniz ki oldukça zor.

Gelişmeden ziyade bir yığılma olduğunu düşündüğüm hikâye tütünde dahi son zamanlarda “deneme”nin kapısının çalındığı, yardım istendiği aşikâr. Hak ettiği yeri kazanacağını ümit ediyorum. Denemelerin konusu bütün bir yaşam ve tecrübeler; Füsun Akatlı’dan mülhem; “kendini anlatmak ya da kendince anlatmak.” Uzun uzun burada iddiamızı somutlaştırmaya gerek duymuyorum. Bir Salâh Birsel’in, Suut Kemal Yetkin’in, Mehmet Kaplan’ın, Tanpınar’ın vs.; günümüze gelecek olursak da bir D. Mehmet Doğan’ın, Necdet Subaşı’nın, A. Ali Ural’ın vd. herhangi bir “deneme”sini okuduğunuz zaman ayrılmanız, elinizden bırakmanız oldukça zor. Bu müstesna isimler halkasına yeni bir isim katıldı. Bu isim, kelimelerimize, kültürümüze lâyığınca kıymet veren, terk edişi değil yenilenmeyi savunan güzel bir insan: Mustafa Atikebaş.

Yakın zaman önce Bilge Kültür Sanat’tan yayınlanan “Zamanın Eşiğinde” henüz ilk ayında ikinci baskısını yapmıştı. Sayfamızın ve edebiyat dergilerinin müdavimleri kitap hakkında çıkan değerlendirme, eleştiri ve söyleşileri hatırlayacaklardır.

Mustafa Atikebaş ismiyle ilk kez karşılaşanların, onu okuyanların kelime kullanımının, üslûbunun ve öncelediklerinin farklı olduğunu hemen hissedeceklerini tahmin etmiştim, daha önceleri de bunu pek çok kez dillendirmiştim. İlk kitaptan sonra Kültür Atlası’nda ve edebiyat dergilerinde yazdıklarının epey yekûn tutmasından mütevellit kendisinden ikinci bir kitap beklentisi içine girdiğimiz Mustafa Atikebaş’ın “Zamanın Eşiğinde”sini tekrar hatırla(t)manın zamanıdır kanaatindeyim. Gerek bu kitaptaki tespit ve önerilerin, gerekse Atikebaş’ın ileride yazacaklarının kültür ve edebiyatımıza ışık tutacağından, onu okumanın bilgi yanında güzel Türkçemizi daha zengin ve kudretli bir şekilde yaşamımıza katacağından, paylaşımlarımızı zenginleştireceğinden şüphem yok.

&&&

KAYBETTİĞİMİZ “ZAMANIN EŞİĞİNDE”

Zamanın Eşiğinde, Mustafa Atikebaş’ın Bilge Kültür-Sanat yayınlarından çıkan ilk kitabı. Kitabın türü ‘deneme’ olsa da içinde biyografi yazıları ve makaleler de var. Daha çok değini diyebileceğimiz biyografi yazılarında ele alınan kişilerin hayat hikâyelerinden çok yazar üzerinde bıraktıkları etkiler söz konusu edilmiş. Şahısların seçiminde titiz davranıldığı göze çarpıyor. Dünya edebiyatından iki isim, Dostoyevski ve Zweig’a ait yazılarda (birincisi Rus edebiyatını, ikincisi Avrupa edebiyatını temsil ediyor) her ikisinin de ayırıcı tarafları anahtar kavramlar eşliğinde vurgulanmış. Hayatına bir intiharla son veren Zweig, ölüm, kaçış, kendini tanıma; kumar bağımlılığından kurtulamayan Dostoyevski ise huzur/huzursuzluk, irade, disiplin gibi kavramların ışığında görünür hale getirilmiş. Türk edebiyatından Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Şeyh Galib, Cemil Meriç, Yûnus Emre ve Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında müstakil yazılar bulunuyor. Bu isimlerin edebiyatımızı bütün dönemleriyle temsil edecek seviyede –yazarın deyimiyle zirvesinde– edipler olmaları dikkat çekici. Kanaatimce Ali Şir Nevai yahut Fuzuli de bu kitapta yer almalıydı. Diğer isimlere nazaran Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ağırlığı özellikle hissediliyor. Pek çok yazıda doğrudan ve dolaylı olarak alıntılar var Tanpınar’dan. Zaten bu durumu saklamıyor yazar bizden. Ön sözde şöyle diyor: “ Niçin söylemeyeyim; doğrudan veya dolaylı olarak Cemil Meriç, Yahya Kemal, Nurettin Topçu, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi fikir ve edebiyat adamlarının gölgesinde yazıldılar çünkü.”

Bizim neslimiz (80’lerde doğanlar) teknolojinin son haddine ulaştığı 21. yüzyıldaki tüm çeldiricilerle bir şekilde temas etti. Radyo zaten hayatımızdaydı. 1990 yılında özel televizyonların yayın hayatına başlamasıyla bizim çocukluğumuz bitti. Daha doğrusu bambaşka bir yöne evirildi. Ekran bağımlılığının ilk kurbanları biziz. Televizyonun “afyon” olduğunu söyleyen/yazan büyüklerimiz vardı ama kitap okuma alışkanlığımız henüz oluşmaya başlarken geçirdiği sarsıntı yüzünden biz farkında olmadık söylenenin/yazılanın. Sonrasında internetle tanıştık. Sohbet programları, oyunlar vs. derken son olarak sosyal medya platformları girdi hayatımıza. Bütün bu gelişmeler boyunca işlerimiz kolaylaştı. Bankacılık işlemlerinden tutalım da istediğimiz bir habere çok daha hızlı ve kolay ulaşabilme imkânları gibi bize “zaman” kazandıracak birçok yenilik gördük. Fakat bize kalan zamanı kendimizi geliştirmek, okumak, düşünmek faaliyetlerine ayırmak konusunda çok da istekli değildik artık, çünkü çok çabuk sıkılmaya başlamıştık. Dikkatimizi bir türlü toparlayamaz olduk. Kitap okuma tavrımız da değişti. Uzun uzun romanlar okuyamıyorduk örneğin. Kolay okunan kitaplar satış rekorları kırmaya başlamıştı. Diğer yandan edebiyatımızın klasik eserleri aynı ilgiyi görmez oldu. 

Zamanın Eşiğinde, ısrarla, bize kaybettiğimiz okuma sevgisini yeniden bulabilmemiz için güçlü bir çağrıda bulunuyor. “Oku(ma)” ve “Klasiğin Peşinde” yazıları doğrudan, diğer pek çok yazıda ise dolaylı olarak bu çağrı tekrarlanıyor. Yazar, meseleyi daha da derinleştirerek “ne okumalıyız?” sorusuna da cevap arıyor kitapta. Birçok okuyucunun beklediği kitap listeleri yok; onun yerine klasiklerin önemi vurgulanarak her okuyucuya kendi eleştiri sistematiğini kurması tavsiye ediliyor. 

Kitabın belki de en önemli özelliği Türkçe, başka bir ifadeyle dil bilinci konusundaki hassasiyeti. Atikebaş, “Türkçenin selikasına sadakatten ayrılmamaya özen gösterdim.” diyor. Günümüzde pek çok yazarın kullanmaktan imtina ettiği kelimeleri ısrarla kullanmaya devam ediyor yazar. Yaşayan Türkçeye inandığını ve dile yönelik tasfiye hareketlerinin yol açtığı tahribatı da yeniden hatırlatıyor bize. Yazarın dil konusundaki şu tespitiyle bitirelim: “Türkçenin kaderi Türkiye’nin kaderiyle birdir.”

Yusuf Alpaslan ÖZDEMİR

 
Bu haber toplam 343 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim