Metin Önal Mengüşoğlu, Mağrur Öfke: Necip Fazıl’da (Okur Kitaplığı, 2013) eleştirel bir Necip Fazıl biyografisi yazmak istediğini söyler. Bunu kısmen yapar. Neden kısmen diyerek sınırlandırıyoruz? Çünkü kitap biyografik değil otobiyografiktir. Onda Necip Fazıl’dan ziyade Metin Önal Mengüşoğlu’nu okuruz. Adeta yazar kendi hayatını, düşünce tarihini, okuma serüvenini yazmış, onun Necip Fazıl’la ilgili kısmını ayrı bir kitap olarak yayımlamıştır. Mağrur Öfke, Necip Fazıl’ı değil, Mengüşoğlu’nun düşünce dünyasındaki Necip Fazıl’ı konu alır. Yoksa Necip Fazıl’ın hayatıyla ilgili bilimsel bir yöntem takip edilerek, tarafsız diyebileceğimiz şekilde yapılmış ayrıntılı bir çalışma değildir. Üstad nasıl ki Babıâli, O ve Ben, Benim Gözümde Menderes gibi kitaplarında kendini nasıl gördüğünü, başka ifadeyle tahayyül ettiğini yazmışsa, Mengüşoğlu da üstadı nasıl gördüğünü yazmış. Her iki çalışmaya da kendi Necip Fazıl’ımız için yollar bulmak gayesiyle bakabiliriz.
Bir kere Mengüşoğlu bütün üstadları sorgulamamız, onların söylediklerini düşünmemiz, ondan sonra katılıp katılmamamız gerektiğini belirterek başlar kitabına. Onda bilinçlenmek, düşünmek ve bilgilenmek birbirini besleyen, tetikleyen unsurlardır. Biri olmadığında diğerinde sıkıntılar başlar. Gerektiğinde eleştirmeyi veya takdir etmeyi de bilmeliyiz. Aslında Mengüşoğlu, Mağrur Öfke’de yukarıda söylediğimiz gibi kendi geçtiği yolları birer örnek olarak anlatır. Dayandığı noktalar Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerdir. Onlar dışında herhangi bir dayanak arayışı içinde değildir. Eğer üstadlar Kur’an-ı Kerim ve sahih hadisler dışında veya onlara ters düşecek bir şey söylerse, kabul etmemek, kabul etmediğini beyan etmek, hatta eleştirip düzeltmeye çalışmak gerektiğini söyler. Öyle oluncaMağrur Öfke’de yalnızca Necip Fazıl’ı okumayız, bununla birlikte Mengüşoğlu’nun fikirlerini de öğreniriz. Yani kitapta iki, hatta epey kişiyle karşılaşırız. En başta da Necip Fazıl ve Mengüşoğlu’nu görürüz.
Necip Fazıl her alanda yazmak zorunda kalır
Necip Fazıl’daki “öfke”yi sever Mengüşoğlu, önemli bulur, ona destek olur. Fakat “mağrur”luğa karşı tavrı olumlu değildir. Mengüşoğlu’nun dünyasında Necip Fazıl alkışlanmayı seven, eleştirilmeye tahammülü olmayan biridir. Üniversite yıllarında katıldığı Necip Fazıl’ın haftalık edebiyat sohbetlerine bu yüzden gitmemeye karar verir. Çünkü üstad soru şeklinde sunulan bir eleştiriyi bile kabul etmemiştir. Aslında niyetlerinin eleştirmek olmadığını söyler Mengüşoğlu. Necip Fazıl soruyu o şekilde anlamış ve aşırı tepkide bulunmuştur. Fakat bu olay bile Mengüşoğlu’nun Necip Fazıl’ı okumasına ve düşünmesine engel olmaz. Çünkü Necip Fazıl kayıtsız kalınamayacak bir kaleme sahiptir. Müthiş etkileyicidir, okuyucusunda tiryakilik oluşturan biridir. Mengüşoğlu sanki kitap boyunca ondan vazgeçemeyişiyle, vazgeçmesi gerektiğine dair kanaati arasındaki çatışmayı anlatır. Çünkü Necip Fazıl’ın dini konulardaki fikirlerine katılmaz. Onun kaynak göstermeden bilgi aktarmasına da karşıdır. Verilen bilgilerin kaynağına inildiğinde, sağlam olmayan rivayetlerle karşılaşılacağını da belirtir Mengüşoğlu.
Demek ki Mengüşoğlu, Necip Fazıl’ın çevresine, özellikle de gençlere dönük “mağrur” tavrını hoş karşılamamıştır. Buna belki bir süreliğine tahammül edilir. Fakat üstadın dini konularda tasavvufa aşırı bir şekilde bağlı olması, dayanması, her şeyi onunla açıklamaya çalışması, Mengüşoğlu’na göre araştırmadan, üzerinde düşünmeden yapılan bir şeydir. Mengüşoğlu’na göre üstad, Muhammed Hamidullah, Mevdudi, Seyyid Kutup, İbn Teymiyye gibi âlimleri de onların kitaplarını okumadan eleştirmiştir.
Tabii Necip Fazıl’ın hangi sosyal şartlar altında yazmış olduğunu da es geçmez Mengüşoğlu. Allah demenin suç sayıldığı bir zamanda Necip Fazıl haykırmıştır. Yazdıkları sebebiyle dergisi kapatılır, hakkında dava üstüne dava açılır ve hapse atılır. Belki de ayrıntılı okuma yapmaya vakti ve fırsatı olmamıştır diyerek Mengüşoğlu üstada özel bir parantez açar. O birkaç kişiyi veya birkaç bin kişiyi değil, milyonları etkileyecek atılımlar içine girmiştir. Büyük Doğu’nun çıktığı tarihlerde aynı konular üzerine kalem oynatan, dergi çıkaran neredeyse kimse yoktur. Aslında vardır ama onlar Necip Fazıl gibi kitleleri etkileyecek yayınlar değildir. Bu yüzden Necip Fazıl’ın işi, başlangıcında değilse de, ilerleyen yıllarda başından aşkındır. Her alanda yazmak zorunda kalır. Tarih, güncel siyaset, edebiyat, tasavvuf… Yani ben şairim, şiir yazar, sanat üzerine ahkam keserim, gerekli gördüğüm yerde güncel siyasetle ilgili yorumlar da yapabilirim demez. Bilindiği üzere Büyük Doğu Derneği de kurulur. Büyük Doğu Partisi de açılmak istenir ama başarılı olunamaz. Kısacası Necip Fazıl’ınki bir entelektüellik veya gazetecilik uğraşısı değildir. O, bir ideolog gibi hareket eder. İdeolojisi ne gerektiriyorsa onu yapar. Bu yüzden örneğin bir siyer kitabı yazmak için, bir ömür çalışmak, kaynak toplamak, Arapça, Farsça bilmek gerekirken, Necip Fazıl hiçbir kaynak belirtmeden, kısa süre içindeÇöle İnen Nur’u yazıp bitirir. Abdülhamid Han’la ilgili sanırım bugüne kadar yazılmış en hacimli kitabı birkaç ay içinde tamamlar. Zaten onun kalem oynattığı alanların tamamında uzman olması mümkün değildir. Bir şairden böyle bir şey de beklenemez. Bu yüzden Necip Fazıl en çok güvendiği kişilerden bilgi alarak veya ulaştığı birkaç mühim eserden yola çıkarak kitap yazar. Bu, üstadın yaşadığı dönem ve şartlar göz önüne bulundurulduğunda makul karşılanacak bir şeydir.
Devamı için: http://www.dunyabizim.com/ayrintidefteri/21969/salt-hayranlik-hakikati-gormemize-engel-olabilir.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.