Şam’ın arka mahallelerinden birinde, bodrum katında kaldıkları apartmanın duvarları yıkık, moloz yığınına dönmüş arka bahçesinde kırık dökük oyuncakları ve boş mermi kovanlarıyla oyun oynamışlardı o gün de yıkımlardan, kandan, acıdan geriye kalan ufak neşeleriyle. Geçen yıl babaları ve ağabeylerini, üç ay önce de kendilerine sahip çıkan dayılarını kaybetmişlerdi katliamlarda. Anneleri Sümeyye her gün birkaç parça yiyecek ve yarım bidon su getirebilmek için saatlerce dolaşıyor, akşam karınlarına biraz yiyecek girerse şükrediyorlardı. O gün de kendilerini çok şanslı hissettiler, birkaç tane bayat somun ve çok az da olsa süt bulmuştu anneleri. Akşam süte doğrayıp ekmeklerini, yemeklerini yediler ve erkenden uyudular.
Gecenin belirsiz bir vaktinde önce garip bir uğultu ve ıslık sesi gibi bir vınlama ile uyandı Hüseyin, birkaç saniye sonra da korkunç bir patlama sesi yankılandı harabenin duvarlarında. Küçücük ciğerleri alev solumaya başladı ardından, nasıl da yakıyordu, nasıl da içi kavruluyordu. Çaresizce etrafına bakındı, işte kardeşlerinden biri az ötede kaskatı kesilmiş, diğeri ise kıvranarak can çekişiyordu, sanki eli yüzü bembeyaz olmuş gibi, ağzından köpükler geliyor, çırpınıyordu tek bir nefes alabilmek için. Sonra annesini gördü, yavrularına ulaşmaya çalışıyor, bir yandan da kelime-i şahadet getiriyordu anacığı. Bir tek nefes için neleri vermezdi şimdi, tek bir nefes, ağzı, boğazı, ciğerleri kavrulmadan tek bir nefes. Heyhat, sadece kesik kesik, azar azar, hani öldürmeyecek kadar yakıcı hava giriyordu ve her girişinde içini tel tel ayırıyor, körpecik ciğerlerini parça parça yakıp kavuruyordu. O sırada başucuna gelen annesine bir kez daha baktı çaresizce, “annem” demek istedi, sesi çıkmadı, yandı boğazı, “annem” diyemedi bir daha. Sadece annesinin telkini ile şahadet getirmek istedi, ona da sesi, nefesi yetmedi.
Devamı: https://www.maarifinsesi.com/savaslarin-en-masum-kurbanlari-cocuklar/






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.