• İstanbul 12 °C
  • Ankara 4 °C
  • İzmir 16 °C
  • Konya 5 °C
  • Sakarya 9 °C
  • Şanlıurfa 16 °C
  • Trabzon 15 °C
  • Gaziantep 10 °C
  • Bolu 7 °C
  • Bursa 11 °C

Öğretmenlik Gökyay'da bir meleke haline gelmişti

Öğretmenlik Gökyay'da bir meleke haline gelmişti
Sert tenkidlerin yazarı Orhan Şaik Gökyay, Türkiye entelijansiyasından sanki bir hayalet gibi, çok fazla yere dokunamadan, çok büyük bir etkisi olamadan geçip gitmiştir. Cankat Kaplan yazdı.

Divan şairi Nef’i’nin ölümü hakkındaki rivayetlerden biri şöyledir: Yazdığı hicivlerden dolayı Nef’i’nin idamı istenir. Nef’i, özür mahiyetinde bir dilekçe yazdırmak için zenci saray ağasına gider. Saray ağası kalemi mürekkebe daldırır, kağıdın üstüne getirir ve Nef’i’nin söyleyeceklerini bekler. Bu esnada kalemden bir damla mürekkep kağıda damlar. Nef’i, “Mübarek teriniz damladı efendim!” diyerek kendi ölüm fermanını imzalamış olur.

Orhan Şaik Gökyay, zamanında, tenkitli metin neşri yapmak isteyen herkese dünyayı dar etmek için elinden geleni yapmıştır. Zor beğenir, titizdir. Kendi çalışmalarında gösterdiği titizliği, başkalarında da görmek ister. Çoğu zaman göremez ve “kaderin oklarını” üstüne çevirir. Gökyay, metin tahkiki yapan araştırmacıların ensesinde, Nef’i cesedine bürünerek bekler. Onun yanlış yapmasını bekler. Yanlışı arar ve bulduğunda söyleyecekleri bellidir: “Mübarek teriniz damladı efendim!”

Cüst ü cû etdik âlem-i endîşede

Orhan Şaik Gökyay, 92 yıllık hayatının 70 senesini bilfiil öğretmenlik yaparak geçirmiştir. 1902 yılında, İnebolu’da küçük ahşap bir köy evinde doğan Gökyay, İstiklal Harbi’nin son senesinde, baba mesleğini seçerek Ankara’nın ilk öğretmen okuluna öğrenci olarak girer. Lisenin bir kısmını daha önce Kastamonu’da okumuştur. Bu sebeple, Ankara’da son seneyi okuyarak, savaşın bittiği sene mezun olur. Giresun’da bir köy okuluna öğretmen olarak atanır. Dönemin zorlu şartları sebebiyle, burada görevini ücret almadan ifa eder. 1927’ye kadar, Samsun ve Balıkesir’e giderek, buralarda da öğretmenlik yapar. Aynı zamanda, vatani görevini de yaptığı şehir olan Balıkesir, Gökyay için önemlidir. Gökyay, Balıkesir’de öğretmenlik görevini sürdürürken,Çağlayan mecmuasını çıkarır.

İstanbul dışında yerel dergiciliğin geçmişi II. Meşrutiyet’ten sonraya kadar uzanır. 1912’de kurulan Türk Ocağı, Anadolu’nun birçok şehrinde şube açmış ve bu şubeler yerel dergiciliği başlatmıştır. Cumhuriyet döneminde ise yerel dergiciliğin başını çoğunlukla Halk Evleri çeker. Bir de, az da olsa şahsi çabalarla çıkarılan dergiler vardır. Bu dergileri, buralarda kurulan matbaalar mümkün kılmıştır. Çağlayan mecmuası da böyle bir dergidir.

Orhan Şaik Gökyay, Çağlayan’ı, 15 günde bir olmak üzere 15 sayı çıkarmıştır. Dergi Osmanlıcadır. Gökyay, bu dergide 14 şiirini yayımlar. Dergide, divan edebiyatından halk şiirine, her türlü şiir vardır. Çağlayan’ın ilk yazısı olan “Çağlayan Niçin Çıkıyor?” isimli yazıda, “Biz edebiyatta zevk-i selimi miyar addedenlerdeniz. Güzel olduktan sonra nazarımızda en eski veya yeni tarzda olmasının ehemmiyeti yoktur. Elverir ki millî zevki terennüm etsin!” denilir. [Bozdağ, E. (Winter, 2013). Yerel Bir Mecmua Örneği: Çağlayan Mecmuası (İnceleme-Fihrist).Turkish Studies, Volume 8/1, 1071-1075.]

23 yaşındaki Gökyay, halk şiiri ve divan edebiyatı arasında ayrım yapmayan tavrını hayatının sonuna kadar koruyacaktır. Bursa Erkek Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yaparken, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’a gönderdiği terceme-i halde, “Aruzla yazdığım parçalar varsa da son zemanlarda hece ile ve halk şairleri yolunda denemeler yapmaktayım” der. 1946’da Yücel dergisinde yayımlanan bir yazısında ise, Abdülbaki Gölpınarlı’nın tartışmalı kitabı “Divan Edebiyatı Beyanındadır” hakkında sert bir eleştiri kaleme almıştır. Gökyay, “milli zevki terennüm ettikten” sonra divan edebiyatı ve heceli şiir arasında ayrım yapmaz lakin milli zevki neyin terennüm ettiği de bir hayli muğlak kalmaktadır. Şundan eminiz en azından: Gökyay, milli olanı Cumhuiyet ile sınırlandırmamaktadır.

Ben Fuat Köprülü'nün eserlerinden biriyim”

1927 yılında Darülfünun Edebiyat fakültesine girer. Henüz 1933’ün meş’um Temmuz’u gelmemiştir. Burada, kendisi için çok önemli bir isim olan hocası Fuat Köprülü ile tanışır. Aynı zamanda, Abdülbaki Gölpınarlı ile olan tanışıklığı da yine bu yıllara dayanır. İsmail KaraSözü Dilde Hayali Gözdekitabında, Gökyay’ın Darulfünun’daki öğrencilik yıllarına dair güzel bir anekdot paylaşır:

1920’lerin son yılları… Yüksek Muallim Mektebi’nden dört talebe, ileride dizinin dibinde çalışmayı da hesaba katarak, şöhreti genç yaşta âfakı tutmuş Fuat Köprülü’nün (ö.1966) Darülfünûn’daki odasına gidiyorlar:Abdülbaki GölpınarlıPertev Naili BoratavZiya KaramukOrhan Şaik Gökyay. Hangi dili bildiklerini soruyor üstad. Kimi İngilizce, kimi Fransızca diyor. Orhan Şaik hocanın bildiği herhangi bir yabancı dil yok ama menfi cevap verirse reddedilir korkusuyla “Almanca” diyor… Bir ay sonra herkese tercüme etmek üzere beyan ettiği yabancı dilden bir makale. Orhan Şaik Bey’e deSchacht’ın fıkıhla ilgili Almanca bir makalesi isabet ediyor.

(Orhan Şaik der ki): 'Almanca’yı ve müellifin adını bilmediğim bir tarafa, fıkhı da bilmiyorum! Yollara düştüm, gecemi gündüzüme kattım; hocalara sordum, sözlüklere baktım, makaleyi tercüme ederek teslim ettim. İki ay sonra yine tercüme edilmek üzere Almanca bir makale vermesinden anladım ki, hoca tercümemi beğenmiş! Almanca’yı öğrenmeye öyle başladım. Sonra Ahmed Paşa Divanı, sonra Kutubname. İkisi de yazma. Tez olarak bir Arap şairinin divanını çalıştım.İsmail Saib (Sencer) Efendi’ye, Şerafettin Yaltkaya’ya taşınıp durdum. Arapça’yı da böyle öğrenmeye başladım. Diğer arkadaşlarım da öyle. Bizi böyle yetiştirdi. Sonradan bazı sözler çıktı: Köprülü talebelerini istismar etti, onları çalıştırdı, kendi adıyla kitap yazdı filan. Çocuklar, ben onun istismar ettiklerinden, yani yetiştirdiklerinden biriyim. Keşke daha çok istismar etseydi… Köprülü’nün eserleri arasında, kütüphanesinin görünmez bir köşesinde ben de varım. Daha açık, herkesin anlayacağı şekilde söyleyeyim: Ben onun eserlerinden biriyim.”

Köprülü’nün yaptığı mülakatı kazanarak girdiği Yüksek Muallim Mektebi’nden 1930 yılında mezun olarak, idadi ve daha sonra lise öğretmenliği işine başlar. Memleketin dört bir yanında, liselerde öğretmenlik yapar. Fakat, Yüksek Muallim Mektebi’nde, hayatının dönüm noktalarından birini oluşturacak olan Nihal Atsız ile tanışmıştır. 1939’da Ankara Devlet Konservatuarı Müdürlüğü’ne tayin edilen Gökyay, buradaki görevini, 1944 senesinde, Nihal Atsız’ın başını çektiği Irkçılık/Turancılık davasında yargılanana dek sürdürür. Yüksek Muallim Mektebi senelerinde, ikisi de leyli olduğu için, aynı koğuşta kalan Gökyay ve Atsız’ın arkadaşlıkları, Gökyay’ın 1944 senesinde, 11 ay Tophane’deki ünlü Tabutluklar’da mahkum edilmesiyle sonuçlanır.

Nihal Atsız ile arkadaş olmak suçu dışında ona yapılan suçlamalardan biri de mektuplarından birinde “Türkiye’de Türk’ten gayrısının dost olmadığını” yazmasıdır. Gökyay savunmasında aslında “Türk’e Türk’ten gayrısının dost olmadığını” yazdığını söylemektedir, lakin, savcının ensesinde gene bir Nef’i belirir:

Son tahkikat kararında, benim mektuplarımdan birindeki; 'en yakın hadiseler Türk’e Türk’ten gayrısının dost olmadığını gösteriyor' cümlesini, 'en yakın hadiseler Türkiye’de Türk’ten gayrısının dost olmadığını gösteriyor' şeklinde tashih etmek suretiyle okuduğunu anlar ve yazdığını bilir geçinen, kendine güvenilir bunca yıllık bir edebiyat öğretmeninin hatasını herkesin içinde yüzüne vurmuştur. Her ne kadar hâlâ kendi cümlemin bu düzeltilmiş bozuk şeklinden bir mâna çıkaramadıysam da, asıl, halli ondan daha müşkül bir ukde olarak bunun sebebini kavrayamadığım için, esas hakkındaki mütâlaada benim mektuplarımdan alınmış ibarelere, aslında olmadığı halde serpiştirilmiş olan istifham işaretlerinden kafamı kurtaramıyorum.”

Gökyay, yıllar sonra katılığı bir TRT programında, bu hatayı yapan savcının peşini bırakmayacaktır. Orada da, sarih Türkçesiyle, savunmasında okuduğu cümlelere gönderme yaparak; “Herkesi sevmiyorum. Yalnız kendimizi, yani Türk milletini seviyorum. Çünkü bana tarih, bana bugünün gazete haberleri öğretti ki, Türk’ün kendisinden başka seveni olmaz” der.

Gökyay, Tabutluklar’da 11 ay yattıktan (ya da yatamadıktan) sonra beraat etti. Fakat cezası bitmemiş olacak ki, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Gökyay’ın mesleğe geri dönmesine uzun bir süre izin vermedi.

 

Devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/22389/ogretmenlik-gokyayda-bir-meleke-haline-gelmisti.html

 

Bu haber toplam 1259 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
  • Yavuz Bülent Bakiler, son yolculuğuna uğurlandı30 Eylül 2025 Salı 08:37
  • Güz Sonatı29 Eylül 2025 Pazartesi 13:14
  • Fatma Gülşen Koçak Hz Hatice’yi Anlattı23 Eylül 2025 Salı 11:20
  • Bursa: Şiir Şehir17 Eylül 2025 Çarşamba 12:09
  • Selim Cerrah Cihannüma Genel Başkanı oldu16 Eylül 2025 Salı 13:43
  • Genç Birikim dergisinin Eylül 2025 (279'uncu) sayısı çıktı.15 Eylül 2025 Pazartesi 11:47
  • Kaybettiğimiz Meçhul; Kendimiz11 Eylül 2025 Perşembe 14:21
  • Yaşayan Dil-Yaşatan Dil11 Eylül 2025 Perşembe 12:08
  • Modern Dünya İnsanın Hikayesi: Yokuşa Akan Sular10 Eylül 2025 Çarşamba 13:39
  • Şiir Ezber mi Bozacak Rahatsız mı Edecek?08 Eylül 2025 Pazartesi 10:43
  • Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim