Gittikçe artmaktadır, yalnızlığımız söylenen sözlere bakıldığı zaman. Nerede kaybettik, kimliğimizi ve nerede aramaktayız, bulmak istediğimizi?
Gittikçe artan yalnızlığımızı, bir bardak suya koyup seyretsek ve kararımızı versek…
Yalnızlığın çelikleşen kollarında gittikçe daraltılan çemberde kalkıp kendisini sorgulamayanın, bir başkasını eleştirmeye hakkı olur mu?
Neden gökyüzünün masmaviliklerinde kanat çırpmaktan uzaktır, gönlüm ve neden herkes mutluluğun şahikasındayken bana düşen hep hüzün oluverir, yağar gökten?
Ben hangi fincancı katırlarını ürkütmekten cezalandırıldım da bulunduğum mezarlık değildir?
Hangi suyu olmayan göle maya çalmak üzere Nasreddin Hoca kılığına sokulup alkışlandım da külahsız resmedildim, kameralarca?
Durup kendimi sorgulamam lazım, olana bitene dair ve günahlarıma artık ortak aramaktan vaz geçmeliyim, ikindi vaktinin gittikçe aydınlığın yerine akşamı davet eden deminde.
-Kendimi sorgulamasam olmaz mı bayım?
Hayır, kim ki kendisini sorgulamazsa, insanlığın altında bir değere sahiptir.
-Peki bayım, neden akbabalar dönüp durur, gökyüzünde?
Mevsim yaz ise havalar sıcak olur, doğal olarak. Ölen canlıları ortadan kaldırmak ve temel temizlik vazifesini yerine getirmek, akbabaların bir görevidir, açıkçası.
-Bayım, bu akbabalar, kanatları büyükçe olandan değil ki?
Anladım, belki gördüğün kara akbabadır.
-Kesinlikle bayım, kast ettiğim akbabalar kuş değildir!.
Ne ola peki, bu akbabalar? İnsan suretinde olan akbabaları kast ettiğini anladım. Yanlış mıyım? Ölenlerin de insan olduğu malûm, böylece.
-Evet bayım, keskin bir bakış açınız var, açıkçası. Tebrik ederim.
Tebrik etmeyi bırak da akbabalar, ölen canlıların üzerine kara bulutlar gibi çökerken arada çakallar da bulunur. Senin görevin ne ola, bu esnada?
-Ben, barış elçisiyim, Bayım. Tarafların uzlaşması için aracıyım. Aracıya zeval olmaz,anlayacağınız.
Hımmm!.. Maaşını kimden almakta isen, sen onların beslemesi durumundasın, açıkçası. Zulmün olduğu yerde haksızlığa mani olamıyorsan, haksızlığa dair kalbinden buğzetmen lazım, nefretini en az kalbinde ifade şarttır, bu durumda.
***
Kopuyor, bağlantı ve yeryüzünde yağmur yerine yağan bombalardır, aşağıda rahmete açık ellere düşen şarapnel parçalarıdır. Her yer toz duman. Çığlıklar, feryadlar, son nefeslerini verenlerin yükselen ahı, koşuşturma, düşenler ve kalkmayanlar, olduğu yerde duranlar, enkaz altında kalanlar, gözü açık gidenler, kanla yıkanmış bedenler, paramparça…
Efektler değildir, göze-kulağa akseden. Yer bir sinema salonu, değildir, asla. Canlı canlı savaş sahnelerinde buluşanlar, tümüyle doğal olanı seyre dalarken insan olma duygusu yerlerde sürünmektedir ve bazıları zayiatın kaç olduğunu sorar, sorumlulardan:
-Bu gün skor kaç?
-Efendim, dün hesapladığımızın bir katını geçtik.
-Barajı aştınız. Tebrik ederim.
-Efendim, insanî yardıma başlayalım mı?
-Ne demek, biz yaralıları öyle bırakamayız, ortalık yerde. Kameralarınızla bunu tespit edip, servis yapınız. Gecikmeyin, çabuk olun.
***
Gözden düşen damlalar, yanaklarımda derin çukurlar açmalıydı, ağladıkça. Bu ne utanmaz yüz ki gözyaşıma yanaklarımda yol açmaz, doktor?
-Sakin olun beyefendi? Bilmekteyim ki siz psikolojik temelli sıkıntılar içindesiniz.
Doktor, insanlar bile bile öldürülmektedir, dünya seyirci kalmaktadır, gitmesi gerekenler yerinde duruyor.
-Yaşla kuru beraber yanar.
Doktor, nah şuram ağrıyor. İçim kan ağlamaktadır, bana hikâye anlatma.
***
Her yer yıkık ve harap. Taş üstünde taş kalmamış.
Yarın ortalık durulunca imara el atacaklar.
İnşaatlar yükselecek, göklere.
Yıkan da yapan da aynıdır, bilmekteyim.
Şair, Frengistan’ı dolaşırken kaşaneler gördüğünü belirtirken, Mülk-i İslâm’da ise viraneler gördüğünden dolayı muzdarib idi, bir şiirinde.
Nobel ödüllü alanlar, barış ödülleri ile vitrin dolduranlar neredesiniz?
***
Yaşlı ve bitkin yazar, yerinden kıpırdamak istedi, aniden:
-Bana kâğıd ve kalem getirin!..
Getirilen kâğıd ve kalem, birlikteliğinde arkasına dayandırılan yastığa kamburumsu sırtı gömüldü. Titrek eliyle tuttuğu kalemi, kâğıd üzerinde gezindirmeye başladı:
-Rabbim, onları sana şikâyet ediyorum!..
***
-Hocam, bu hikâyeyi dergide yayınlayamam. Dergimi kapatırlar.
-Kim kapatacak dergini?
-Bizden iyiler!..
-Peki bu yazı yayınlanmayacak mı, hiçbir yerde?
-Sanmam…
Beş sayfalık hikâyeyi, usulca ceketinin iç cebine bıraktı ve derginin yayıncısına döndü:
-Peki dergiyi çıkarırıken daima bizden yazı beklerdiniz, haksızlığa, zulme, her türlü kandırmaya ve kandırılmaya karşı çıktığınızı söylerdiniz. Ne oldu, ilkeleriniz?
Masada duran yayıncı, başını salladı, iki tarafa:
-Yazınız, adeta isyan kokuyor, öykü desen değil, makale desen değil. Deneme olamaz.
Yazar, çıkarken ağzına geleni söyledi, sansürsüz ve ekledi:
-Hay sizin sanatınıza, edebiyatınıza. Dergiciliğiniz batsın, sizin!..
26.06.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.