Günlük gazetede yazabilmenin şartlarını okumadım, böyle şartlar var mı? Hakikat o ki bilmiyorum. Günlük yazılarda nelere uyulur, nasıl bir metot takip edilir? Bunu da bilmiyorum, kırk yıllık gazete okuru olarak.
“Gazete okurunun kalkıp makale yazması düşünülemez.” Fikrine sahip çıkabilme yürekliliği gösteren varsa, kendisine “Tıfıl kalemlerin arasında kırk yıllık gazete okurunun yazılarıyla nasıl şeref kazanılır?” konferansını verme gibi isteğimiz de olamaz.
Nihayetinde ülkemizde her ulusal gazeteye yaklaşık on yazarın düştüğü ve bu yazarların ekmek parası ya da kısmen ideal uğruna yazdıklarını saklamaya gerek yok. İçimizde eski yıldızları kırparak yazı yazanların da olduğunu düşünürsek, bu sayı gittikçe artar, bundan eminim.
Holding gazetelerinin medya plazalarında günde bir beyaz sayfaya serpiştikleri çalakalem-kara kalem yazılarıyla gündem belirleyen kimi zat-ı muhteremlerin olduğu da düşünülürse, günlük bir gazetede benim gibi serden geçenlerin tutunacak dalları ya kırılır ya da dalları bir arada tutan ağaçların kesilmesi muhtemeldir.
Suya sabuna dokunmadan, köşesini doldurmaya memur yazar olmanın ve emekliliği bekleyenlerin de olduğu ortamda, arenada -onlar gibi yazabilmek için yaşlı sayılmadığımdan- deneme-yanılma ile haftada birkaç kez görünmeye çalışacağız.
Anlaşılan, bizi okuyan okur, köşemizi hatmedinceye kadar, ömrünün değerli bir bölümünü harcayacak ve sonunda “Yahu bu adam da kim?” diyerek, çok iddialı olduğumuzdan ya okumaya devam edecek ya “ Başını belaya soksun” diyerek, hakkımızda kesin kanaatini belirtir.
Eminim ki medyamızda (!) değeri kendinden menkul olanlar misali yazsaydık, şimdi bizim de sekreterimiz olurdu.
İşe özel vesait ile gider gelir, kimi etkinliklerin ve dahi gecelerin aranılan salon adamlarından olur, bir elimizde kahvemiz, parmaklar arasında sıkıştırdığımız puromuzla, kendimize yalancı dünyaların en güzel rollerinden birini kapmış ve dergi yönetmenleri ile televizyon magazincilerinin emektarlarını arkamızdan koşturarak, kendilerini iyi bir atlet halinde maratona hazır hale getirebilirdik.
Müskiratla tanışmamış olmamız, bu tarz salon tipi adam olmadığımız ve ülke gerçeklerine duyarsız kalmayışımız, hakkın sadece haklıya ait olduğunu savunan kimliği, en şerefli miras bilmemiz, haksızlıklardan yana olanlarla aynı safta bulunmamız, bizim kendi halimizde bir kalem olmamızı sağlamış ve bundan da daima mutluluk duymuşuz.
Kırk yıllık gazete okurunun nasıl olur da köşe yazarı olduğuna hayret edecek, kimi yazıları eklem romatizmalı-öksürüklü kalemlerin bizim yazılarımızla şifa bulacağına dair bir ümidimiz kalmamıştır. Yine de “Hak, daima doğruyu emreder, doğruyu konuşmayı ister” emri gereğince, onları ıslah etme gibi bir amacımız olmasa da kimi zaman rahatsızlıklarına reçete olabilecek yazılarımızı okuyabilirler.
Bunun ilk şartı da uykudan kalkar kalkmaz, “Besmele “ çekerek bu yazılarımızı okumaları gerekir ki hem ömürlerinde yazılarımızı okudukları müddetçe, Besmeleyle tanışırlar hem de inandığımız ahret hayatında veballeri, Besmele ile okumaya başladıkları için belki-Ümidimiz odur ki- cezaları hafifler. Rabbimiz olan Allah’tan duamız da kabul olursa, en azından dünya hayatımızda gaflet ve delalet içinde yaşayanlara bir faydamız olur. Belki bu yolla da gençliğimizden kalan hayırsız günlerin azabı şedit olma özelliğini kaybeder.
Kimi zaman sadece kendi yazılarımdan oluşan dergiler hazırlamışımdır, boş vakitlerimi ziyan etmemek için. Bazen bu tür yazıları da sizinle miadımız dolmamış ise paylaşmak isterim, açıkçası. Bu yazılarımızda arabesk mi yok göz yaşı mı eksik? Zaman, dostlukların ne derecede kavî olduğunu gösterdiği zaman anlaşılacağız.
İlk yazıda meşhur olma gibi bir hataya düşmemek adına oldukça dikkatli yazdığım bu yazıda kıymeti borsada işlem gören tahviller gibi, günü birlik değişen ve artan yazarların hışmına uğrama ya da uğramama gibi bir derdim olmadığından, kimi illet gibi insan yakasına yapışan kronik vak’a halini alan kalemlerle de alakamız olmaz.
Biz herkesin yazarı olma adına da kişiliğimizden taviz vererek, o gazete senin bu gazete benim diyerek, futbolcuların takım değiştirdiklerinde aldıkları transfer ücretlerine göz koyanlardan değiliz, olmadık. Gazetemiz bize kapıyı gösterinceye kadar ya da “Harç bitti yapı paydos” deninceye kadar, ahde vefa gösteren yapıdayız.
İnanan bir adamın söyledikleri ortada iken, doğruları paylaşma adına yazıyorsa, nefsine ağır gelen ne doğru varsa ondan da geri kalmalı. Biz, köşemizin ilk yazısında bunları yazma, okurla hasbihal varken böylesi girifit konulara girme zorunda mıyız? Hoş, gündemi meşgul eden politik konular varken, dünyada olanla bitene akıl sır erdirilmezken ve bir sene boyunca yazılsa bitmeyecek konular varken, ismi konulmamış bir makaleyi, köşe yazısını sadece kendisini anlatabilme uğruna harcayan birisini, kimse kolaylıkla “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.” diye karşılamaz.
Gazetenin çıkışını kutlamak, çıkaranları tebrik etmek varken, kimi uyarılarda bulunma söz konusu iken kalkıp, yeni gazetenin sayfalarında yer alan ilk yazısında kalemlere meydan okurcasına cümleler sarf etme, belki Donkişotluğa yorumlanabilir. Elbette bu hal üzerimizde mevcuttur, bu fakirin hatasını yıllarca yazamamışlığına bağışlayınız.
Yazabildikçe ve elimiz kalem tuttukça “Kördüğüm” başlıklı yazılarımız, kesintiye uğradığı 1995’ten sonra yeniden başlayacak. Gayemiz, düğümleri çözmek olacak, çözmeye çalışma için olacak.
Önümüzde hayatımızı kördüğümlerle sarıp sarmalayan ve bundan nemalanan, varlığını huzursuzluğumuz üzerine inşa eden, mutsuzluğumuzla mutlu olan, yıkılmışlığımızla var olmaya çalışan anlayışlar, belki “ …….” ile daha iyi tanınır. Okurun kendisini bulabilme adına, tarihteki itibarını yeniden kazanma, inancına yeniden sahip çıkma, kültürünü sahiplenmeye başlaması hususunda bir ivme kazanır; bu ülkenin gerçek sahiplerinin halen var olduğunu bir kez daha haykırma imkânı buluruz. Bilmekteyiz ki doğruların söylenmediği, belirtilmediği, saklandığı zamanlarda yanlışlar artar, kötüler varoluşlarının gereğini yerine getirir, kendi hegemonyalarını devam ettirir. Biz, kendi kalemlerini doğrudan yana bilenler, doğruları anlatmadıkları zaman bir vebal içindedir. Açıkçası bu vebalin sahibi olmama, işlenen, işlenmesi muhtemel kötülüklerin ortağı olmama, bilinmeme adına yazıyoruz.
Biz, yazmayı kutlu bir yürüyüş olarak bildik, bilmeye devam ediyoruz. Bu yürüyüşe katılanlardan biri olarak, bu ülkenin kendisine has kalemlerini bir arada görme iştiyakındayız. Umarız ve bekliyoruz ki iyilerin çalışkanlığı, kötülerin tahribatını ortadan kaldırır. Merhum Mehmet Akif’in şu sözü söylediği bilinir:” İyilerin tembelliği, kötülerin çalışkanlığıdır.” Biz, bu sözün manasını anlama ve anlatma yolunda çaba harcadıkça, ne kötü kalacaktır ne de onların çalışkanlığı söz konusu olacaktır. Bir hatayı elimizle düzeltemediğimizde dilimizle düzeltmek zorundayız. Kalbimizle buğzetmeyi de bilenlerdeniz.
Her şey gönlünüzce, gönlünüzdeki de doğrularla hem hal oluncaya kadar, dünya ancak rahat yüzü görür.
25.10.2011
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.