Seyrettiği televizyon reklâmlarından oldukça iğrenir olmuştu. Vahşi kapitalin medya ayağını oluşturan görüntülü basında her çıkan reklâm, tüketicinin sırtına bindirilen yüktü. Üretici, kazandığı kârın içine reklâm giderini de katıyordu, cebinden bir şey nasılsa çıkmıyor. Bire üretilene karşılık dokuz da reklâm payı katılır, on ikiye satmak adetti. Sistemi kuranlar, aralarına kimseyi hem almıyor hem de dönen çarkın dişlilerini habire keskinleştiriyordu. Yıkanan, yağlanan, içine aldığı kişiyi un-ufak eden çarklar tıkır tıkır işlerken, itiraz eden, kendi idam fermanını imzalıyordu.
Buna rağmen yazısında kimi sert ifadeleri yumuşattı. İtiraz sesleri yükselecekti de ne olacaktı? Yazdığı yerel gazeteye zaten eleştirdiği kesim, reklâm vermiyordu. Günde iki yüz basılıp, onlarcası dönen gazetede sadece okuyanlar, düşüncesini bilecekti.
Belki de kaymakam kendisini çağıracak, bu tarz yazıların bir daha yazılmamasını rica edecek, o da “ Her hafta aynı yazılar can sıkıcı oldu. Bir farklı yazı yazdım. Bunun bir daha tekrarı olmaz. Yazarsam da kimseyi incitmeyecek tarzda olur.” diyecekti.
“İflah Olmaz Muhalif” başlığını gören okur, bizi yazdığımızdan dolayı kınar mı? Ben, bunu bilmem de yazdıklarımızı okumadan, peşin hüküm veren olursa, kendisini önyargı sahibi görürüz.
Ben, AVM olmak üzere esnafın canını sıkan, boğazına sarılan Toplu Alışveriş Merkezleri’nden bir şey almayan biriyim. Bunun için kimsenin bizi kınamasına gerek var mı?
Bu her şeyin satılır halde olduğu merkezlerde kişinin tüketime ve dolayısıyla bankaların verdiği kartlarla alışverişin teşvik edildiği ortama girmek istemediğimden, markalı alışverişlerden kaçındığım için kınanır mıyım?
Bizim düşündüğümüzü kınayan, kınayacak olanları şimdiden kınadığımızı ayan-beyan ifade edelim: Bu ülke insanının geleceğini ipotek altına alan her şeye muhalif olma geleneğini başlatmasak, korkarım çocuklarımızın değil torunlarımızın geleceği de ipotek altına alınır hale gelmiştir ya da gelecek.
***
Kişinin üretimden gittikçe uzaklaşması ve daima tüketime teşvik edildiği ortamda, meydana gelen çılgınca durumlar, insanın insanlıktan adeta çıkarılıp, köleleştirmesine zemin hazırlanmaktadır.
***
Ev, araba, işyeri, giyim-kuşam, gıda, beyaz eşya olmak üzere akla ne geliyorsa, bankaların verdiği para (!) ile ekonomi çarklarını çevirten anlayış, gittikçe düşen alım gücünü umursamadan, verdiği paranın faizi ile şubeler üzerine şubeler açarken, yaptıkları harcamalara bir de para puan verir oldu.
***
Yapılan harcamaların taksitlendirildiği günümüzde faiz üstüne faiz bindirenler, ödemelerini yapamayan ve bu çılgınlığa kendini kaptıranlara cazip teklifler getirerek, mevcut hâkimiyetlerini pekiştirip yeniden kredi açarak, hiç çalışmadan met’a sahibi olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir.
Kendisini bu çarka kaptıranların, bu tuzağa düşenlerin sonunu getirmekte olan sistem, kanunca geçerli olan kurallar sebebiyle her ay aldığını, kazandığını bankalara ve alış-veriş yaptıkları iş yerlerine ödeme mecburiyetine düşürülen vatandaşın icralarla hacizlerle dünyasını karartmaya devam ediyor.
***
Kazandığı ile harcadığı arasında uçurumlar bulunan vatandaşın bu hale gelmesinde, getirilmesinde sorumluluğu bulunanların, tüketici konumunda bulunan vatandaşın durumuna ilişkin düşünceleri artık suya yazılan yazı misali önemsizdir.
***
Güçlü olanın ayakta, zayıf olanın ayakaltına alındığı ekonomik anlayışta, her şeyi özel sektörün emrine amade kılan anlayış, ortaya çıkan durumdaki kötüleşmeyi ekonominin iyiye gittiğine yorumlarken, alım gücünün düşmesi kimseyi ilgilendirmemektedir.
***
Artık sahip olduğumuz çok şey taksitle alındığı için, taksiti bitmedikçe kişi sahip olduğunu zannettiği mekânın, aracın, eşyanın aslında sahibi olmadığını bilmelidir.
-Ev alacaktık..
-Size kredi verelim, kaç ay olsun. 240 Ay yeterli midir?
-240 Ay yaşayacağıma dair bir güvencen var mıdır ki başını bırakacağın evin taksitini ödeyelim?
-Ne demek efendim? Yaşam standartları artmış ülkede kalmaktayız. Bir de sigorta yapalım. Vefat durumunda taksitleri sigorta kurumu ödemiş olur. Nihayetinde vefat esnasında alınacak para, ödeyeceğinizin otuz-kırk katıdır. Emekli olurken hem ikinci bir maaşınız olur hem taksitlerinizin kalanını kolaylıkla ödersiniz.
-Ben öldükten sonra ne yapayım, parayı ?
-Efendim, geride bıraktıklarınızın sıkıntı çekmesine gönlünüz nasıl razı olur? Biz, müşterilerimizi düşünürüz, elbette.
Koskoca imparatorluk da bu faizle yerle yeksan olmadı mı? Medyamızda(!) bulunan harç-borç para ile maaşların bu ay verileceğine dair haberleri az mı okuduk? Bankerlerin, tefecilerin kucağına itilen, bankaların insafına terk edilen, finans kurumlarının merhametine sığınan vatandaşın başına gelenleri unuttuk mu?
Faizi global anlayışın gereği bilenler, insanın mutluluğuna düşürdükleri gölge ile halkı nasıl mutsuzluklara ittiklerini görmüyor mu?
Bir kişi, parasını taksitle ödediği için kullandığı aracın sahibi olduğunu iddia edemiyor, oturduğu evin mülkiyetine malik değil. En ufak bir meselede elden gideceğini bildiği aracının, evinin, ev eşyasının kendi mutsuzluğuna mutsuzluk katacağını bildiği için (!) her ay kazandığını geri vermek zorundadır.
Yediğini, içtiğini borçla, kartla karşılayan kişinin hayatında merhamet duygusu körelmez mi?
Her şeyi ile borçlu kılınanın, taksit olmadan bir şey sahibi olunamayacağı anlayışına iman etmesi, ilk başta dezavantajlı olmasını sağlıyor.
Hayatımızdan tasarrufu çıkartalı, helal*haram anlayışına uymayışımız, gerektiğinden çok harcama, israfa varan harcamalar kişinin ayağını yorganına göre uzatmaması, sonuçta içinden çıkılamaz olaylara sebebiyet vermektedir.
Sönen ocaklar, dağılan aileler, ölenler, intihar edenler, çıldıranlar, cinnet geçirenler…
Yahu bu sistemi anladık anlamasına, merhameti içimizden söken anlayış, daha ne istiyor?
Kemiklerimizdeki iliğe kadar sömürmeyi göze alanlar, bilmeliler ki artık taksit ile bir şey almıyorum.
Aracım yok, alsam da ikinci el alacağım.
Evimdeki mobilyaları yeniletmeyeceğim. Gerektiğinde tahta sedire dönüş yapacağım.
Bilmem kaç yıldızlı otel ücretsiz olsa da kalmayacağım.
Tatil adı altında paraya göz koyanlara inat, alın teri ile kazandığım paramı kimseye vermeyeceğim. Stres altına girsem bile kartla on beş günlük dinlenmeyi reddedeceğim, beş-on ay, iki haftalık keyfin ceremesini çekmeyeceğim.
Üzerimdeki elbise eski olabilir, temiz olduğu müddetçe giyecek ve marka adı altında satılan giyim-kuşama el atmayacağım.
-Sen bu kafa ile bir yere varamazsın. Sosyal hayatın yok, tiyatroya gitmezsin, sinemaya gitmezsin, eğlence mekânlarında yoksun.
Bu şekilde bir cevap veren olursa kendisine “Sen bunları yaptın da ne oldu?” demeyelim. Herkes kendi yolunda gerek.
Ben, yaşadıkça ve ölmedikçe, bu tarz kapitalizmin vahşete dayanan sınırında muhalif kimliğimi de saklamayacağım.
-Kardeş, gazlı içecek de mi no?
-Ben onu bunu bilmem de suyu benden boyası onlardan, sağlığa zararlı müskiratı katiyen almayacağım. Mecbur olmadıkça (?) içmeyeceğim.
-Desene sen iki-üç yüz sene önceki yaşama talipsin. Afrika’ya gitmen icap etmez mi?
Zurnanın zırttt dediği yerdeyiz, şimdi.
-Babana, dedene söyle bu topraklar benimdir, ceddimindir. Siz, def olup gidin, bu toprakları kirlettiğiniz yetti!.. Ne merhamet bıraktınız ne yardımlaşma ve ne ahlâk bıraktınız ne ortak değerler. Her şeyi sulandırarak, topraklarımızı önce şahsiyetsizleştirdiğiniz insanlarla şimdi de tropluluklarla elde etmek üzeresiniz. Ben iflah olmaz muhalif olarak, daima karşınızda olacağım.
Biliyorum ki atı alan Üsküdar’ı geçmiştir ve bilmekteyim ki Kızılderili barış çubuklarını içeli, toprağa sakladığı baltası çürümüştür.
Ben iflah olmaz muhalifim!..
Biliyorum, kimsenin benimle ilgilenmeyeceğini. Bana gülüp geçecekler, gülmektedirler, belki. Belki bir palyaço bile benim kadar onları güldürmemiştir. Belki kendi sitemleri gereği benim gibi muhaliflerin olması, nasıl bir demokratik hayatın ortada olduğunu ispatları için gereklidir. Belki bizim gibi muhaliflerin olması, kendilerinin daha rahat çalışması için bir icaptır.
Ben iflah olmaz bir muhalifim. Sağ elime şemsi sol elime kameri de verseler, bana dünyanın elmaslarını, zümrütlerini, tahtını, tacını verseler, durum değişmeyecektir.
Ben iflah olmaz muhalif olarak, kendi değerlerime sahip çıkmaya devam edeceğim, dünyanın hangi adasına sürülsem de zindanların hangisinde hapsedilsem de muhalif kimliğim devam edecektir.
Aç kalsam da sürünsem de, bu muhalif kimliğim, konuşmamda, yürümemde, susuşumda devam edecek. Bir gün “Ben de uslanmaz, iflah ve ıslah olmayan bir muhalifim.” diyen ortaya çıkıncaya kadar, “Biz de muhalifiz!..” diyenler ortaya çıkıncaya kadar, tavrım devam edecektir.Yarın biri çıkar da “ Bunlar yeni anarşisttirler. Ezin bunların başını” dese, öncelikle benim ortadan kaldırılmam gerekir ve ben, buradayım.
Ben, kendi insanî hakkımı kullanmaktayım ve sizin alışveriş merkezlerinizden bir şey satın almıyorum, bankalarınızla işim yok.
Ondan beni yargılıyorsanız ve cezaya çarptırıyorsanız, sizi Allah’a havale ediyorum ve sizi sevmediğimi söyleme hakkım var.
-Sanığa son sözünün ne olduğu söylendi. Sanık ayağa kalk ve son sözünü söyle!..
-Bu mahkemeyi ve hâkimini, savcısını reddediyorum!.. Son sözüm budur.
23.11.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.