Selefilik bazı boyutlarıyla mugalâta veya en azından yanlış anlama üzerine kaimdir. Taklidi yasaklamaları adeta talebi muhaldir. İmkânsızı istemektir. Tarlada çubukta olan insanlar nasıl içtihat yapacaklar? İçtihatların sistematiği olmazsa nasıl teflik anlayışından kurtulacak veya korunacaklar? Akaitte felsefe değil de kısmen imali fikre ihtiyaç vardır. Eş’ariler buna nazar veya i-mali-‘i nazar demişlerdir. Bir nevi insanın inanç konularında tahkike yönelmesidir. Selefiler bunu akait noktasında değil de yani usulde değil de furu da fıkhi alanda istemişlerdir. Hâlbuki akait alanı sınırlıdır ve insanlar tahkik-i iman için çabalayabilirler. Fıkhi alan ise geniş ve sınırsızdır. İnsanların bu alanda yeterli olması adeta muhaldir. Bu anlamda kimileri tarihte müçtehit-i mutlakın varlığına bile itiraz etmiştir. İmkân dışı görmüştür. Bu ifade maksadı aşan bir ifadedir. Herhalde Selefiler avamın kendi ihtiyaçları kadar alanda fıkıhta derinleşmelerini şart koşuyorlar. Bu da imkânsızı talep olmasa bile bir zorlamadır. Zira tevil ve taklide muayyen oranda ruhsat vermek kaçınılmaz. Buna itiraz etmek mugalâtadan ibarettir. Kur’an-ı Kerim’de, “Bilmez iseniz, bilmiyorsanız zikir ehline sorun” buyruğu yer almaktadır. Her alanın üstatları ve zikir ehli vardır. Usta çırak ilişkisi bütün fenlerde ve mesleklerde kaçınılmazdır. Meslekler de taklitle öğrenilir. Peygamberimizle birlikte yaşayan sahabelerin tamamı müçtehit olmadıkları gibi aralarında içtihat seviyesine gelmişlerin sayısı da parmakla gösterilir. Sahabelerden istenmeyen bir husus neden sair-i ümmetten istenmektedir? Kaldı ki Hazreti Aişe ‘nin diğer sahabeler üzerine istidrakatı veya tashihleri onların görüş veya tutumlarının da cerh ve eleştiriye açık olduğunu gösterir. En azından bu kendi aralarında caridir.
*
Halifelerin kararları ve içtihatları da yine diğer sahabeler açısından her zaman tasvibe mazhar olmamıştır. Kadınların mihri konusunda Hazreti Ömer’in tavsiyesi ve Hazreti Osman’ın bazı uygulamaları itirazlara neden olmuştur. Ridde konusundaki tutumu karşısında Hazreti Ebubekir’e karşı başta Hazreti Ömer olmak üzere diğer sahabelerin itirazları ortadadır. Sonrasında ise onun tutumunu benimsemişlerdir. Bu durumda ihtilaf kaçınılmazdır. Selefiler ise hem ümmet içindeki ihtilaflara hem de mezhepler suretinde kalıplaşmalara da itiraz ediyorlar. Mezheplerin varlığı bazen artırsa da genelde ihtilafları en azla sınırlandırmaktadır. Burada mugalâtaya kaçtıklarını görebiliyoruz.
Sözgelimi, dört mezhep imamını hem selef hem de selefi olarak nitelendiriyorlar. Selef oldukları gerçek ama selefi oldukları tartışma götürür. Sözgelimi, Ebu Hanife rey ashabındandır ve reyin alanını genişletmiştir. Naslar sınırlı, konular sınırsız olduğundan kıyas veya rey matematiksel bir gerçektir. Buna karşı çıkan muhakemeden yoksundur.
*
Taklide karşı çıkan bazı Selefiler bazı taklit çeşitlerinin teşrii ve yasamada şirk kapsamına girdiğini savunmaktadırlar. Selefiler bu tarz kavramlaştırmalarda da bidata düşüyorlar. Tevhid-i ubudiyet, tevhid-i rububiyet gibi ayrımlar sünnette yeri olmayan bidat kavramlaştırmalardır. Kıyasa kıyasla bu tarz kavramlaştırmalara geniş yürekle bakmak gerektiği söylense bile Selefiler denilen gruplar bu genişliği başkalarından esirgiyorlar. Selefiler taklitle imamların takdis edildiğini veya onlara zımni olarak ismet sıfatının layık görüldüğünü iddia ediyorlar. Burada da bir mantık sapması var. Bu yüzden imamların hatalarına hata denilemediğini ileri sürüyorlar. Hâlbuki imameyn Ebu Hanife’nin görüşlerinin üçte birine katılmamıştır. Nerede takdis? Zamanla elbette yaşayan fıkıh yerini yazılı fıkıh almış ve burada bir donma yaşanmıştır. Naslar, fıkhi metinler ile âlimler arasında interaktif ilişki biraz gerilemiştir. Bunlar söylenebilir. Lakin imamların fıkhi görüşlerinin takdis edildiğini söylemek tamimdir. Ezher âlimlerinden selefi meşrep Ahmet Mahmut Hafız imamların tesirinde kaldıklarından ve onları takdis ettiklerinden mezhep taraftarlarının kat-i delaleti olan bazı ayetlere veya kat-i vurud ve kat-i delalet olan bazı hadisleri imamların görüşleri karşısında es geçtiklerini ve bunun bir nevi yasamada şirk veya şirke götüren vesile ve sapma olduğunu ileri sürmektedirler (Es Selefiyyun: El Fikr ve’l Mümarese, Dr. Ahmet Mahmut Hafız, s: 123, Ed Dar et Tunusiyye Lilkitab). Bu da herkesi şirk damgası vurma merakının dışa yansımasıdır. Burada imamın görüşleri ile ayet ve hadisleri karşılaştıracak ve tahkik edebilecek bir kişi; en azından meselelerde veya cüziyatta müçtehit sayılır. Dolayısıyla usulcüler bunu şöyle formüle etmişlerdir: Müçtehidin müçtehidi taklidi haramdır. Demek ki müçtehit nassa ve istinbatına bağlıdır. Diğer müçtehidin görüşleri kendisini bağlamaz. Ona uyması da doğru olmaz. Kur’an ve sünnet ışığında görüşünü bir başkasının görüşüne terk edemez. Demek ki Selefilerin ileri sürdükleri mahzur aslında bu şekilde bertaraf edilmiş oluyor. Gerçekte yok. Sadece haklı çıkmak için bu tarz mahzurları abartıyorlar.
30.11.13 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.