Son dönemde yazacak konu bulamadıklarını sandığımız kimileri, yüzyıldır “Tu kaka!..” edilen geçmişe yönelip eserler kaleme aldıkça, kimilerinin sevindiğini biz müşahade etmekteyken, tarihe uzanıp, lanetlenmiş tarihin sayfalarında temiz kalmış dönemleri, dizileştirerek, en olmadık senaryo cinayetlerini işleyenler-işletenler seyirci rekoru kırmak için birbiriyle yarışmakta ve bunu gazetelerle dergi sayfalarında işlemeye devam etmektedir.
Özellikle Osmanlı Tarihi’ne yönelişte gizli kalmış kimi olayların başlı başına roman konusu olarak ele alındığı eserlerde aynı konularda çalışmaların yayınlanması, hakikatin edebiyata kurban edilip edilmemesini gündeme getirmektedir.
Dün anlatılanların, yazılanların ciddî bulunmadığı ortamda yabancı bırakılan, kendi tarihlerindeki gizli kalmış hazineleri bulanların ne denli sevindiğini, dizileri seyredenlerin, romanları okuyanların memnuniyetinden anlamaktayız(!)
Arada bir Mevlana ve Şems konulu kitapların furyası başlar ve ortaya birbirinin aynısı dnilebilecek eserler ortaya çıkar, anlatımları farklı kimi yazarların hayal dünyalarına da diyecek bulunmaz. Gaye çok satmak ise tarihi tepetaklak etmek, kutsî görev misali kendisini ortaya çıkartır.
Dünya Edebiyatı’nda kendisini söz sahibi bilenlerin Doğu Kültürü’ne eğilmeleri, Binbir Gece Masalları’nmdan aldıkları ilhamla(!) eser üretmeleri mevcut tükenişlerinin bir örneği olmuş iken sinemalarında yerüstünü kirletenlerin gökyüzünü kana bulamaları yetmez imiş gibni, yer altını ele aldıları absurd utopyaları, belli bir kültür sentezine ulaşmaktan uzak, teknolojiyi herşeyin üstünde bilmiş batının artık tükenme çağını yaşadığını iddiamız, tepki gösterilecek konumda olsa bile, doğruyu belirtme adına medeniyet denilen teknolojik zorbalıkların merkezini mabet bilmiş olanların karşısında gelebilecek ön yargılı her tepkiyi kolaylıkla etkili tarzda iade etme cesaretine ve gücüne sahip olduğumuzu belirtelim.
Hakikatı edebiyata kurban etme yolunda ellerinden gelen her şeyi tüketenlerin söz çıkınlarında bir şeylerin kalmadığını ifade etmek, çok cesaret isteyen bir iş değildir. Doğrudur, bildikleri manada roman türünde, hikâye türünde, şiir türünde mayasını batıdan almış olanların elbette savunacakları emsal aldıkları olacaktır. Kendi tarihî değerlerine, edebî eserlerine, hazinelerine yabancı bırakılmış kuşağın son iki yüzyılda yönünü çevirdiği batının daima herkesi kendisine teslim olma arzusu, artık herkesçe bilinmektedir.
Son dönemin kimi yetme kalemleri, populler olma adına, entellektuel bilinme uğruna, oryantalist ağabeylerinin yolunda kendi vatanlarında olanı ve biteni anlama ve kavrama çabasına girme içinde iken, manzara hakikatın edebiyat uğruna kurban edilmesini akla getirmektedir.
Kılavuz olarak kendisine kargayı seçenlerin, varacağı noktayı gizlemeleri beyhude uğraştır. Şarkiyatçı gözüyle verilmek istenen mesajın, duyurunun bilinmesine gerek var mı? Bize “Rahmetliyi nasıl bilirsiniz?” diye soranlara, “Rahmetlinin katilini hiç sevmeyiz.” desek, kimler incinirse incinsin.
Tarihi alt üst ederek, bizi (!) yüzyıldır kandıra gelenler, kendilerini akıllı sanırken, kendi ülkelerinde olanları ve bitenleri artık saklamaktan aciz konumdadır. Batı, yoksa yeni Donkişotlar icad edip, Doğu’ya edebiyat seferi mi düzenliyor? Bu akla gelmiyor, değil. Zaten feth ettikleri kadar etmişlerdir. Amaç nedir, o halde? Hakikatı edebiyat uğruna kurban etmek mi?
06.06.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.