Kimi dediğimizi ilk başta kabul etmez de gördüğünde bazıları ancak, inanır:
-Şehrimizde toplu ulaşım araçlarında halen kadının ayakta şehri içinde durması görülebilen bir durum değildir. Sonradan yetmeler bile ayağa kalkmaları için uyarılır.
Birçok şehir dolaştım, halen dolaşmaktayım: Konferans, Sempozyum, gezi, …
Gezdiğim şehirlerde kim koltuk parasını vermiş ise o oturur. Bizde kadın olması, yaşlı olması yeterlidir. Hele çocuklu kadın oldu mu ayakta bekletilmesi imkânsızdır.
***
Şehir insanının her gün yolculuk ettiği kısa mesafelerde hem parasını verip hem ayakta beklemesi düşünülemez. Belki şu öne sürülebilir:
-Sizde trafiğe uyan sürücüler çok az. Bizde yolcu araç dolu iken bindirilmez. Ondadır kimsenin ayağa kalkmadığı…
Bu itiraza yalan diyemeyeceğim de doğru olmadığını hemen söyleyeyim:
-Bizde trafik, her şehirde olduğu gibi yoğundur ve kurallara uymayan cezasını çeker.
***
Kimi tosuncuklar, insanları şehrine göre ayırır ve raconu ona göre kesmeye çalışırlar. Medyanın gedikli ak saçlı kimi zevatı da hala şehirleri bu sığ anlayışlarına göre değerlendirir. Onlara kalsa kimi şehirlere benzin döküp, o şehirleri yakmak gerek.
Etmeyin, yapmayın, sizde insaf olmaz da iş icabı, merhamet edin. Bizim yaşadığımız şehirlerde gittiğiniz marketler var, tiyatro salonları mevcut, parklar istediğiniz gibi sosyalleşmeyi(?) sağlıyor, en çok okuduğunuz gazetelerin nüfusa göre satışları da bizdedir. Bakın, burada da güneş doğar, burada da insan var, canlı var, nebatat var. Allah’ın arzı oldukça geniştir.
Dinlemez, bu taîfe. Mutlaka akıllarına koyduklarını yapacaklardır.
***
Mızıkçılıkları ile meşhur bu akıl daneler, mutlak surette bir kapı bulmaya ve belden aşağı vurmaya çalışacaktır:
-Sayemizde başkasına kul-köle olmadınız. Şimdi de nankörlük yaparsınız.
Vallahi kölelikten azad olunmakla beraber yeni bir kölelik versiyonu. Vatana-millete hayırlı ve uğurlu olsun. Bu zevat, bu ülkenin iyilik meleği mi ki burunlarını her işe sokmakla iştigal eder?
Her taşın altından çıkan bu zevata göre kendilerinden olmayanlar iktidar olmayınca her şey çürümekle karşı karşıya kalır. Yıllardır muktedir olmanızla ne kadar arpa boyu yol aldık?
Zevat, ağzından köpükler saçarak, etrafından yardım isteyerek, dönemin demir perde ülkelerine benzer hayaller kurar:
-Ya bu milletin hizmetçisi olursunuz ya da siz bilirsiniz ha!..
Zevat, kendisini daima beyaz bilir ve ömründe cephe görmemiş babalarının, dedelerinin bu toprakları nasıl bir olağanüstü gayretle düşmandan aldıklarını yerli-yersiz anlatmakta çok yetenek sahibi olmuştur:
-Biz Çanakkale’de, Ardahan’da, Edirne’de yurdun dört bir yanında vatanımızı korumak için her şeyimizden vazgeçtik.
Fessubhan-Allah!.. Ölen hep halk çocuğu olur da kendileri bundan şeref-yab olur:
-Dedeniz, hangi savaşa katılmıştı, beyzadem?
Cevap vermesi gereken hakarette bulunmak için saldırıya geçer:
-Biz var ya biz…
Ayıp olmazsa “Otur lan yerine… Bu topraklar için ölen biz olduk, perişan biz olduk. Sen kimsin be bisküi çocuğu?” denilebilir. Gerisini varın siz getirin.
Halen yola, suya, elektriğe yabancı yerleşim alanları var ve siz kalkıp hikâyeler okursunuz.
***
Bazen kimi şehirlerin kurtuluş günleri düzenlenir. Bir Hanım,akademisyen, bulunduğu şehrin düşman işgaline uğramadığını seneler sonra tespit edip, belgelemiş ve bu şehrin kurtuluş günü bulunmadığını, düşman tarafından istila edilmediğini, doğal olarak bu tespit sonrası da kurtuluş günleri artık düzenlenmemiş.
Acaba, geçmiş tarihte kalan kurtuluş günlerinde zevat, bu şehrimiz için neler demiştir? Keşke bu kayıtlardan çıkarılsa…
-Aziz Mardinli Hemşehrilerim!.. Biz, düşmanla boğaz boğaza gelerek, şu gördüğünüz kaleyi vermedik ve ceddimiz ölümü, şehid olmayı göze almıştır!...
Fessubhan-Allah!.. Ortada şehid olan da yok, savaşan da yok…
Mardin’i işgal eden olmamış.
Asıl işgalciler halk adına kendisini yetkili ve etkili görüp, hareket edenlerdir.
Şimdi Mardin’in düşman işgaline uğradığın söyleyen ortaya çıksın da boyunun endazesini alalım…
***
Güya Urfalı-Rehalı isot tarlalarına düşman girince işin ehemmiyeti algılanmış.
Sütçü İmam, Fransızlara ilk kurşunu sıkan kahraman iken, İzmir’de düşmana ilk kurşunu sıkıp sıkmadığı meçhul Gazeteci Tahsin, nasıl kahramanlaştırılır?
Sahi İzmir’in alınışında bayrağı ilk diken kimdi? Bu zat nereliydi?
Allah’tan süt satanın imamlıkla bir alakası yoktur ve adamın ismi imam imiş. Çoğu kişi kendi halinde olan bu zatı İmam bildiği için mutlaka kendisinden bahsedilince hamasî nutuklar irad etmiştir:
-Sevgili Kahramanmaraşlılar!. . Medreseliler Fransızlara karşı koymuş, Sütçü İmam gerekeni yapmıştır…
Peki Sütçü İmam, neden işgale karşı çıkmıştır, ilk kurşunu sıkmıştır?
Buna cevap vermek her babayiğidin harcı değildir.
***
Arada bir tatlısu Frenkleri, köşelerinde bir şeyler karalar durur. Gaye, vatana-millete hizmet kabilinden çerezler ikram etmektir. Bu çerezler arasında ne arasanız mevcut. Bu ülkeye intizam vermekle kendisini görevli hisseden, sadece vatanın kendilerinden sorulabileceği hissini karşı tarafa empoze eden yazıları okuyunca, gülmemek elde değil, tebessüm bu tatlısu frenklerine az gelir.
***
Bir camii avlusuna girerler, camii içine girdikleri görülmemiştir. Karşısında bulundukları düşünceye hayat hakkı tanımayanlar, alkışlarla kaldırdıkları cenazeyi kabir yanına kadar getirir ve beklerler. Siyahlara bürünmeyi matem, siyah gözlük takmayı adetten bilenler, ölümün yakıcı, kavurucu mesajına karşı dünya ile sınırlı hayatlarına sımsıkı tutunur, öldükten sonra yok olacaklarına kendilerini ikna ettikleri için daha bir ürperir ve korkarlar.
Onlar, kendi eserleri gördükleri günümüz yaşantısına her yönüyle muhalif kesildikleri milletin değerlerine karşı olmayı, varoluş gereği bilirler.
Onlar, yeryüzünde ebabilden başka kuş bilmedikleri için serçeyi kelebek olarak mı bilir?
Onlar, hayatın yemekten ve içmekten ibaret olduğunu sanır ve yaptıklarının inandıkları değerler ne ise ona iman ederek, aldıkları eğitim gereği yüzlerini kıble bildikleri batıya çevirir, anlaşılmaz örgülerle şekillenen yaşantılarına dört elle sarılır, güneşin aydınlığında mum ışığına sahip çıkar, sanatın her kolunda kendilerini ispat etmeye çalışarak, ruhlarındaki ibadet etme boşluğunu doldurmaya uğraşır, bazen intiharlarla bu boşluğu doldurmak ister.
***
Mevlana’yı istemezler, sevgi çemberinden eksik olmazlar.
İstiklal Marşı’nı okur, şairinden uzak dururlar.
Ayasofya’ya imrenir, Sultan Ahmed’i görmezlikten gelirler.
Oruç tutmazken Ramazan eğlencelerine, direklerarası tuluata, kantolara tutkundurlar.
Kurban kesmez, hayvan haklarını öne sürer, biftekten-pirzoladan vazgeçmezler.
İnsanlığı açlığa mahkum eden ağabeylerine ses çıkartmaz, yeşili koruma kampanyalarına sığınırlar.
***
Kimi zerzevat kabilinden bazısı vardır ki hem nalına hem mıhına vurmayı ihtiyaç bilir.
Anlı Şanlı Tarihe kapılanır, her şeye bakarken inanç kapısından girmeyi kabullenmez, Şamanist geleneğe devam eder.
Onları anladık da insanları milletine göre değerlendirip, kendilerini “la-yusel” ilan edenler, burnundan kıl aldırmaz.
***
Vallah kurban, Allah’ın dediğine iman etmiş insanlarız. O’nun dediğini kabul etmişiz. Hangi dilden hangi ırktan, hangi coğrafyadan olursa olsun, herkese Yaradan’dan ötürü muhabbetimiz vardır.
Bizim için önce insan olmak ve önce erdemli olmak gelir.
Vallah kurban, biz medeniyetimizin bağlılarıyız.
Vallah kurban, bizim dünyamızda kula kulluk haramdır, insana saygısızlık haramdır, çevreye, tabiata, canlı ve cansız her varlığa zarar vermek mubâh değildir.
Vallah kurban görmekteyiz ki bizi Arabî değerlerle yerden yere vuranlar, çalanlar var. O, başka bir coğrafyada dünyaya gelseydi, bizi yine kabullenmezlerdi. Türk-Kürt-Çerkez-Boşnak-Arab-
Elbette milletimizi severiz de başka milletlerden üstün olma anlayışımız yok, bizim.
Vallah kurban, nerede bir haksızlık var ise onun karşısındayız, elimizle, dilimizle, kalbimizle.
İçine kapanık, dünyada olana ve bitene seyirci kalmak ve bana dokunmayan yılana saygı göstermek, geleneğimde olmayan bir durumdur, açıkçası.
***
Bizi biz yapan değerler ithal edilemez, taklit edilemez. Baksanıza yeni türedî yetmeler, yazdıklarımızı ha bire tenkit eder, durur. Onların dili var bize benzemez, giyimi var bize benzemez, yemeleri-içmeleri bile bize yabancı. Aynı topraklar üzerinde yaşamamızda bir gariplik sezilmez mi? Onlara göre biz fazlayız. Sevsinler, sizin vatan sevdanızı ve ülke çıkarlarını savunma hareketinizi.
Onlar, ağabeylerinden bilirler. Onlarla bir olmadıkça, kendileri yaratılışları gereği bizi ne edebiyatta ne sanatta kabullenir. Hoş, bizim de böylesi ne edebiyata ne sanata ne sinemaya ne tiyatroya ne ödüllerine ihtiyacımız var.
Onları bıraktık da bizimkilere ne oluyor?
Meğer ağacı yıkan balta değilmiş,ağacın içindeki kurt imiş!..
29.10.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.