• İstanbul 5 °C
  • Ankara -1 °C
  • İzmir 9 °C
  • Konya 1 °C
  • Sakarya 4 °C
  • Şanlıurfa 7 °C
  • Trabzon 10 °C
  • Gaziantep 2 °C
  • Bolu 0 °C
  • Bursa 5 °C

Enver Çapar: Batılılaşma İhanetini Yeniden Okumak

Enver Çapar: Batılılaşma İhanetini Yeniden Okumak
Türkiye Yazarlar Birliğinin kurucu ve şeref başkanı merhum D.Mehmet Doğan’ın yazarlığının 50. yılındayız.

Yazarın ilk eseri olan “Batılılaşma İhaneti” yayınlanalı tam elli yıl geride kalmış. Mehmet abi aramızdan ayrılalı bir yıl oldu. Kıymetli ağabeyimizi rahmetle ve özlemle anıyoruz. Arkasında kendisine hayır duada bulunacak dostlar ve ölümsüz eserler bırakan Mehmet abi Türk fikir hayatının son dönemdeki en önemli temsilcilerindendi. Bize manevi miras olarak bıraktığı dil ve kültür davasını elimizden geldiğince onun izinde sürdürmeye gayret göstermek hepimizin bir vefa borcudur.

 Mehmet abi fikir ve edebiyat dünyasında bu kitapla tanındı ve adı bu kitapla birlikte anılır oldu. Bu kitap onun sonraki eserlerinin de adeta temelini oluşturdu denebilir. Doğan bu kitabı yayınlayarak yol haritasını belirlemiş oluyordu. Türkiye’nin meseleleri ve çözüm yolları şeklinde genelleyebileceğimiz kısır tartışmalar ve sonuçlar üzerinden yapılan değerlendirmeler yerine meselenin kaynağına inerek hakikatleri gösterme çabasındaydı.

Kitabın çok ses getirmesi ve geniş kitleler tarafından ilgi görmesinde cesaret, samimiyet ve ciddiyetle ele alınan konunun Türk milletinin bugünü ve geleceğini ilgilendiren hayati derecede önemli meseleleri ele alıyor olmasıydı. Yazılışının üzerinden elli yıl geçmiş olmasına rağmen eser halen güncelliğini korumakta. Bugün şikâyet ettiğimiz konuların ve ülkemizin içine düştüğü meselelerin çoğunun ana kaynağına işaret eden bu kıymetli eser daha uzun yıllar güncel ve yeni olarak kalacağa benziyor.

 Doğan kitabın adında ihanet kelimesini kullanarak meselenin ne kadar ciddi ve hayati olduğunu vurgulamak istemiş. Bir milletin bin yıllık medeniyet birikimini, dilini, kültürünü, örf ve adetlerini yok etmeye teşebbüs edenlerin ihanet içinde olduklarını söylemek itham değil hakikattir.

Batı, bizi Batılılaştırmayı yani kendimizden başka birine dönüştürerek batıyı kutsayan gönüllü köle yapmayı uzun yıllardır tasarlıyordu. En son Birinci Dünya savaşında bizden kat kat üstün askeri teknolojiye sahip olmasına rağmen bizi savaşla mağlup edemeyeceğini ve sömürge yapamayacağını gördü. Eğer tekrar eski gücümüze ulaşırsak atalarımızın mirasına sahip çıkacağımızı ve İlay-ı Kelimetullah davası için Kızılelma’ya kadar fetihler yapacağımızı biliyordu. Müslüman Türkün misyonuydu bu. Türklere bu misyonu İslam yüklemişti. O halde Türkleri İslam’dan uzaklaştırmak gerekiyordu. Uzun vadeli bu planı Osmanlı zayıflamaya başlayınca uygulamaya koydu Batı.

Batı her zaman kurnaz ve sinsice yapmıştır işlerini. Doğrudan İslam’ı hedef almamış gibi görünerek hareket etmiştir. Din ve dünya işlerini ayırarak ve dini hayatın dışına çıkararak çağdaş, modern ve ilerici olunabileceğini kendisini örnek göstererek savunmuştur. Batılılaşmanın yolu bu demiştir kısaca.

Batının Türkleri Batılılaştırmak istemesinin sebeplerinden biri de kendi halkını kontrol altında tutmak istemesi şeklinde de değerlendirilebilir. Zira kapitalizm ve modernizmle birlikte batı kendi halkına hiçbir değer üretemediğinin farkındaydı. İleride halkının maneviyat boşluğuna ve arayışa düşmesi durumunda ona örnek olabilecek iyi bir Müslüman büyük bir tehlikeydi ona göre. İslam’ı ve Müslümanları sürekli düşman ve kötü olarak tanıtmak yetmezdi. İlerde iletişimin yaygınlaşmasıyla İslam hakkında halkına söylediği yalan ortaya çıkacaktı. Arayışta olan ve maneviyat boşluğundaki halk İslam’a yönelebilirdi. Bunun için İslam ülkeleri ya sömürgeleştirilerek köleleştirilecek ya da Batılılaştırılarak kimliğinden uzaklaştırılacak ve bir batılı ona bakarak İslam’ı seçmek istemeyecekti.

 Batı ilk başta Türkleri fiziki tehdit olarak görüyor ve bununla bir şekilde baş edebileceğini düşünüyordu. Fakat asıl korktuğu Türklerin gücünün kaynağını oluşturan İslam’dı. Halife İstanbul’daydı ve bütün İslam alemi ona bağlıydı. Bu birliğin ve bütünlüğün bozulması gerekiyordu. Türklerin İslam’la olan bağları kesilirse İslam toplumuyla olan birlik ve bütünlüğü de ortadan kalkacaktı. Batı Türkleri ve diğer İslam milletlerini kendisi için tehdit oluşturmayacak ve kendisinin emrinde hareket edecek bir yapıya dönüştürme emelinde idi.

 Batı bu cesareti Osmanlının çöküş döneminde buldu. Batılılaşma İhaneti’nde geçen şu satırlar bunu açıkça gösteriyor bize. “1838 ticaret anlaşmasıyla Osmanlı Batı’nın sömürgesine açılmış oldu. Bu anlaşmayla Batı işbirlikçisi azınlıklar ve bağlı bürokratlar zenginleşirken Müslüman halk fakirleşti” Batı Osmanlıya müdahale için alt yapıyı oluşturmaya başladı. Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla açıktan Osmanlı’nın iç işlerine müdahale etmeye başladı. Halkın ıslahat ve kanunlarla değişmeyeceğini anlayınca eğitimle bu işi yapmaya çalıştı. Kendi kadrosunu yani batılılaşma ihanetini uygulayacak kişileri yetiştirmeye başladı. O dönem Anadolu’daki en ücra şehirlere bile yabancı okullar açılması halkın eğitimi için değil belli bir amaç içindi. Toplumu yönlendirecek etkileyecek kişilere ihtiyaç vardı. İslam fikriyle yetişen Allah’tan başkasının huzurunda eğilmeyen bir halk sömürge olmayı kabul etmezdi. Batı fikrinin aşılanması batıya hayranlık duyan bir toplum oluşturulması gerekiyordu. Bunun için batı tarzı eğitim kurumları gerekiyordu.

Zihin ve fikir dünyamız hedef alındı. Fikir dille üretilirdi. O halde dile müdahale edilmesi gerekiyordu. Dünyanın başka bir ülkesinde olmayan bir uygulamayla alfabe değişimi yapıldı. Bir günde ülkenin ne kadar okumuş insanı varsa cahil durumuna düştü. Bir geçiş süreci tanınmadı. Karar kati bir şekilde uygulandı. Kur’an harfleri yasaklandığı için haliyle Kur’an da yasaklı oldu. Bütün İslam toplumunda Kur’an harfleri kullanılıyordu, ortak kitabımız da Ku’ran-ı Kerim idi. Bizi bir arada tutan İslam mayası idi. Şimdi bunlar olmayınca İslam toplumlarının birbirinden kopması hatta Batı’nın kışkırtmasıyla birbirine düşman kesilmesi işten bile değildi.

Öte yandan toplumu bir arada tutan bir otokontrol mekanizması olan halkın eğitim ve sanat alanında da yetiştiği kurumlar olan tekke, dergah, zaviye, medrese gibi kurumlar kapatılarak toplumun iletişim ve eğitim kanalları kapandı.

D.Mehmet Doğan millete yapılan bu ihanetleri belgelere dayandırarak anlatıyor. O yüzden batılılaşma ihanetine karşı fikri bir karşı çıkış yoktur. Sadece rahatı bozulmasından korkanlar ve gerçek kimliği ortaya çıkmasından çekinenler basma kalıp sözler ve sloganlarla karşı çıkmaya çalışmışlardır.

Kitap bir özet niteliğindedir aslında. Yazar konunun aciliyeti ve önemine binaen böyle bir yol izlemiştir. Burada Üstad Necip Fazıl’ın “ Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” mısrası aklımıza geliyor. Batılılaşma ihanetinin vahametini ortaya koymak için D. Mehmet Doğan da bu eseriyle benzer bir çağrı yapmıştır okuyuculara. Kitapta ele alınan her bir konu aslında farklı bir kitap olabilecek niteliktedir. Doğan bu ilk kitabından sonra neşrettiği eserlerde bu konuları ayrı ayrı işleyerek etraflıca ele almıştır.

Bugün, az çok Türk kültürü ve medeniyeti üzerine düşünen milletin içine düştüğü duruma ve geleceğine dair dertlenen  insanların bu kitapta anlatılmaya çalışılanlara hak verdiğini görmekteyiz.

Biz bu eserin kıymetinin farkındayız. Fakat modernizmin ve batılı hayat tarzının içine doğan yeni nesle Batılılaşma İhanetini nasıl anlatacağız? Önemli bir problemimiz de budur. Şu an yaşadığımız hayat tarzının, müzikten eğitime, sanattan sosyal ilişkilere ve daha birçok konuda yanlış olduğunu söylesek yeni neslin bizimle aynı düşüncede olmadığını görebiliriz.

Bundan elli yıl önce yazılan bu eseri güncelleyerek yeniden yazmak gerekiyor. D.Mehmet Doğan’ın bıraktığı bu mirasa bizim layıkıyla sahip çıkabilmemiz için bu konuyu güncel tutmamız ve yeni nesle aktarmamız hayati bir öneme sahip diye düşünüyorum. 

Yeni neslin neyi kaybettiğimizin farkına varmaları şu şartlarda imkânsız gibi görünüyor. Kitap okuma konusunda ülke olarak durumumuz çok gerilerde. Günümüz insanına Batılılaşma İhanetini yeni nesil araçlarla anlatmak daha faydalı olacak gibi görünüyor. Asıl olan doğru kaynaklardan okumaktır ama şartlar gereği yeni araçlar da kullanılmalı. Geçtiğimiz yıllarda yönetmen Sinan Çetin in çektiği “ Mutlu ol bu bir emirdir” kısa filmi bu konuya güzel bir örnek olarak gösterilebilir. “ Türkiye Hükûmeti, batılılaşma gerekçesiyle 2 Kasım 1934 tarihinden 6 Eylül 1936'ya kadar geleneksel Türk müziğinin radyoda çalınmasını yasaklamıştır.” İnternete “Türk müziğinin yasaklanması” diye yazdığınızda bu bilgi çıkıyor. Sinan Çetin, bu olayı trajikomik bir şekilde işlemiş 5 dakikalık bu kısa filmde. Bu tür kısa filmler ve belgesellerle batılılaşma ihanetini anlatmak için yerli ve milli yönetmen ve yapımcılara ihtiyaç var.

Batılılaşmanın hangi odaklarla, baskı ve cebirle halka kabul ettirilmek istenmesini somut şekilde anlatmanın en etkili yolu bu şekilde yapılacak kısa filmler ve belgesellerdir.

Bu haber toplam 453 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim