Ey Nefsim!.. Nice tevâtur yayıldı ortama, ben kendim insan olduğuma utandım, ar duydum. Bulunduğum vaha değil sahradayım ben. Bir öğle sıcağı temmuzun… Kim bilecek ahvalimi, neler hissettiğimi bu yaz sıcağında. Benim yalnızlığıma bî-kesliğime bakmadan, bizi bir eli yağda bir eli balda görenlerin vay haline!... Onlar, nasıl hesap verecekler?
Ey Nefsim!... Ah u eninle sarsılmışım gönlüm yaralı dermanını aramakta iken ben, ismimizi defter-i kebîrden düşenler, yaşarken bizi dünyada yok bilmişler. Onlar, nasıl bir yok oluşla sarsılacaklarını hiç düşünmediler mi?
Ey Nefsim!.. Bilmezler neden kan kustuğumuzu sanki kendini beğenmiş eblehler… Onlar değil miydi, mutlu aileleri elsiz kolsuz bırakıp, nana hasret bırakanlar. Kişinin akrabasının bile akrebe dönüştürüldüğü ortamın hazırlayıcıları, nasıl olur da merhamet dilenir, günümüzde?
Ey Nefsim!... Kadir ve Mutlak olanın ismine sığınırım, sığınmaktayım, sığınıyorum her yaşadığım anda. Onlar, yedi boğumlu akreb misali zehrini taşıdıkları iğneleriyle zaman kollamaktadır, her daim. Onların dediğine iman etmediğimden acılara aşinayım, aşina oldum, ben. Dünyanın nimetlerinden yoksun bırakılan ben, nimetler içinde açlık çeken onlara daha çok acımaktayım. Onlarda merhamet körelirken, yüzlerine bakmadın mı? Nurdan eser taşımayan suratlar, zemzemle yıkansa bile kirliliklerinden azade olmaz ki…
Ey Nefsim!.. Devrana bakarken gamı çektim, kederi yaşadım ye'se dahi düşenim. Uzanmadı kollar çıkarmadı bataktan beni, O'na sığınıp çıktım, ben. Umudu pörsütülen kuşağın, isimleri yâd edilince kendilerini rahmetle anmalarını mı bekler, onlar? Firavunun en son anda iman etmesi, sonunu nasıl değiştirmemişse, onların sonu da öyle.
Ey Nefsim!.. Dersem kınanırım varsın olsun bilmeyen bilsin artık sırrımı benim. Biline ki dilden dışa yansıyan sır, sır olmaktan çıkmıştır, kalemden çıkan cümleler gibi. Şimdi rahatım, açıkçası. Kendi tarihimin gölgesinde medeniyetimin cılız da olsa sesi olan ben, ahd etmişim bu yolda ne varsa izah etmeye.
Ey Nefsim!.. Hayata “yaşam” demedim yaşantılara yok iştiyakım ömrü derbederim. Beni böylesi hale düşürme elbette iman ettiğim kaderdendir. Ben artık kimsenin böylesi aşağılanmaya, tiksindirilecek denli iftiralara uğratılması karşısında sessiz olanları affetmeyeceğim. İnsanlığın yüzüne bakıp bakıp yalan söyleyen, enformasyon yalanları ile güneşi balçıkla sıvamaya kalkışan, her foyaları ortaya çıktıkça dibe vuranlar, tuzakların en alasına sahip olduklarına kendilerini inandırdıklarında “Ankebût” ile ne kastedildiğini hiç anlamazlar mı? O’nun kurduğu tuzaktan başka çetin tuzak olmazken, dünya hayatını ebedî zan eden eşhas, yakıttan başka nedir ki cehennem kuyularında.
Ey Nefsim!.. Hastaya bir içim su şiir gibidir. Ben döşeğindeyim ölümün, dostlarım nerede? Dünyanın bir oyun yeri olduğunu bilmekten uzak mı onlar? Bilirim helallık olmazsa toprak bile kabullenmez günahlarımdan beni. Ölümün soğuk olan yüzü değildir, beni ürküten. Ben, ölümü O’nunla buluşma anı olarak bilirim, korku olarak değil. Onlar, nerededir, bilmek isterim. Belki asrın saraylarında kendilerini unutmuş olan onlar, devranın teknolojisine esaretin zevkini çıkartır, kendilerine ağabey bildikleri büyüklerinin emirlerini bekler ve istediklerini ifa edince muradlarına ermenin rehaveti içinde bir ömrün nihayetine vardıklarının farkında değillerdir. Onlar, gelsinler ki belki halimi görüp, yaptıklarının ne derecede acılara kendilerini teslim edeceğini görürler de duymayan kulakları açılır, görmeyen gözleri görür, fikr etmeyen akılları işler.
Ey Nefsim!.. Nice şehre avdetim oldu. Vuslattan uzak düşmek korkutmaktadır, beni. Benim ah u eninim bundandır, aşikârca. Yoksa ne zaman emanet benden alınırsa boynumuz kıldan incedir, emre karşı. Tek istediğim, emanetin alınırken benim isyan halinde olanlara ibret olmam. Onlar, kabzedilecek ruhlarında ne derece sıkıntı çekeceklerini bilmekten uzak oldukça, onara ölümü hatırlatmaya vesile olabilecek sözlerime, davranışlarıma yakınlık göstermemeleri, tembelliğime yorumlansın istemem, yorumlanır ise beşerim, gücümün üstünde savunmasında bulunmayacağım, bu sözlerden sonra.
Ey nefsim!.. Şimdi bakarım ayînesine devranın aydınlık bilinse de nurdan eser bulunmaz, yüzlerinde. “Aydınlık” denilen karanlıklar çoğaldı. Bu yarasalar, sıfatlarını mazlum insanlara yakıştırarak, kendi çirkinliklerini örtmede top-yekûn saldırıya geçince, insanlıklarından eser kalmadığı, daha önce yaptıklarından anlaşılmıyor mu? Bu korkutur oldu, içimden içime beni
Ey Nefsim!.. Neyin sesine hayranlığım, içinden eriyen çerağa döndürdü erimişim. Belki bu sebeple huzuruna kabul edileceğimi beklediğim Enis-i Ruhum, beni de en son yanına alır d çektiğim dünya eleminden sonra mutluluğu tadacağım. Bana dünyadaki hayatımı zehre çevirenleri affetmeyeceğimi ifade ederken, yaşarken tanıklara, şahitlere ihtiyacım vardır.
Ey Nefsim!.. Kim bilecek ışık için yandığının farkında olmayan pervaneyi? Ne olursun Enis-i Ruhum, anla beni
21.04.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.