Gün geçtikçe öykülere daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Gerginlik, şiddet, insanlar arasındaki itiş-kakış ilişkiler, paketleme mutluluklar, maskeli samimiyetler ve sair… öyküye ne kadar muhtaç olduğumuzu gösteriyor. Öykü, insanî şeyleri duyuruyor. “Hava, su neyse insanî şeyler de odur” dedirtiyor öykü. Yaşamın zorlu ve pratik yönlerini keşfetmemizi sağlıyor. Yaşamın bir sanat olduğunu duyuruyor.
İsmail Özen de, okuru, hayatın değişik yönleriyle tanıştırıyor öykülerinde. Sevmek, eğlenmek, unutmak, hatırlamak, şükretmek, affetmek, sabretmek, gezmek, okumak eylemlerinin türevlerini öyküleriyle anlatıyor. Göre yapa duyarsızlaştığımız şeyler, kalburun üstünde kalanlar gibi, Özen’in öykülerinde gün yüzüne çıkıyor. Özen’in bazı öykülerinde yalnızlaşıyor, bazı öykülerinde bir şenliğin, bir kavganın içine giriyor okur. Heyecanlandırıcı bir anlatımı var. Basit bir ân’ı, farklı bir şeyle karşılaşılacakmış, bilinmedik bir şey olacakmış gibi öykülüyor. “Fotoğrafımızı Çeker Misin” öyküsünde, otobüste geçen bir yolculuktan kesit sunuluyor. “Avuçlarımın İçi Kaşınıyor” öyküsünde, bir grup arkadaşın yaşadığı macera öyküleniyor.
Öykülerde anlatılanlar, hepimizin başından geçebilecek sıradan olaylarken, Özen’in anlatımıyla öykünün içeriği başka bir hâle bürünüyor. Sıradan olan yaşamaklar, doludizgin, hissede hissede, duya duya, “şuramda hissettim” denilen türden yaşamaklara dönüşüyor onun öykülerinde. William L. Randall, “bir hikâye” der, “beklenmedik olasılıkları görmemize yardım ettiği zaman; bizi kendi dışımıza çıkardığı ve normal olarak içinde bulunduğumuz dünyadan farklı bir dünyaya götürdüğü zaman zevk verir.” İsmail Özen’in öyküleri de böyledir. Beklenmedik olasılıklara rastlanılması, sıradanın bir anda sıradışılaşması, bir an farklı bir dünyanın penceresinden baktırması öykülerinin özellikleridir.
Özen’in öykülerinde, bir sürü kitap ismine rastlıyoruz. Öykücünün okumalarını öykülerinden not ediyoruz. Öykülerin karakterleri, çocukluk döneminin bitimsiz topraklarından hayli beslenmiş. Babamın Şarkısı’nda, çocukluğu babasından utanarak, sıkılarak geçen bir adamın öyküsü anlatılır. Adam, babasıyla olan travmatik ilişkisini, yıllar sonra bir şarkı vesilesiyle yeniden hatırlar. Kitabın ilk öyküsü, “Bir Çocukluk”ta, haylaz bir çocuğun içli öyküsü anlatılır. Modern insan tipi ile hikmeti hayatının merkezine koyan insan tipi, öykülerde anlatılır. “O da Bu Gidinin” öyküsü, bu konuya dair güzel bir örnek. “Karda Derin İzleri Nasıl Yazdım” öyküsünde, bir öykünün yazılış serüveni anlatılıyor. “Şadırvanda” öyküsünde, modern dindarın yaşadıkları/konuştuklarıyla ibadetlerinin arasını açışı öyküleniyor.
İsmail Özen, ne anlattığı kadar “nasıl anlattığı”yla da okurun ilgisini çekiyor. İlk kitabıGünler Ne kadar Kısaldı 2015’te ikinci baskıyı yapmıştı. Özen, Babamın Şarkısı ile ilk kitabındaki anlatımını, öyküleme tarzını koruyor. Öykülerinin izleğine bir bakış olsun için Özen ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
İsmail Özen, öyküyle ne zaman, nerede ve nasıl tanıştı?
Okur olarak ilk defa Rasim Özdenören’in “Çok Sesli Bir Ölüm” kitabıyla öykünün farkına vardığımı söyleyebilirim. Elimdeki baskılar 1993 tarihli olduğuna göre üniversitede ikinci sınıfta okuyordum. O yıllarda İz Yayıncılık, Rasim Özdenören öykülerini yeni bir tasarımla basmaya başlamıştı. Öykü yazma fikrinin de aynı yıllarda, aynı eserle oluştuğunu sanıyorum. Denize Açılan Kapı, Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme’yi o dönemde birkaç kez okuduğumu, üç beş ay çantamda taşıdığımı hatırlıyorum.
Aslında ta baştan, çocukluğumuzdan beri gelecekteki hayatımızı bir çekirdek gibi içimizde taşıyoruz sanki. Bilinçli bir yazma kararım olmasa da bir şeyler yazma isteği içimde hep olmuş sanki diye düşünüyorum bazen. Ama bilinçli bir biçimde öykü yazma isteği, bahsettiğim eserlerle oldu, diyebilirim.
Devamı için: http://www.dunyabizim.com/soylesi/24681/kahramanlari-hic-konusmayan-oykuleri-sevmiyorum



































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.