• İstanbul 16 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 19 °C
  • Konya 16 °C
  • Sakarya 19 °C
  • Şanlıurfa 23 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 21 °C
  • Bolu 16 °C
  • Bursa 20 °C

Muhammed el-Vâkidî’ye Göre Diyarbakırın Fethi - I

M. Ali ABAKAY


Giriş:
Son dönemlerde Diyarbakır’a olan ilgi ve alaka, gündeme şehrin "Müslümanlarca Fethi" hususunu da taşımıştır. Elbette kâdim bir şehir olan Diyarbakır, bu yönüyle de oldukça önemlidir. Diyarbakır’ı çoğunlukla “Diyarbekir” olarak telaffuz ederken, “İslam Fethi” olan dönemi kast etmekteyiz. Bu makalede şehrin alınışı ile ilgili aldığımız bilgileri sunarak, fethin nasıl gerçekleştiğini, kuşatmanın ne kadar zaman sürdüğünü, fethe kimlerin katıldığını belirterek, o dönemden bugüne nelerin geldiğini ele alacağız.

Esas olarak kullanılan kaynak, İmam Vâkidî’nin "Fütûhü’ş-Şam" isimli eseridir. Bu eserin zaman içinde farklı kalemlerce eklentilerle genişletildiği her ne kadar belirtilmekte ise de Diyarbekir’in Fethi konusunda kaynak olarak alınan eserin bu bölümünde anlatılanlar ile şehrin arasındaki uyum arasında bir tezad görülmemektedir.

Bu eserin “Amed ve Meyafarikyin’in Fethi” başlıklı bölümünü, açıklamalarımızla  sunuyoruz. İmam Vâkidî’den aldığımız bilgiler “Açıklamalarımızla karışmasın” diye italik dizilmiştir:

“Amed Şehri’nde çok kuvvetli iki kardeş varmış. Biri doğu kısmına bakıyordu ki bunun adı Bitris diğerinin adı Yuhanna olup şehrin batısına bakardı.”

Yapılan kazılarda şehrin ortasından ikiye bölündüğü ortaya çıkmıştır. Gerek Ulu Camiî önündeki gerek Balıkçılarbaşı yer altı çarşısının temel kazısında bu bölünme görülmüştür. Şehrin etrafını çeviren surlar-bedenlerin temeline rastlanılmıştır.

“Yuhanna evlenmek istedi. Dara Meliki’ne haber saldı. Adı Mertavus olan Melik, kızı Meryem’i ona nikahladı. Kız çok kurnaz bir kızdı. Amed Şehri’ne gelip şehrin büyüklüğünü gördü. Derhal faaliyete geçti. Şehrin etrafındaki surları takviye etti. Kaleleri çetinleştirdi. “

Dara Meliki’nin kızı Meryem ile evlenen Yuhanna, böylece daha bir güç kazanmıştır. Dönemde ve yakın zamana kadar devletler arasında bu tür evliliklerde daima gözönünde bulundurulan akrabalık bağı, böylelikle kimi diğer devletlerin savaşlarına, istilalarına sed çekme görevi görmüştür.

Meryem’in şehre gelmesiyle birlikte meydana gelen değişim, gözden kaçmamıştır:

”(Meryem) cariyelerine dedi ki:

-Bu şehriden daha güzel şehir görmedim. Amed içindeki çeşmeleri, surları, siyah.. Bunu yapan gerçekten mahîrane yapmış.”

Dara Melikinin Kızı Meryem’in kendi ülkesinde de kale vardır ve halen kısmen ayakta olan Dara, arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkmayı beklemektedir. Meryem’i bu denli şehre bağlayan husus, şehrin stratejik konumudur, kalesidir.

Şehri paylaşan iki kardeşin aralarını bozan ve ara kapıları kapattırıp, iki küskün kardeşe çeviren mesele, çocuklarının evlilik hususudur:

“Bitris’in Ladun isminde bir oğlu vardı. Kardeşinin kızı olan Sagve’yi oğluna istedi. O da dedi ki:

-Sen kızını oğluma ver, ben de kızımı oğluna vereyim. “

Saltanatın başkalarınca paylaşılmaması amaçlı olan ve saltanat üzerinde yabancıların da mirasçı olmaması için yüzyıllardır sürdürüle gelen Berdel, bu güne de taşınmış bir evlilik müessesesidir.

Bitris’in teklifine sıcak bakmayan Yuhanna, Kardeşinin teklifini reddeder ve şehir ortasındaki kapıyı kapatır. Balıkçılarbaşı’ndaki kazıda çıkan büyük sütunlar, ne derecede incelenmiştir, bilinmese de belki bu ana kapının geride kalan parçalarıdır:

“Şehrin ortasında surun kapıları vardı. Bu kapıyı kapadılar ve şehir ikiye ayrıldı.Herkes kendi bölgesinde kaldı. Meryem, bunu görünce araya girdi, sulh için çalıştı:

-Siz kardeşsiniz, size bu yakışmaz. Diyarbekirin Melikleri sizi çekmez. “

İmam Vakidî, anlatımıyla adeta olaylara şahid olan biri olarak görünür. Elbette bu kendi ifade tarzıdır.

İki kardeşi barıştırmak için bir gece tertip eden Meryem, o saltanat ehlinin meş’um plânını da yürürlüğe bırakır. Kapıları açtırıp, küskün kardeşleri barıştıran Meryem, ziyafet sonrası onlara zehirli şarap ikram etmiş, Kocası Yuhanna’yı,Yuhanna’dan olma öz çocuğunu ve Kaynı Bitris’in ailesinin tümünü ortadan kaldırarak, şehrin tek hakimi olur:

Güzel yemeklerini yediler. Zehirlenmiş şarap sundu, onlara. Hepsini öldürttü. Böylece hem kocası ve çocuğunu da zehirledi. Sonra bu şehre Melike yani Kraliçe oldu. Rûm diyarında nam saldı. Şehri son derece güzelleştirdi.Eğitim ve öğretim işine önem verdi, halka ilim öğretildi. Alimlere önem verdi. Halk arasında adaleti gözetti. Halka kendini çok sevdirdi. Halkı çalıştırdı. Adaletinden dolayı her taraftan gelip etrafına toplandılar. Amed Şehri’nde bu suretle on iki sene yaşadı. “

Daralı Meryem’in şehre olan hakimiyeti, herkesi memnun etmiştir. Yine de İranlılar ve Romalılar arasında yoğunlaşan savaşlar, şehri oldukça bitkin düşürmüştür. Şehrin kale onarımını yapan Romalılar, İran saldırılarına ve kuşatmalarına karşı, daima tedbirli davranmakta ve gelebilecek tehlikelere karşı Meryem’e destek sunmaktadır. Romanın Güneydeki en önemli merkezi olan Amed, elden çıktığı zaman, bu Roma için beraberinde hem ticari hem de askerî alanda  kayıp demektir. Bunu bilen Roma, daima şehrin emniyetini göz önünde bulundurur.

Şam ve dolayısıyla Suriye’nin elden çıkması karşısında Roma imparatoru Heraklius, bu topraklarda artık eski egemenliği sağlayamayacağını anlamıştır. Suriye toprakları elden çıkınca, Romanın burada tutanamayacağını anlamıştır.

Şehrin kuşatılması, Halife Ömer( r) döneminde gerçekleşir. Esas aldığımız kaynak olan İmam Vakidî’den şehrin kuşatılmasını aktaralım:

“İşte bu sırada İyad bin Ganm geldi ve şehri ihata etti. (Vakidî der ki) İyad tepe üzerine yerleşti. “

Günümüzde karargahın kurulduğu belirtilen ve şehri en iyi gören tepe üzerinde Diyarbekir’in fethini hatırlatan Üniversite Cami, bu hatıranın adına inşâ edilmiştir. İmam Vakidî’nin eserinde anlattığı bir kaç nokta, yerin bu alan olmadığına dair işaretler vermektedir. Meyyafariykın’e giden kuvvetlerin Dicle’den geçtiği ifade edilir. Eğer bu kuvvetler, Dicle’den geçse karargahın şu anda belirtilen tepede olmaması gerekir. İleride belirteceğimiz çadırdan ekmeğin bahsinde geçecek olan mesafe uzunluğu, bu alanın kalenin karşı kıyısındaki alan olduğu yönündedir.

Şehrin kuşatılması beş ayı bulmuştur. Bu süre içinde iç savunmaya çekilen Daralı Meryem’in yardım beklentileri boşa çıkmıştır. Belki de gelen yardımlar, kuşatma olduğu için şehre ulaşmamıştır.

Meryem’in kuşatma çemberini yarma girişimleri başarısız olmuştur. Buna karşı direnen Meryem, yönetiminde olan komutanlarını toplayarak, kilisede şu konuşmayı yapar:

Biliniz ki, bu Araplar muhitimizi sardılar. Şehrimizde muhasaraya başladılar. Bilirsiniz ki bu şehir, Diyarbekir’in kilit noktası sayılır. Burası feth edilirse tüm Diyarbekir elden gider. Mesihin dini elden gider. Şehirde erkek kalmaz. Eğer yüz sene muhasaraya devam ederlerse bu şehir elden gitmez. Namus, mal ve canınız için savaşın. Hep bir olun surlara çıkın ve silaha sarılın.”

Elbette Vakidî, şehrin ismini "Amed" olarak telaffuz eder. Şehre “Diyarbekir” denilmesi, Meryem’in dilinden şık olmaz. Ancak, rivayetlere bağlı olan Yazar, kendisine aktarılanı ya da konu hakkında belirtilenleri esas alır.

Meryem’in askerlerini “Her burca bir kavim yerleşsin” diyerek motive etmesi karşısında soğuk savaşın hileleri, iki tarafta da devam eder. İyad bin Ganm, “Bu şehir çok çetin ve zor bir şehirdir. Diyarbekir’in gözdesidir. Burayı aldık mı tüm diyar ve ülke istila ve feth edildi demektir. Siz bu hususta ne dersiniz? “ diyerek komutanlarından görüş ister.

İlk cevabı Halid bin Velid verir: "Ey Emir, biz bunca diyarları kuvvet ve asker çokluğumuzla alamadık. Allah’tan ricamız (isteğimiz) Peygamberimizin bereketiyle bize fethini nasip eyler. Bu kimseler bütün kuvvetini surlara yüklemişler. En iyisi sabretmektir. Sabrın sonu zaferdir. Ancak şu kadına mektup yaz. Belki hidayete erer de sulhen alınması müyesser olur. “

Halid bin Velid’in mektup yazılması isteği gerçekleşir ve Daralı Meryem’e mektup yazılır. Vakidî’nin yazılan mektubu veriş şekli, şu tarzdadır:

Allah’ın Adıyla!..

Resülüne salât ve selam olsun. Müslüman Ordusu Emiri İyad bin Ganm’den, belde Melikesi Meryem’e!..

Allah Teala’ya bize zafer ihsan eyledi. Hangi diyara konduksa temlik ettik, hangi orduyla karşılaştıysak yenmişiz. İzzet ve şan Allah’a ve Resülüne’dir.

Sizin kaleniz ele geçirdiğimiz kalelerden daha çetin ve zor değildir. Balebek Halep, Antakya, ki Heraklıus’un pay-ı tahtı idi, hiç biri bize zor gelmedi. Hem Allah bize vaat ederek; Mü’minlere yardım ve nusret üzerimizde bir haktır. Bu mektubu alır almaz, teslim ol selâmete erersin. Sakın karşı gelme, pişman olursun. İstediğin zaman bize haber ver. Dinini terk etmeye zorlamayız. Hem halkına da zorlama yok.

Hidayete erenlere selâm olsun.”

Mektup, katlanıp, mühürlenir ve bir Rum’a verilir. Verilen mektup, kale önünde sarkıtılan iple yukarı çekilir. Meryem, komutanlarını toplar, görüşmeler yapar:

Mektubu Melike Meryem’e götürdüler. Okuyup mefhumu anladıktan sonra, devlet adamlarına dedi ki:

-Arap Emirin mektubuna ne dersiniz?

Dediler ki :

-Ey Melike!.. Emir senindir. Sen ne dersen biz hazırız.

Meryem:

-Ey Kavmim!.. Memleketimizi Araplara teslim edersek, Rumlar bizi ayıplar. Ateş olsun, ayıp var olmasın. Diyecekler ki’ Şehrinizi nasıl teslim ettiniz? Hiç olmazsa hiç olmazsa biraz muhasaraya tahammül etmeliydiniz.’ Diyecekler. Şehriniz, Rûm diyarının en güzel şehridir. İçinde suyu var, ziraatinizi yapabilirsiniz. Sonra memleketimizin her yerinden yardım için cevap aldım.

Dediler ki:

-Ey Melike!.. En iyi düşünce budur. Onlara kesin red cevabı yazın.

Meryem-i Dara, ileri gelenlerin isteğine uyarak cevabî mektubu yazmıştır:

“Mektubunuz bize ulaştı. Maksadınızı anladım. Allah’ın nusretine gelince, Mesih size meydanı verdi. Sizinki istidracdır. Sonunda Mesih sizi ele alacak. Yakında ordularımızın intikamını sizden alacaktır. Hiçbir suretle şehir ve kalemizi teslim etmeyiz. İsterseniz yerinizde kalın, isterseniz de gidin. Selam.”

Oldukça kısa verilen cevab, yeniden iple sarkıtılır ve İyad bin Ganm’e ulaştırılır. Bu arada dördüncü ayın içinde bulunan kuşatma devam eder. Hakim bin Hişam, kuşatma devam ederken Meyyafarikiyn’i alma isteğini belirtir. Nihayetinde kuşatma devam ederken, beraberinde yardım kolları kesilen Meyyafarikiyn kolayca zapt edilebilir. Bu görüş kesinlik kazanır ve yüz kişiden oluşan bir kuvvetle Hakim bin Hişam komutasında Meyyafarikiyn’e gidilir.

İmam Vakidî, Silvan’ın alınışını detaylı biçimde ele alarak, şehrin hangi şartlarda teslim olduğunu açıklar. Kudüs’ün Halife Ömer (r ) döneminde alınışında Kudüs’te bulunan Patrik, Silvan’da bulunmaktadır. Patriğin müslüman oluşu ile Silvan, kolay biçimde feth edilir.

Diyarbekir’de kuşatma beşinci ayına girerken her iki taraf da sıcak çatışmalar içinde değildir. Bu uzayan bekleyiş, İyad bin Ganm kadar diğer komutanları da etkilemektedir.

Ramazan Ayı içinde herkese verilen katık, ekmekten başka bir şey değildir.. İftar ekmekle açılır, sahurda da verilen ekmektir. Uzayan kuşatma, Ramazan içinde devam etmektedir.

Çadırına üç gün ekmek bırakılmayan Halid bin Velid, hizmetkârı Hamam’a sitem eder. Halid bin Velid, ordudaki zahire sıkıntısının başladığını sanır. Hamam, üç akşam da ekmeği çadıra bıraktığını ifade eder. Durumu anlamak için, çadırı gözleyen Hamam, çadıra karşı taraftan gelen bir köpeği görür. Köpek, çadırdan ekmeği alır, yüzerek nehri geçer ve su yolunda kaybolur.

Hamam’ın köğeği izlemesi, karşı taraftan geldiğini görmesi, ekmeği alıp, Dicle Nehri’nden karşıya yüzmesini, su yoluna girdiğini görmesi, karargahın Dicle’nin karşısında olduğunu gösterir.  Belirtilen sürenin akşam olması muhtemeldir. Gece karanlığında Hamam’ın bu ayrıntılara giren hususları görmesi imkânsızdır. Biz, bu karargah’ın Dicle karşısında olduğunu belirtiyoruz, bu açıklamaya göre. Ekmek, sahur vakti değil, akşam ezanı sonrasında, namaz bitiminde alınmaktadır.Sahur vakti olursa Hamam’ın köpeği takibi ve nereden gelip nereye gittiğini görmesi mümkün değildir.

İç Kale’den Dicle’ye inen su yolunun keşfedilmesiyle Halid bin Velid, konuyu İyad bin Ganm’e anlatır:

Halid, “Çabuk bana girdiği hendeği göster” dedi. Hamam, Halid’in önüne düştü ve yeri gösterdi. Halid”Allah, bize zafer kapısını açtı.” dedi. Derhal döndü ve adamlarına durumu bildirdi:

-Şu su hendeğinden şehre gireceğiz. Sizden gönüllü yüz kişi varsa Allah yolunda canlarını feda etsin. Biliniz ki bu dünya hayatı fani ve geçicidir. Dünyanın cilveli hayatı sizi aldatmasın. Bu kârlı ticarete atılalım.

Sonra cazibeli ayet-i kerimeler okuyup milleti heyecana getirdi, “Kıyamet arasında buluşmak üzere ayrılalım” dedi.

Nihayet yüz kişi gönüllü çıkıp silahlandı. Onları İyad’a götürdü ve kurduğu pragramı arz etti. Çıkış için anlaştılar. Parola tekbir getirmekti. Herkes hazır olacak ve tekbir sesiyle harekete geçeceklerdi. Halid, veda ederek ayrıldı. Adamları hazırdı. Hendeğin olduğu yere vardılar. Vakit gece yarısı olmuştu. Surdakilerin hepsi uykuya dalmıştı. İlk giren Halid oldu. Amr bin Ahvas onu takip etti. Sıra ile yüz kişi girdi, hendeğe. Çoğu girdi, ancak çok ağır cüsseli şişman olanlar giremedi ve üzülerek geri dönmüştü. Şehre seksen kişi girmeyi başardı. Şehrin tam ortasına varınca haykırdılar. Uyuyan uyanmıştı, uyanık olan da sarsılmıştı. Halid, zaman geçirmeden surların çıkış yollarını tuttu. Gelenlere mani oluyor ve ellerindeki taşları alıyordu. On kişiyi de kapıya gönderdi. Derhal kilitleri kırıp kapıları açtılar.”

İmam Vakidî, olanları hikâye tarzıyla, görmüş gibi anlatırken, o fethin içinde olanların naklini mutlaka ya dinlemiştir ya da kitaplara geçenleri kaynak olarak kullanmıştır:

“Harp için harekete geçtiler. Halid tekbir getirince, İyad mukabele etti. Kapıya varınca kapıyı açık halde buldular. Şehre girdiler. Gece karanlığında surlarda şehir halkı paniğe kapıldı. Yerinden tepişen kılıncı yiyordu, kafası cesedinden yere yuvarlanıyordu. Halid ve adamları hep tekbir getiriyordu. Amed Halkının tüm ümidi kesilmişti. Mütemadiyen kafirlerin kelleleri kesiliyordu. Halk arasında büyük bir gürültü kopmuştu. Sabaha kadar devam eden amansız mücadele sürdü ve sabah ile beraber devlet köşküne vardılar. Melike Meryem’i istediler.  Ancak kendisi yerinde yoktu. Şehrin ele geçtiğini anlar anlamaz, yanındaki has adam ve cariyelerini, malı gizlice alarak köşkün dibindeki gizli yer altı yoldan Rûm Diyarı’na doğru kaçmayı becerdi.”

Meryem’in kaçışı ile birlikte halkın teslim olması mukadderdir. Halk, şehrin en büyük meydanında toplatılır ve İyad bin Ganm, herkese şu açıklamayı yapar: Biliniz ki Allah Teâla bizi, size muzaffer kıldı. Eğer Peygamberimizi âleme rahmet olarak göndermeseydi, şimdi hepinizi kılınçtan geçirirdik. Yalnız,  Allah bize (...) affedici olmamızı, iyilik etmemizi emreder. Kim ki Müslüman olursa, kabul olunur. Kabul etmeyen için cizye vardır.” dedi.

Diyarbekir Fethi’ni anlatan bölümün sonunda “Sonra İyad onları affetti. Halkın ekseriyeti Müslüman oldu, olmayanlara cizye tatbik edildi. Meşhur kilise cami yapıldı ve şehirde on iki gün kaldılar.”

Belirtilen Kilise, günümüzde Mesudiye Medresesi olarak kullanıulan mekândır. Bu alanın Ulu Camiî kompleksini kapsaması düşünülemez. Daha önceki araştırmalarımızda bu kilisenin Ashab-ı Kehf’e inanan ve teslis inancını kabul etmeyenlerce kurulduğuna belgelerle yer vermiştik.

...................................

Açıklama:İmam Vakidî’nin esas aldığımız eseri, Fütûhü’ş-Şam, Hasan Gülşen tatrfından tercüme edilmiş, Haziran 2007’de NR Yayın tarafından yayınlanıştır. Sayfa 383-389.Ttercümede kimi imla düzeltmeleri ve noktalama işaretlerinden öte, dizgi hataları, anlatım bozuklukları giderilmiştir

Bu yazı toplam 5449 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim