Türkiye; 1920'li yıllardan beri, Meriç nehri ile Aras nehri arasına hapsedilmiş, Lozan sonrasında da sınırları dışında kalan eski topraklarına yönelik yürüttüğü pasif/statükocu dış politikayla taş üstüne taş koyamamış, kendi Versay'ını yırtamamıştır. 90'lı yıllarda bu parantezden çıkmanın yolları kısmen açıldıysa da, Türkiye bu fırsatları -maalesef- hiç de iyi değerlendiremedi. Kafkaslarda bu tarihlerde cereyan eden hadiseler, Türkiye'deki Kafkas kökenlileri belli bir derecede anavatanlarına yöneltip köprü kurmalarına sevk ettiyse de, tekrar gücünü önemli bir şekilde toparlayan Rusya faktörü ve Türkiye'nin bu yönde sağlıklı hiçbir strateji ve yol haritasına sahip olmaması neticesinde oldukça sınırlı ve yetersiz bir açılımla sonuçlandı. Hele ki, Çeçenistan'da Dudayev öncülüğünde elde edilen kazanımlarla yeşeren umutlar, sonrasında Selefilik/Vahhâbilik faktörüne teslim oluşun yol açtığı tahribat ve hayal kırıklığı ile akamete uğramıştır.
Yazının devamı için: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MufitYuksel/saraybosnadan-uskube-3/54791































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.