Gezerek öğrenmenin çok kolay ve mümkün olduğu İstanbul’umuz, bir iki düzine dünya şehri görmüş biri olarak söyleyebilirim ki, bilgi-gözlemin yoğunluğu bakımından başka birçok şehirden daha öğreticidir.
Yoğunluk mu dedim; İstanbul’da artık açık açık söylersek malumun ilamı olacağı için kimsenin gocunmayacağını tahmin ettiğim bir şeyi daha vurgulamalıyım: Gezerek iğrenmek. Birçok şeyden. Bu şehri bunca kalabalıkla koruyamıyoruz. Koruyamıyoruz; çünkü bunca kalabalığı belli ki eğitemiyoruz. Birbirimize öğretemiyoruz, küçük yaştan itibaren alfabe kadar kolay bazı hakikatleri dahi ortak bir potada benimseyemiyoruz. Hepimiz kaybediyoruz ama en çok tarih kaybediliyor.
Bir süredir İstanbul’un çeşmelerini dolaşıyorum. (Önceki yazılara şuradan ulaşabilirsiniz.) Şehrin en fazla tarihî eser başlıklarından biri olsa gerek çeşmeler. Onları fark etmiyoruz ve fark edilemez kılıyoruz hızla. Yakında her birini tek tek inşaatlar ve yollar için kolayca feda edilebilir göreceğiz. Belki de görüyoruzdur zaten.
Bu size marjinal bir düşünce gibi mi geldi? Bana kızmadan önce şöyle bir gelin, ne durumda olduklarına bakalım bu mirasın.
| 1. | |
| 2. | |
| 3. | |
| 4. | |
| 5. |
“Nûrdur bu çeşme dil-cûya gel iç mâ-yi sâf”
Kocamustafa Paşa’da Hacı Beşirağa Kur’an Kursu’nun dış duvarındaki çeşme, İstanbul’da nice hayrat inşa etmiş Hacı Beşir Ağa’nın şehrin birçok yerinde tesadüf edebileceğiniz eserlerinden biridir (1). Ayna taşına açtığımız koca delikle kalmamış, bir de kapak takmışızdır ağzına. Hâlbuki “Nûrdur bu çeşme dil-cûya gel iç mâ-yi sâf” demiş şair Yümnî kitabesinde. Yandaki küçük abdest musluğunun kitabesi-rozeti kayıptır ve dahi kararan çeşme bakımsızlıktan inlemektedir. Yine de yanı başındaki büyüğünün karartılarını görmekte ve sesini çok da çıkarmamaktadır, ne olur ne olmaz. Dünyanın en orijinal uygulamalarından biri olan ‘tarihî esere çivi çakma’nın örneklerinden biri de bu zavallı çeşmedir; iki güvenlik kamerası ve kablolarını tutan bir kutuyu saçağı altına mıhlamışız.
Hicaz’da şeyhülharemlik de yapan bu hayırsever insanın Eyüp Sultan’daki kabrinde “zîr-i livâ-yı Resûl ola mevâ” yazıyor. Âmin deyiniz.
Yakındaki Havacı Şinasi Sokak sonunda, eğimli yolda yer alan çeşmede ise Mehmed Efendi’nin emeği var. Kaldırıma batmış vaziyeti zaten bir mesele; üzerinden otlar büyüyecek denli ihmal edilmişliği, testi seti ve ayna taşındaki kırıklar, yazı tahtası niyetine kullanılması da cabası. Ruhunu huzura erdirmek için bir yardımcı olması niyetiyle yaptığı bu eser, bugün artık onunla ahirette nasıl hesaplaşacağımızı düşündürtecek vaziyete gelmiş.(2)
Merdivenli Çeşme Sokak’ta bulunan kesme taşlarla örülü duvar, adı üzerinde, bir duvar. Artık girdiği vaziyet itibariyle ondan söz ederken elimizde ‘muhtemelen’ var bol bol. Sokağa adını büyük ihtimalle ortasında gördüğünüz büyük gedikte bulunan bir musluk vermişti ve insanlar o muslukla hayır dua ediyorlardı çeşmeyi yaptırana. Musluk kayboldu diyelim; o koca delik nasıl açıldı, hangi vesileyle açıldı… Ne acayip tahrip etme usullerimiz var. Üst taraftaki demirin de bir güneş saatine ait olduğunu tahmin edebiliriz.(3)
Yine bir eski dost ziyareti yapalım buraya kadar gelmişken. Bir süre önce de ziyaret ettiğim Fevziye Küçük Efendi Camii’nin dış duvarındaki albenili müzeyyen çeşme, son gördüğümde üzerinde olmayan bir iki yeni yarayla daha tanışmış; karalamalar ve delikler (4). Yoldan devam edip Hacı Evhaddin Camii’ni de geçtikten sonra, çıkmaz sokağı da sayarsak beşe ayrılan yol ayrımında bir çeşme daha karşılayacak bizi. Üzerinde bir ağaç büyüyecek kadar unuttuğumuz bu çeşmenin kitabesini yine ağaç sebebiyle okumak mümkün değil. Bir de vatandaşımıza tarihî eserleri kafasına göre badana edemeyeceği şuurunun verilmesi lazım; belli ki öyle bir şuur hâl-i hazırda yok. Ya da vatandaş, yetkilinin boşluğunu kendi imkânlarıyla dolduruyor mu demeli…(5)
Devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/22747/koca-bir-tarih-gozumuzun-onunde-yitip-gidiyor.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.