Su kaynakları meselesi bugün diplomasinin en nazik sınavlarından birini vermektedir. İklim değişikliğinin gölgesinde, nüfus artışı ve tarımsal etkenlerle her geçen gün talebi artan su kaynakları, sadece bir ihtiyaç değil, insanca yaşamanın, barışın ve kalkınmanın da biricik anahtarıdır.
Birleşmiş Milletler'in son raporları, 2040'a kadar küresel su kıtlığının yüzde 40'lık bir nüfusu etkileyeceğini söylüyor. Ne yazık ki Türkiye ve diğer Türk Cumhuriyetleri de bu gerçeğin eşiğinde duruyor!
Türkiye, su diplomasisini etkili yürüten önemli bir aktör. Fırat ve Dicle gibi sınır aşan nehirlerin yukarı havzasında yer alan ülkemiz, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ile su yönetimini sürdürülebilir kılmaya çalışmaktadır. 2025 verileri, iklim baskısıyla su açığının yüzde 20-30 arttığını gösteriyor.
Desalinasyon (tuzdan arındırma) yatırımları ve entegre havza politikaları, sadece iç talebi karşılamakla kalmayıp, komşu Irak ve Suriye ile su paylaşımını da gerektiriyor. Nitekim, son ikili anlaşmalar, su akışının dengelenmesini sağlayarak, bölgesel istikrarı pekiştirmiştir. Türkiye'nin bu rolü, teknik uzmanlık ve diplomatik incelikle, Türk dünyasının geniş ailesine de ilham vermiştir.
Öyle ki Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan gibi kardeş ülkeler, paylaşılan nehir havzalarıyla örülmüş bir kader ortaklığına sahip. Nitekim Türk Cumhuriyetlerinde su hem bereket hem de kardeşler arası paylaşım sanatını ifade ediyor.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.