• İstanbul 17 °C
  • Ankara 11 °C
  • İzmir 14 °C
  • Konya 11 °C
  • Sakarya 16 °C
  • Şanlıurfa 16 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 9 °C
  • Bolu 11 °C
  • Bursa 16 °C

Dört Ayaklı Minare ve Kimi Ayrıntılar

M. Ali ABAKAY


Dört Ayaklı Minare olarak ünlenen, bilinen, tanınan Şeyh Mutahhar Camii Minaresi hakkında son dönemde restorasyon çalışmalarına başlandı. Daha önce iki-üç günlük bir çalışmaya tanıklık etmiş biri olarak, minarenin ciddi bir restorasyonu söz konusu.

2003 senesi olmalı-tarih bizi yanıltmıyorsa- minare kasnağında oluşan çatlaklıkları gündeme taşımaya çalışmış, 2004 ve izleyen yıllarda birkaç makale ile konuya dikkat çekmeye çalıştık. Elbette konunun ciddiyetinin farkında olanlar, bizim ve beraberimizde yazanların duyarlılığıyla bütünleşince emsali bulunmayan bu abidenin onarımına dair girişimler oldu.

Dönemin Valisi’ne, Dicle Üniversitesi’ne, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne, Mimarlar Odası’na, Milletvekillerine, Siyasî Partilerin kimi il Başkanlarına ve uzayan zincirde ilgili olduğunu sandığımız birçok kişiye ulaşmaya çalıştık.

Uzun koşuşturma sonrası bu camiî mülkiyetinin bir vakfa aidiyetini, mütevellî heyetinin bulunduğunu, bu vakfa ait kimi akarın bulunduğunu açıkladı, kimi yetkililer. Şehre dair kaynaklara bakıldığında vakfın günümüzdeki konumunun ne olduğunu bilmekten uzağız.

Evet, Şeyh Mutahhar Camiî Minaresini gündeme ilk getiren kişi olarak, birçok yerel ve bir çok ulusal gazetede bunun yankısını bulduk, açıkça. Konu minarenin onarımına gelinceye kadar seneler eskidi, çabucak. Aradan on seneyi aşkın zaman geçti ve restorasyon gündemde yerini aldı. Yapının temeline dair kimi sondaj şeklinde diyebileceğimiz çalışmaların da yapıldığından haberdar olan biir olarak, bu tarihî eserin korunmasının gerekliliğinde hem fikiriz.

Yapının çan kulesi de olabileceğini belirten kimi kaynaklar vardır, elimizin altında. Tek bir taş sütun üzerinde inşa edilen Muallak Camii Minaresi bu yapının ustalık örneği olduğunu gösterir, bize. Bu çan kulesi ise-olabilir- minarenin her katının üstünde yer alan kitabeleri nasıl yorumlayabiliriz? Bu kitabeleri sonradan yerleştirmek, mümkün görünmüyor, mantıken. Bu gün dahi dünden kalanı, gelişmiş imkanlarla yapamayan mimarî anlayış, bunun izahını yapmakta zorlanmaktadır.

Yapının ön kısmına ve diğer yönlerine bakıldığında adeta kitabelerin bir zaman söküldüğünü ve yerine kiremit dolgu yapıldığını gösteren emareler vardır. Üstü beyaz katman ile kapatılması, bu tarihî eserin bir zaman uğradığı tahribatın izleridir. O dönemde bu kitabeler vardı ve geçmişte bu kitabeler çıkarıldı. Şayet çan kulesi idiyse çıkarılan bu kitabelerin izleri silinmek istenmiştir. Lakin mevcut İslamî kitabeler, bu yapının 1500 senesinde yapıldığını gösterir. O dönemde şimdi yerinde yeller esen kitabelerin varlığı kabul edilmiyorsa, bunun orijinal olduğu söyleniyorsa, minare inşasında beyaz taş-malta taşı kıtlığı olduğu söylenemez. Söyleyene iyi niyetle bakmak mümkün değil. 

Diğer bir tespitimizi de belirtelim. Daha önce mimarî eserler yapılırken bir yanında eksiklik bırakılırdı. Kişi ne denli varlıklı olursa olsun, ‘’her şeyin mükemmeliyeti Allah’a mahsustur’’ anlayışı esas alınarak, yapının belirgin bir yerinde eksiklik bırakılırdı. Bunun ayrıca nazar amaçlı da yapıldığı belirtilenler arasındadır. Melik (Melek) Ahmed Paşa Camiî ön kısmına bakıldığında beyaz taşların bazalta uyum sağlamadığı ve bir çok sıranın eksik olduğu görülür. Kimisi son döneminde yokluk içinde olan Ahmed Paşa’nın maddî durumuna bağlasa da işin özü, mükemmeliyetin Allah’a mahsus olduğunda saklıdır. Yoksa bu devasa yapıyı inşa eden, elli-altmış beyaz malta taşını kolaylıkla bulabilir ve bu yapının eksikliğini tamamlayabilir. 

Şeyh Mutahhar Camii Minaresi’ndeki bu durum, eksikliğin işareti değildir, bu iddia kabul edilmekten yoksundur. On Gözlü Köprü’ye bakıldığında kimi kitabelerin söküldüğünü ve yerine kiremit dolgu yapıldığını görmek mümkündür. Elbette bu ne zaman yapılmıştır ve kimlerin eliyle gerçekleştirilmiştir? Bunu şimdilik belirtme, kişiyi yanlışlıklar içine düşürebilir. Kanaatimiz odur ki Şeyh Mutahhar Camii Minaresi’nde kitabeler, yerinden sökülmüş ve kiremit dolgu ile bu ayıp örtbas edilmek istenmiştir. Bunun başka bir izah tarzının olmadığı da aşikârdır. Akkoyunlu Mimarisi’nde bir bazalt bir beyaz taş örgüsü, bir çok yapıda görülmektedir. Buna Nebî Camiî’de rastlarsınız, bunu Sem’an Köşkü’nde kolaylıkla görürsünüz. Diğer Akkoyunlu yapılarında bazaltın siyah baskınlığını azaltma, önce yapılan eserlerde de belirgindir.

Şeyh Mutahhar’ın kim olduğunun bilinmediğine yer veren kimi kaynaklar ve yazarlar, avlu içinde olan Minare ve Camii dışında Şeyh Mutahhar’ın kabrinin nerede olduğunun bilinmediğini söyler, durur. Elimizde bulunan fotoğraf karesi, kabrin minarenin hemen yanı başında, duvarların bitiştiği yerde olduğunu gösterir. Hatta bunun bir resim çizimi de Diyarbakır ile ilgili bir kitabın kapağını süslediğini görmekteyiz.

Diyarbakır’a dair bunca ayrıntıyı, bilinmeyen farklı bir detay ile süsleyelim. Camii’ye girerken aydınlığın olmadığını görmekteyiz ve yapı daima loşluk içindedir. Kıble tarafında gayrî Müslim birisine ait arsa üzerinde yükseltilen apartmanın Şeyh Mutahhar Camii içinin daima loşluğa sebebiyet verdiğini söyleyelim. Bir tarihi eser düşünün ve camiî önünü kapatan bir apartman-gece kondu. Şimdi Sur İçi çalışmaları içinde bulunan yetkililer, Şeyh Mutahhar’ın bu karanlığa gömülmesinin önünü açabilecekler mi? 1500 Senesinde Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Kasım tarafından yaptırılan yapının önüne pek uzak sayılmayan zamanda bir apartman(!) dikildiğinde bunun önüne neden geçilmemiştir? Bu arsa neden istimlak edilmemiştir? Bu yapı şimdi satın alınıp, daire sahiplerine başka bir yer tahsis edilebilir mi?

Görmektesiniz ki bir dokun bin ah işit, bizim için oldukça geçerli. Şeyh Mutahhar’ın kabrinin yeri bellidir de sahip çıkanı yok. Bu tarihî eserin önü kapatılmış, soranı yok. İşimiz gücümüz Dört Ayaklı Minare’nin şehrin sembolü olduğuna dair, övünmedir. Bu yapı hakkında onu bulan, bazen gazete manşetine taşıdığımız konu için yazılacak diğer hususlar da bulunmaktadır. Lakin Diyarbakır’ı çok iyi bildiklerini iddia eden çokbilmiş kimileri sebebiyle sesimiz fazla yankısını bulmamaktadır. Dikkat edilirse ‘’Şeyh Mattar’’ isimlendirmesini hiç kullanmadım. Mutahhar, temiz-kirli olmayan anlamındadır. "Mattar", Mutahhar’ın bozulmuş şeklidir. Camiî ismi yanlış telaffuz edileli, yapının mimarî temizliği yerini kirliliğe mi bıraktı? Bu yazının sonunda meramı böyle ifade ediyoruz, adeta.

Sahi, bu yapının önünde bulunan demircilerin, kaynak dükkanlarının taşınması gerektiğini ve ara caddenin trafiğe kapalı olması gerektiğini seneler öncesinden teklif etmiştik. Trafik, aynen devam ediyor ve azalanın sadece demirci dükkanları olduğunu belirtiyoruz. 

Bildiğimiz kadarıyla bu ara cadde ve sokakların bir kısmı bir proje kapsamında yeni yüzüyle ortaya çıkacaktı. Bu kapsamda Ermeni Kilisesi Surp Grigaros onarıldı, çan kulesi ile faaliyete geçirildi. Demek ki Dört Ayaklı Minare ve Şeyh Mutahhar Camiî, bu projenin dışında kalmış. Niçin yer alsın ki!... Parasını verenler, sadece kendilerine ait yapıların ayakta kalmasını istiyorlar. Bilmiyorum, anlatabildim mi? Anlatabiliyoruz da anlamayanlar çoğunlukta bizde.

 

28.08.2013

Bu yazı toplam 2831 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim