Türk yakın çevresi, Ortadoğu ağırlıklı olarak yoğun bir tehdit ve belirsizlik süreci ile karşı karşıya. Belirsizliğin en büyük nedeni ise olayların bir anda “aktör” ve “yön” değiştirebilme kabiliyeti ve “kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmemesi” özelliği.
Kaypak eller ve güç-çıkar çatışmasına sahne olan fazlasıyla kaypak zemin, şu an Türk-İslam coğrafyasına hakim olan durumu fazlasıyla özetliyor.
Yüzyıl öncesinde bizi bu dar coğrafyaya mahkum kılmaya yönelik kısır üst kimlik anlayışı bile çok görülmüş olmalı ki, yeni bölünmeler ve çatışmalar ile hem bizi hem de yakın çevre politikamızın ayrılmaz bir parçası konumunda olan tarihsel coğrafyamızı mikro parçalara bölmek suretiyle daha da daraltma yoluna gidiyor; hem etnik hem de mezhepsel boyutu itibarıyla...
Tersine çevirmeye çalıştığımız meşhur “Üç Tarz-ı Siyaset” anlayışı bir kez daha eski konumuna, anlamına oturtulmaya çalışılıyor.
Şu anki çatışmaların temelinde de aslında bu husus yatıyor!
***
Bu noktada Kuzey Irak’taki Kürdistan bağlamında yaşanan gelişmeler ile IŞİD-Selefi/Vahhabi ağırlıklı bir seyir izleyen “yeni bir İslam dini” dayatması oldukça önemli bir yere sahip. Bu iki husus iyice anlaşıldığında, operasyon da büyük ölçüde deşifre edilmiş olacaktır!
Türkiye’nin son dönemde izlediği Kuzey Irak politikası ve içeride yürüttüğü açılım politikasının ısrarla gündeme getirilmesi, hedef alınması ve zihinlerde oluşturulmaya çalışılan karışıklık da, aslında Türkiye’yi de aşan büyük çaplı bir operasyona dikkatleri çekiyor.
Dolayısıyla sorun sadece bir “Kürdistan” sorunu değil! Sorun, Türkiye’nin kendi içi ve yakın çevresi ağırlıklı olmak üzere, Büyük Selçuklu ile Osmanlı coğrafyalarını içine alan geniş coğrafyada gerçekleştirmeye çalıştığı yeni merkez-çevre ilişkisi ve bu kapsamda yeni bir birlikteliği, dengeyi, işbirliğini esas alan derin politikasıdır.
Bundan dolayı da Türkiye ve yakın çevresi üzerinde çok boyutlu, kirli ve kanlı bir oyun oynanmaktadır. Daha vahimi ise, bunun bu coğrafyada hiçbir zaman eksik olmayan “yerli uşaklar” tarafından bir kez daha sahnelenmesidir! Asıl tehlike de burada yatmaktadır!
Özellikle son dönemde ortaya çıkan bir takım “tabela örgütler” ile gündeme getirilen “talep” ve “söylemlerdeki” artış ve bunların alanda kısmen de olsa karşılık bulmaya başlaması bu açıdan oldukça dikkat çekicidir.
***
Bu da bize, şu ana kadarki mevcut söylem ve eylemlerimizin artık yeterince heyecan ve ilgi uyandırmadığını göstermektedir.
Bu kavram karmaşası ve kirliliği, aynı zamanda bu coğrafyaya, coğrafyanın kendi tarihsel birikim ve deneyimlerine, ortak değerlerine, inançlarına dayalı, özgün bir kavram ve söylem dilinin geliştirilememiş olduğunu göstermesi açısından da oldukça dikkat çekicidir.
Türkiye’nin acilen yeni bir söylem dili geliştirmesi gerekmektedir.
Bunun için de tarihsel hafızasını ve yakın çevresini dikkate alması gerekmektedir. Ortak bir aklın ve stratejinin geliştirilmesi ve buna alanda operasyonel bir boyut kazandırılması kaçınılmazdır.
Aksi takdirde, Türkiye çok daha farklı bir politikayı, hiç arzu etmediği şartlar altında uygulamaya zorlanacaktır. Bu ise, oyunda maliyetleri arttırıcı inisiyatif kaybı demektir.
***
Bunun dışında, bizim yürüttüğümüz “değerli yalnızlık” politikası ile yeni tehdit ortamının “uyum arz etmeyişi” de dikkat çekici bir başka husustur. Burada, Türkiye açısından ciddi bir caydırıcılık sorunu ortaya çıkmaktadır ki, bu husus şu an Türkiye’nin geleceği adına en büyük milli güvenlik sorunu olarak kendini göstermektedir. Caydırıcılığını kaybetmiş bir ülke, her türlü saldırıya açık bir ülkedir!
Dolayısıyla, çok daha önceki yazılarımızda da ortaya koyduğumuz üzere, Türkiye açısından bir “tehlikeli yalnızlık” ya da “sistematik bir yalnızlaştırma” politikası devrededir ve artık bunun aşılması gerekmektedir!
Bunun yolu da Türkiye’nin caydırıcılık gücünü “hissettirmesinden” geçmektedir. Aksi takdirde yakın çevrede tamamen etkisizleştirilmiş bir Türkiye’nin sınırları içerisinde bir güvenlik-beka politikası yürütmesi hiç de kolay olmayacaktır!
Bu bağlamda alan hâkimiyetini sağlamaya yönelik yeni bir tehdit değerlendirmesi ve uygulaması kaçınılmaz görünmektedir.
Kısacası, Türkiye açısından ezber bozma vakti gelmiştir, hatta geçmektedir!
17.07.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.