Söyleşi / Fahri Tuna
Şair Ercan Yılmaz’la 40 Soruda ‘Ada’
1- Ercan? Bazen ben kimim diye sormuyor değilim. Kim Ercan? Biri Türkçe diğeri Farsça iki heceden müteşekkil bir kelime.
2- Ercan Yılmaz? Hilmi Yavuz ‘söyleyin, ben yüzümle kimin yüzü gibiyim’ diyordu bir şiirinde. Ercan Yılmaz da aynı soruyu soruyor. Ve başka soruları kendine:
-Ne görüyorsun?-Görünmeyeni.
-Nereye gidiyorsun?-Rüyâ Kasrı’na.
-Nerede konaklayacaksın? -Uçurum Oteli’nde.
-Kimsin sen? -Ben onun sılası kendimin gurbetiyim.
-Başka?-Akşama doğruyum ben.
-Başka?-Ben, benden gayrı her şeyim.
-Hocan kim?-Sebepsiz hüzün.
-Mektebin?-Loş odalar mektebi.
-Bu gözümden bakan ne?-O
3- İlimbey? Benim köyüm. İlim Bey. Sabahları ferahfeza ayini. Akşamları pastoral senfoni. Babamın alın teri düşmüş bahçeye. El emeği, kalp ışığı... Narçiçekleri. Herbirinde bir arı. Ballar balı için işte. Çiçekler nara dönüşecek... Mürekkep yalamış ortancalar. Sabah namazı vaktinde öten serçeler, sakalar, kırlangıçlar... Akşamları gelen incirkuşları. Kırmızıya çalan erikler. Can erikleri... Bahçenin kızıl küpeli kızı vişne. Dut ağacı; zamanı dut ağacı gibi silkelemek için... Ve akşamsefaları. İkindinin gagasındaki deliklerden geçen rüzgâr. Uzaklardan gelen çıngırak sesleri. Domatesler, biberler, salatalıklar... 'Olma'ya durmuş Santa Maria armutları. Hanımeli kokusu, câna şifa. Kara lahanalar. Ihlamurların parmaklarımda bıraktığı iz, tenime sinen kokusu. Meyve vermeyen kayısı ağacı. Eğrelti otlarının salınışı. Boy boy mısırlar. Bellenen toprak. Serin üzüm çardağı. Hâşim'in iri gülleri. Zamanı geçmiş zambaklar. Fasulyeler, kabaklar... Harman kirazı, sert. Kirazları kuşlarca yenmiş ağaçlar. Kalbi kararmışlara, canı sıkkınlara, ümitsizlere, şükürden uzak kalanlara, küskünlere, kendini unutanlara, aşktan beri olanlara iyi gelen bir bahçe... Dağlara bakmakla geçirilecek bir yaz için... İlimbey, dedem Murat Yılmaz'dır benim için büyük ölçüde. Ve elbette babam. Ve mazinin o şehrayine dönüşen günleri.
4- Geyve? Geyve’de içtim anamdan ilk sütümü. Geyve’den dünyaya baktım. Sarışınlığım Geyve’den hatıra. Oradan düştüm dünya denen kuyuya.
5- Sapanca? Sapanca için ne söylesem az. Benim dünyada en çok olmak istediğim yer. Bir bellek mekânı.
L’annonce faite à Marie’de Violaine ile Mara arasında şu diyalog geçer:
Violaine (kör): ˗ Duyuyorum…
Mara: ˗ Ne duyuyorsun?
Violaine: ˗ Şeylerin benimle birlikte var olduğunu.
Heidegger’in ‘Ben o varlığım ki dünya benimle vardır.’ cümlesiyle tastamam örtüşen bu sözler, benim Sapanca’ya bakışımın öte’den beri belirleyicisi, bir anlamda açıklayıcısı olmuştur.
Hakiki bir bireyleşme duygusu yaşadığımı söylemeliyim Sapanca’da; -belki her şeyin benimle var olduğu hülyası. Hülyâ diyorum, çünkü düş ile gerçeğin neredeyse ayırt edilemeyecek derecede birbirinin içine girdiği bir mekân Sapanca.
Hilmi Yavuz’un mısralarını biraz değiştirerek söylersem:
‘Zaman balkıyor Sapanca’ya
bilinen budur
ve şiirdir adı…’
6- Uzunkum?Her zaman bir şiir ismi gibi gelmiştir bana ‘Uzunkum’. Varlığımızın sahilinde, üzerinde gölgelerin dolaştığı ve güneşlendiği altın kumlar.
7- Gölbaşı? İçinde ‘göl’ geçen her kelime beni heyecanlandırır. Gölbaşı da onlardan biri. Göle ayaklarımı ilk defa soktuğum yer. Ve elbette sazlıklar. O kamışlıktan koparmışlar işte beni de. Akşamları ben de orada, Gölbaşı’nda bir kamış olsam keşke. Hâşim’in ‘Göl Kuşları’nı seyretsem. Günbatımına karşı hüznün kitabını yazsam…
8- Arifiye? Arifiye, bir ara-mekân benim için. Durulan değil ama geçilen yer çoğu zaman. Akrabamın bir kısmı orda.
9- Arifiye Tren İstasyonu? Arifiye’den trene binip hem Doğu’ya hem de Batı’ya açıldığımız günler. Arifiye benim için büyük ölçüde tren istasyonudur. İstasyonun içindeki evler, insanlar, mekânlar sanki başka bir dünyayı işaret eder bana. Trenlerin o büyülü dünyası… Kimler yaşar oralarda, neler yaparlar, neler düşünürler? Arifiye Tren İstasyonu olmasaydı içimden hiçbir tren geçmeyecekti.
10- Arifiye İl Ormanı? İl Ormanı, hatırlıyorum, ilk defa orta birde gördüm. Okul, gezi düzenlemişti, bir şölendi, dünyayla tensel olarak ilk temasımdı. Ve gölü temâşâ edişimdi bir varlık tepesinden. Çamların kokusunda bilinmez âlemlere dalışımdı…
11- Arifiye Köy Enstitüsü? Köy Enstitü’süne kayıt yaptırmaktan son anda vazgeçtim. Şimdi sebebini hatırlayamıyorum ama çocukluğumda orası başka bir âlem gibiydi hem benim hem de bizimkiler için.
12- Arifiye ve Orhan Veli? Orhan Veli, eğer Adapazarı doğumlu olsaydı herhalde Arifiye Tren İstasyonu’nu kendini mekân olarak bellerdi. Trenlere bakar bakar ağlardı. Ve sonra çarşıdaki o esnaf kahvehanesine (eski pazarın bitişiğindeki) gider, orada çay içer ve bitpazarındaki insanların şiirini yazardı. Sonra o şiirleri Arifiye İstasyonu’nda duran trenlerin pencerelerinden sarkanlara verirdi. Evet, tastamam böyle olurdu, Orhan Veli buralı olsaydı.
13- Dörtyol? Dörtyol’daki keşmekeşi nasıl hatırlamam. Şehirlerarası otobüsleri, otobüs bekleyen yolcuları, geceleri, kokuyu, korkuyu, oraya çalışmak için giden yakınlarımı bugün hâlâ burnum sızlayarak hatırlarım. Dörtyol da diğerleri gibi çocukluğumdur; kanayan çocukluğum…
14- Beşköprü? Hayâllerimi kışkırtan mekânlardan biri daha. Orada bir gün bir şeyler olacak ve o bir şeylerin altında benim de imzam olacak diye hissediyorum. Bugün öyle kenara itilmiş gibi durmasına gönlüm razı olmuyor.
15- Maltepe? Çocukluğum Hızırtepe’de geçti. Maltepe başka bir ülkeydi bizim için. Daha sonraları o tepeden kimbilir kaç defa seyrettim aziz Ada’yı.
16- T.E.K.? Sezai Karakoç bir şiirinde galiba Lâleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız demişti. Ben de TEK’ten dünyaya doğru giden bir otobüsteyim daima. Benim için gurbetin kapısıdır TEK; ‘tek’ olmaklığımın kapısı. ‘Kendimin gurbeti’ değil miyim ben de?
17- Hızırtepe? Âh hatırası kalbe ışıklarla dökülen çocukluğum, ilk gençliğim… Kırklara karıştığım tepe. Yeşillendiğim tepe. Varlığımın halkalarını saydığım tepe. Göğe baktığım tepe… Mahalle kavramını orada öğrendim ben. Tarhana, salça ya da yufka kokusunu orada duydum. Orada kandil akşamları bir şölene dönüştü, ramazanlar ruhumda ölümsüz bir tat bıraktı. Babamın işten dönüşünü orada bekledim, annemin sarma sarışını orada seyrettim. Kardeşimin beşiğini orada salladım, orada dut silkeledim. Sokaklarında futbol oynadım Hızırtepe’nin, okulunda dirsek çürüttüm, incirlerine meftun oldum… Arkadaşlarımla hayattan orada saklandık, sevdik, sevildik, ağladık; kalbine dokunduk zamanın…
18- Erenler Tepesi? Erenler tepesi, çocukluğumda arkadaşlarımla sık sık futbol oynamaya gittiğim bir yerdi. Ve elbette Hıdrellez şenlikleri için.
19- İzmit caddesi? Nedense İzmit Caddesi’nin öyle kalıcı bir izi yok ruhumda, hafızamda.
20- Yenicami? Yenicami. Ada’nın kalbine dokunduğum yerlerinden biri. Oradan tarif ederdik ve tanımlardık Ada’yı. Yenicami kavşağı, aslında hayatın kavşağı değil midir Adapazarlılar için.
21- Sait Faik? Sait Faik Adapazarı’nın ruhudur, süsüdür, özlemidir. Ben, Sait Faik’e Adapazarı’nın sahip çıkamadığını düşünüyorum. Dünyanın başka bir yerinde böyle bir yazara sahip olan bir şehir herhalde en az on müzesini kurardı onun.
22- Sait Faik sokak? Sait Faik sokağından geçmek onun tüm öykülerini okumak gibi bir şey; yeniden yaşamak gibi. O sokaktan ‘insan’a çıkılır ve Ada’ya; daima…
23- Tanyeri Kurukahvecisi? Tanyeri. Neyin ‘tan’ yeri. Elbette muhabbetin, gönülle düşünmenin. Tanyeri’nin koku lügatinde sadece bir koku var: ‘Kahve’ kokusu. Dil’den ziyade Söz’e yakın. Üç nesildir süren bir gelenek. Aslında asırlardır süren bir geleneğe Osmanlı’nın son dönemlerinde eklemlenmiş Tanyeri. Ada’nın ‘pazar’ olmasında onun da payı var. O eski dükkânın ve geleneğin hatıralarıyla dolu bir mekân. Küçük bir kahve müzesi desek mübalâğa olmaz. Orada, o dünyanın tadını içeren kahveden bir katre nûş eyleyip, yine dünyayı temâşâ etmek. Zihni de kalbi de ayık tutan bir iksir sayesinde hayata bakmak. Kendini bilmek’e giden yolda. Siz bakmayın esritiyor demelerine. Başka bir türlü esrime bu. Kendine-gelme gibi bir şey. Uçan adam gibi; kendinden çıkıp asıl ‘kendi’ne varma. Esnaf bir ailenin ferdi Ertan Abi. Meş’aleyi devralanlardan yani.
Dükkânın/mekânın bugünkü hâli biraz da onun eseri. Maziye nostalji unsuru olarak değil, şimdiyi ve geleceği inşâ eden bir unsur olarak bakıyor çünkü Ertan Abi. Bu ‘sahih’ tavrı gösterenler artık o kadar az ki!
Tanyeri, biraz attar, biraz kahve müzesi, çokça muhabbet meclisi. Ve iki haftada bir yaptığımız ‘fikir tulûatı’nın vazgeçilmez mekânı. Oturun küçük ahşap masalara ve ‘dünyanın tadı’na râm olun. Ve elbette ‘dünyanın ruhu’na. Eğer roman yazmayı becerebilseydim, kahramanımı her gün buraya getirirdim. Sait Faik’in ruhu orda; -hep aynı masada. Ertan Abi’nin sıcak sohbetiyle, şuurlu tavrıyla ısınan mekânın poetikası yazılmalı elbet. Yeşil mürekkeple ama…
24- Faik Baysal ve ‘Sarduvan’ı?
Faik Baysal zarif kaleminden Sarduvan’ı okumak büyük bir keyif. Şimdilerde Serdivan’da ikamet ediyorum ben; sanki o roman benim evim…
25- Gümrükönü? Çocukluğumun ‘çarşısı’nı ‘Gümrükönü’ diye bellemiştim. Minibüslerin gittiği yer orasıydı çünkü; -Gümrükönü. O eski minibüslerle Gümrükönü’ne gitmek; ne kadar hüzünlü şimdi o günleri hatırlamak bile…
26- Ercan Yılmaz’ın ‘Ada’sı? Adayı sevmek için 20 lirik sebep yazmıştım vaktiyle. İşte onlardan bazıları. Çark Mesire, Sakaryaspor, Uzunçarşı, Gar, Orhan Camii… Her zaman bir başka Ada vardır ya benim tek Ada’m var; o da burası!
27- Orhan Camii? Orhan Camii.. 1323-25'te 'Orhan Gazi'nin buyruğu ile yaptırılmış' bir ara dönem mimarîsi, ara zaman... Ada'nın içinde Ada burası. Ada'nın göbeğinde.. Ada'da zamanın göbek taşı (belki de Zaman’ın göbek taşıdır Ada). Sadeliğin ihtişamı. Sehl-i mümteni.
28- Çarşılar? İlle de Uzunçarşı? Alın size bir şiir ismi daha: ‘Uzunçarşı’. Kahve kokusu, eski dükkânları ve insanları ile geleneksel olanı hâlâ devam ettiren böyle bir mekânın varlığı beni nasıl bahtiyâr ediyor bir bilseniz.
29- Çark Caddesi? Çark Caddesi’nde yürümeden anlaşılmaz Adapazarı. Her şey oraya akar ve orası her şeye. Bellek mekânlarından biri daha. Cadde’nin sosyolojisini araştırmak çok kışkırtıcı sonuçlar doğuracaktır elbet.
30- Çark Mesire? Neredeyse hepsi birer musikâr olan çınarlar, havzı hayâle dönüşen su ve siyah kuğular…
‘Mekân-ışık’… Burası bir 'bellek mekânı', şehrin hafızası, şehrin kolundaki saat, boynundaki gerdanlık, dilindeki söz, kalbindeki aşk, gözündeki yaş…
31- Hilmi Yavuz’un Adapazarı? Hilmi Yavuz, Çark Mesire’nin havuzunda yüzünü seyreden narkissoslardan biridir. Ada, onunla daha bir hüzün şehri.
32 - Necati Mert? Necati Mert, Adapazarı deyince aklıma ilk gelenlerden biri; içimi ilk titretenlerden. Havuzlu Çarşı’da mekân tutuşu, hikâyesi, sohbeti ve Ada’nın yitik zamanının peşinde oluşu hepsi birer şiirdir benim için. Hele o ‘Hikâyem Adapazarı’ kitabı…
33- Fatma Çolak? Fatma’nın ‘su güncesi’ni Ada’da tutup tutmadığından emin değilim. Ama kalp güncesini burada tutuyor. Onu tanımış olmakla kendimi çok bahtiyâr ve talihli saydığımı söylemeye bilmem gerek var mı? Ada, biraz da onunla Ada benim için. Belki de şöyle demeliyim: O, Ada içinde bir Ada…
34- Zeynep Arkan? Kayıp bir şiir benim için Zeynep. Furkan’da kahve fasılları, şiir üzerine tartışmalar, hatıralar. O, Ada’nın renklerinden biri. Ada var mı ama onun şiirinde, Fatma’nın şiirinde, benim şiirimde. Garip!
35- Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesi? Bu okulun yakın gelecekte Adapazarı’nın talihini nasıl değiştireceğini görecek herkes. Açılmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim. Ve özel bir teşekkür beni bu okul için Ada’ma çağıran sevgili Sedat Akçakoyunluoğlu’na.
36- Ayşenur Gülsüm? Cemil Meriç Sosyal Bilimler’in 1 numaralı öğrencisi. O cadıya söz vermeseydim belki de şimdi burada değildim. Ada’nın müstakbel yazarlarından biri. Hepimizden çok o yazacak Ada’yı.
37- Uğur Erden? Uğur da tıpkı Yasin gibi, Celâleddin gibi, Emir gibi, Tuğbalar ve diğerleri gibi ilk göz ağrım. Onlarla gurur duyuyorum. Ada’nın ekmeğini yediler, suyunu içtiler. Vefayı çok iyi bilirler.
38- İsa Karabaşoğlu? İsa, delidir, bildiğiniz deli. Ne yapacağı hiç belli olmaz. Bakarsınız ileride buranın milletvekili bile olur. Benden söylemesi.
39- Sinem Torun, Emirhan Tezer ve diğerleri? Yeni öykü ve şiirleriyle geliyor çocuklar. Ada yakın gelecekte bu çocukları konuşacak ve bu çocuklarla da anılacak inşallah.
40- Fahri Tuna ve ‘Ada’sı? Şehri için bu kadar koşturan, çalışan, didinen bir adam daha var mıdır yeryüzünde. Ada’nın kültürel belleğini oluşturuyor incelikle. O belleğin ne anlama geldiğini gelecek nesiller çok daha iyi anlayacak. Fahri Tuna’nın anlattığı mekân, insan, olay artık alelâdelikten kurtulmuş özel olarak hafızanıza nakşolmuştur.
Ercan Yılmaz
Ercan Yılmaz, ‘ilk göz ağrılarım’ dediği Sakarya Cemil Meriç Sosyal Bilimler
Lisesi’ndeki ‘Edebiyat’ sınıfıyla-2010 (soldan oturanlar) Tuğba Öztürk, Pelin İşcan
(soldan ayaktakiler) Ayşenur Gülsüm Tuna, Uğur Erden, Ercan Yılmaz, Tuğba Erol.
‘Hilmi Yavuz 70 Yaşında’ Programı için Adapazarı’nda yemekte.2006
(Soldan) Ercan Yılmaz, Hilmi Yavuz, Esat Pınarbaşı, Osman Nuri Zengin, Fahri Tuna.
Uçaktan Adapazarı merkezi-1963 (Fotoğraf: Hayri Yazıcıgil, ABB Arşivi)
Adapazarı Tren İstasyonu - 1901 (Fotoğraf:Ardachbe D. Papazian - ABB Arşivi)
02.03.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.