Şehirlerimize inşa edilen ucubeler, aslında kalbimize dökülen birer beton yığınından ibaret. Kalbimizin üzerindeki bu kalabalığı, gürültüyü, çıkmaz sokakları gidermek, çağımızda çözülmeyi bekleyen en önemli sorunların başında geliyor belki de. İyiliği hatırlatarak, İstanbul’un çeşmelerinden akıp kubbelerinde uğuldayan Bakî ve Sinan’lara rahmet okumakla yetinmeyip onları günümüze taşıyarak, Türk-İslam düşüncesinin, irfanının dünyayı güzele boyayan anlayış ve şuurunu topyekûn bir mücadeleyle bütün insanlığa bir şifa kaynağı olarak sunmak boynumuza borçtur.
Kökü maziye dayanan yolculuğumuz sırasında fizikî coğrafyamızın son duraklarından biri olan Anadolu’ya taşıdığımız değerler, gelenekler, zihniyet, dünya görüşü, bu topraklarda yaşayan milletlerin şekillenmesinde en etkin rolü oynadı. Orta Asya’nın geniş ovalarında yetişen Ahmed Yesevi’ler Anadolu bozkırlarında Yûnus, Mevlâna, Hacı Bektaş gibi suretlere bürünürken; çadır Süleymaniye’de kubbe, üç telli kopuz ozanlarımız ve âşıklarımızın elinde yedi telli saz hâline dönüştü. Tarihin bütün dönemlerinde bu irtibatı korumayı başarmamıza karşın, yirminci yüzyıl ve sonrasında bu irtibatın kopmasıyla ruh cephemizde bozgunlar meydana geldi. Bunun sonucu olarak içimizdeki ilahî boşluğu kâinatın derin heyecanları değil, asfaltlar ve öfkeli binalar doldurdu, cinayetler arttı, kadınlarımız ve çocuklarımız korunamaz duruma geldi, hoşgörü azaldı, müsamaha lügatlerimizden ayrıldı, sevgi ve aşk edebiyatımızda bir imge olarak kaldı.
Devamı: https://www.dunyabizim.com/gonul-dagimizin-zirvesi-neset-ertas-makale,659.html
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.