• İstanbul 17 °C
  • Ankara 17 °C

Sanat arkadaşıdır, ilim başının tâcı, Yurt için, millet için çalışır har

S. Cenap BAYDAR
Bürokratlarımız, milletvekili olabilmek için devletteki vazifelerinden istifa ediyorlar. Aslında bu istifaların oldukça rahatsız edici bir tarafı var. Nedir mi dediniz? Açıklayalım.

Hayatımızı kuşatan birçok kanuni düzenleme var. Bu düzenlemelerin bir kısmı varlık sebeplerini yitirmiş durumdalar, bazıları demode, başka zamanların ruhuna göre hazırlanmışlar ve ölmek bilmez bir hayalet gibi etrafımızda rahatsız edici varlıklarını sürdürüyorlar. Zamanında en doğru en isabetli şekilde yapılmış düzenlemeler bile bir müddet sonra eskiyorlar. Hayat akıyor, her şey değişiyor, hızla gelişen teknoloji, değişen demokratik standartlar, hatta iyileşen ekonomik durum bile değişiklikleri kaçınılmaz kılıyor.
Devlet, vatandaşların hayatlarını kolaylaştıracak, hudutları dikkatlice çizilmiş, herkesin hukukunu koruyacak, mağduriyetleri önleyecek kurallar koymak ve bunları uygulamak için çalışan devasa bir organizasyon. Kuralların belirlendiği yer meclis, yani yasama organı. Bu dev organizasyon çarkının çalışmasını temin ve idare eden kurmaylar ise bürokratlar. Sistemi işletmenin yanı sıra, işletmede çıkan problemleri tespit etmek, köhneleşen, varlık sebeplerini yitiren, delik deşik olmuş hukuki düzenlemeleri tespit edip düzeltmek aslında en başta bu “kurmaylardan” bekleniyor.
Örnek vermek gerekirse, mesela Ulaştırma Bakanlığı bürokratlarına çok iş düşüyor. 1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun tarif ettiği telefonlar ve telgrafları ancak müzelerde bulmak mümkün bugün. Uydulardan gönderilen elektromanyetik dalgalar üzerinde taşınan devasa veri paketlerinin dünyanın bir ucundan bir ucuna saniyeler içinde nakledildiği günümüzün kablosuz iletişimini, henüz internetin adının bile anılmadığı 1983 senesinde çıkartılmış “2813 Sayılı Telsiz Kanunu” ile düzenlemek imkânsız! Eksikler nelerdir, nerelerde hangi boşluklar oluşmaktadır? Artık bugünün en büyük beynelmilel tehdit konusu haline gelen “siber güvenlik” nasıl sağlanacaktır? Gerçek dünyanın kıyısında bir gecekondu mahallesi gibi ortaya çıkıp, zamanla gerçek hayatın tüm damarlarına yerleşen “sanal dünyanın” hukuku nasıl olacaktır? Bu ve benzeri yüzlerce soruyu sormak, cevaplamak, çözümler üretmek ve nihayet ürettikleri çözümleri hukukî metinler haline getirip kanunlaşmak üzere meclise sunmak hep o bürokratların işleri.
Mesela memuriyet denildiğinde akla ilk gelen kurum olan “Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü” ve kuruluşu Osmanlı zamanına uzanan, en köklü devlet müesseselerimizden “Harita Genel Komutanlığı” bürokratlarından beklentiler de çok yüksek. Mühendislerin ellerinde kalem kâğıt, hesaplamalar yapıp haritalar çizdiği otuzlu, kırklı, ellili yıllar çok geride kaldı. Artık bilgisayarlarda “coğrafi bilgi sistemleri” ile “CAD” programları ile sayısal verilerle çalışan yeni bir mühendis nesli var. Bir zamanlar okullarda haritaların altında gördüğümüz “Harita Genel Komutanlığı’nın izni ile basılmıştır. İzinsiz olarak kopyalanamaz, çoğaltılamaz.” türünden ifadeler, şehirde buluşacakları noktanın koordinatları birbirlerine Google haritaları üzerinde gönderen gençler için artık hiçbir şey ifade etmiyor. Bilgisayarların hayatımıza bu kadar yerleştiği bir zamanda tam da bilgisayarlara yaptırılacak bir iş olan tapu sicil kayıtlarının üretilmesi, saklanması ve ilgililerine sunulması işinin yakasını, hâlâ tozlu raflarda istiflenmiş kâğıtlardan tam olarak kurtarabilmiş değiliz. Tapu kadastrodaki ağır işleyiş adalet sisteminin bileklerine prangalar vuruyor. Bitmek tükenmek bilmez tapu kadastro davaları yargının sırtında büyük bir kambur oluşturuyor. Askerî-sivil bürokrasinin ıslah etmesini beklediğimiz dünya kadar iş var.
Misalleri arttırmak çok kolay ama sanırım muradımız anlaşılmıştır.
Okuyan, yetişen, bilgi, beceri ve tecrübeleriyle temayüz eden bürokratların en verimli olacakları noktada ve zamanda istifa edip siyasete atılma heveslerine sadece bir geçerli mazeret olabilir: Bürokratken tüm çabalarına rağmen yasamanın dikkatini yeterince çekemedikleri, meslekleriyle ilgili problemleri, yasamanın bir parçası haline gelerek gündeme taşıyabilmek. Fakat bu da çok naif bir mazeret olurdu doğrusu! Eğri oturup doğru konuşalım. Kimse bir siyasetçi adayına mesela tapu kadastro sistemini ıslah etsin yahut afet yönetimini kurumsallaştırsın diye oy vermez. Bu işler ancak bürokrat koltuğunda yapılabilecek işlerdir.
Lafı dolandırmadan söyleyelim: Milletvekili olmak için vazifelerinden istifa eden bürokratların, millete de, kendilerine de, mesleklerine de saygıları konusunda kafamızda şüpheler uyanıyor.
Bu el üstünde tutulan, müsteşarlık, genel müdürlük, başkanlık gibi pozisyonlara getirilerek taltif edilen, devletin imkânları önlerine serilen ve bunların karşılığında kendilerinden çok şeyler beklenen devlet adamlarımızın, komutanı olarak atandıkları mevzileri ilk fırsatta terk edip başka bir işe talip olmaları devlet adamı ciddiyeti ile ne ölçüde örtüşür?
“Kendisine tevdi edilen vazifeleri başarıyla yerine getirmiş bir bürokrat bilgi, beceri ve tecrübelerini siyaset arenasında neden kullanmasın?” diye sorulabilir. Siyaset ile bürokrasi ne kadar iç içe geçmiş gibi görünürse görünsün tamamen farklı disiplinlerdir. Mesela “bir su ürünleri profesörü derin birikimini neden olimpiyatlarda yüzücü olarak kullanmasın” sorusu ne kadar anlamsızsa bu soru da o kadar anlamsızdır.
Ayrıca milletvekili adayı olmak üzere istifa eden bürokratlar gerçekten onlardan bekleneni, üzerlerine düşeni yapmış, tamamlamış mıdırlar? En tepe koltuklarını milletvekili olabilmek için boşalttıkları kurumlarda ve tüm ülkede adları, “falanca kurumu ıslah eden devlet adamı” veya “filanca müesseseyi modernize eden bürokrat” olarak anılacak mıdır? Portreleri, bir zamanlar idare ettikleri müesseselerin en mutena köşelerinden birine asılacak mıdır? Ömürleri boyunca kurum personellerinin saygı ve sevgiyle andıkları, takip ettikleri, mesleki dergilerde röportajlarını heyecanla takip ettikleri, hatta çocuklarına örnek gösterdikleri kimseler olarak anılacaklar mıdır?
Yoksa taş üstüne taş koymadan, kendilerine büyük beklentilerle sunulan koltuğu işgal ettikleri sürece mesailerini, kendilerini siyasete taşıyacak siyasilerle yakınlık sağlamak için harcamış, hiçbir iz bırakmadan gelip geçmiş memurlar kervanına mı katılacaklardır?
Harita Genel Komutanlığı’nın sitesinde rast geldiğim şu marş, tüm naifliğine rağmen meslekî bir heyecanı aksettirmesiyle dikkatimi çekti:
Düşman emellerini, çarpışmadan ezer o
Kıyı demez, köy demez, bozkır demez gezer o
Kalemiyle vatanın tapusunu çizer o
Sanat arkadaşıdır, ilim başının tâcı,
Yurt için, millet için çalışır haritacı.
Her dağımda imzası, her ovamda izi var
Bozulmayan mayası, değişmeyen özü var
Gönlü enginlerdedir, yücelerde gözü var
Sanat arkadaşıdır, ilim başının tâcı,
Yurt için, millet için çalışır haritacı.
http://www.hgk.msb.gov.tr/harita-marsi
Bu hisleri taşıyan, mesleğine âşık bir haritacı, bir meslek, bir sanat, bir zanaat sahibi, ömrünü hayırlı bir iş yaparak tamamlama derdinde, idealist bir üst düzey bürokrat tasavvur edin. Hayatı boyunca üzerinde çalıştığı eserini tamamlamaya çalışırken kapısını çalıp onu milletvekilli olmaya davet etseniz muhtemelen size  “kusura bakmayın” diyecektir. Burada ömrümü verdiğim, emekli olmadan evvel tamamlamaya çalıştığım “gerçek” ve “kıymetli” bir işim var!
Ben partilerin milletvekili adaylarını belirleyenlerden biri olsaydım, üstün başarıları nedeniyle bizzat peşine düştüğüm, özel rica ve davetlerle kazanmaya gayret ettiğim bürokratlar dışında, kendiliğinden vazife yerini terk edip milletvekili adayı olmak için kapımı çalan hiçbir bürokratı aday yapmazdım.
İyi devlet adamlarını, bin kişinin talip olduğu ama bir kişinin alabildiği güzel, becerikli, asil bir kız gibi görmek lazım. Bilmem kaçıncı metresi olabilmek için, hovarda bir zengin delikanlının kapısını aşındıran bir kızın, kabul görse bile o kapıda ne kadar itibar göreceği baştan bellidir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, hayatını anlattığı “Yaşadığım Gibi” isimli eserinde, Avnullah Kâzimi Bey isimli bir devlet memurundan bahseder ki sanırım kafamda yaşattığım ideale yakındır:
Bu (taşındığımız) evde bizden evvel mutasarrıf Avnullah Kâzimi Bey oturmuştu. Şair Halide Nusret Hanım’ın babası olan bu zat, Kerkük’te çok iyi bir hâtıra bırakmıştı. Onun hakkında söylenenleri şimdi hatırladıkça, eski imparatorluğun devamını sağlayan, o tuttuğunu koparır, çakır pençe memurlardan biri olduğunu düşünüyorum. Şehre ve havaliye sükûnet getiren, devlet otoritesini koruyan bu cins memurlara eskiden halkımız bir nevi keramet, hiç değilse bir dindarlık, riyazet izafe ederdi. Avnullah Kâzimî için de böyle olmuştu. Mektep arkadaşlarının çoğu, onun geceleri soyunmadan bir post üzerinde yorulana kadar ibadet ve dua ettiğini ve oracıkta kıvrılıp uyuduğunu, sonra atına binip eşkıya takibine çıktığını anlatırlardı.
http://www.alticizilisatirlar.net/acs/osmanlinin-son-doneminde-devlet-otoritesini-koruyan-memurlar
Twitter: @salihcenap

Bu yazı toplam 582 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim