"İki dervişin, Anadolu’da gezerken yolu bir beldeye uğrar. Sokakta yürürken bir kilisenin önünden geçerler. Aylardan Ramazan’dır. Kapıda duran Papaz efendiye selam verirler. İçeri davet eder. Daveti geri çevirmez, girerler. Papaz efendi dalgındır. Ramazan olduğunu unutmuştur. Dervişler seferî olmalarına rağmen o gün oruçludur. Papaz, bu zarif gezginlere ikramda bulunmak ister. ‘Dibek kahvem var, size elceğizimle pişireyim.’ diyerek ocağa geçer. Dervişler birbirine bakar. Biri, diğerine, ‘Altmış bir güne hazır mısın?’ diye sorar. Diğeri, ‘Hazırım.’ der. İkramını geri çevirip adamı incitmek istemezler, kahveyi içerler. Altmış bir gün kefaret orucu tutarlar..."
Kibar evliyâ yoludur bu yol... İncitmemeyi ve incinmemeyi kendine düstur edinenlerin, gönül kırmak yerine baş kestirmeyi yeğleyenlerin, zarâfet burçlarını mesken edinenlerin yoludur.Yaman Dede gibi tâ içinden titreyişli olanların, inceden inceye dokuyanların, sönmez bir ateşle yananların, çevresine de alevler saçanların yoludur. Yaman Dede'nin yoludur.
Diyamandi'yi içten içe işlemeye başlayan mısralar
Önce Diyamandi, sonra Yamandi Molla, sonra Yaman Dede, sonra Yanan Dede... Rum Ortodoks bir ailenin evlâdı olarak dünyaya gözlerini açan dedemiz Kayseri doğumlu bir Anadolulu. Fakat elest bezminde gönlüne hakîkat aşkı nakşedilen Dedeye bu aşkın kıvılcımı henüz çocukken, Rüşdiyye'nin birinci sınıfında iken hocasının yazı tahtasına yazdığı bir Mevlânâ beytinin, hepimizin bildiği "Bişnev!" diye başlayan mısrâların okunmasıyla sıçrıyor. Erenlerin sözü simyâdır, derler. Mevlânâ'nın mısrâları da tıpkı bir simyâ gibi kömürü elmas, metali altın edercesine Diyamandi'yi içten içe işlemeye başlıyor. Aslında her şey birdenbire oluyor, olanlar Bir'den Diyamandi'ye oluyor.
Dedemiz bedenen büyüdükçe gönlündeki aşk çocuğunu da büyütüyor. İstanbul Üniversitesi'nde hukuk tahsil etmek için İstanbul'a gelmesi, O'nun hayatında ikinci alevlenme noktası oluyor. Hakîkat ve mârifet sırlarını yüzünden okuyacağı, aşkını kendisine bağlayacağı, "Bu yol inceden ince, kılıçtan da keskince" diye tarif edilen yola kendisinin tâlimiyle çıkıp nefs bineğinin yularını himmetiyle eline alacağı efendisine, azîzine burada kavuşuyor zira. Üsküdar Mevlevîhânesi post-nişîni Ahmed Remzi Dede'ye... "Bir kâmil mürşide varmayınca olmaz" hakîkati böylece zuhûr ediyor. Sonrası bir uzun hikâye... Sonrasında, her aşk yolcusu gibi o da mücâdele ve mücâhede ehli olacak, çok cefâlar çekecek, çok ayrılıklar yaşayacak fakat nihâyetinde "vâsılîn" zümresine dahil olarak esas kavuşmayı yaşayacaktır.
Sevenlerine kendisi sorulunca, herkesin derinden bir âh çekerek söze başladığı kutlu gönüllü bir erenden bahsediyoruz. Nasıl âh etmesinler? Derslerinde hüngür hüngür ağlayarak Mevlânâ’yı anlatan, Fahr-i Kâinât Efendimiz'in ismini duyunca karârını kaybedip yere yığılacak kadar O'na aşkla bağlı olan, dostlarını, öğrencilerini şaşmaz bir muhabbetle candan seven ve bu sevgisini can-siperâne gayretleriyle ortaya koyan bu ârifi kim sevmez? Emin Işık'tan Yaman Dede'yi dinlemek isteyenlere hocanın, "Neyini anlatayım? Muhammed desen ağlar, Mevlânâ desen ağlar, Mesnevî desen ağlar, aşk desen ağlar." cevabını vermesi boşuna değil.
Devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/22118/muhabbet-burclarinda-bir-roman-diyamandi.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.