Diyarbekir’de bulunan ve uzun zamandır amacı dışında kullanılan bir mescit var: Mervanî Mescidi. Bu mescidin işlerliğini kazanması amacıyla kimi zaman yazdığımız makalelerde ilgililere ibadethanelerin amaçları dışında kullanılmamasının gerekliliği hususunda geleneğimizden gelen adeti ifade ettik.
Anladığımız, bizim yazılarımızın okunmadığıdır ya da mevzuat gereği işlem yapılmamaktadır. Vakıfdlar Bölge Müdürlüğü’ne konuyu açmış ve bizden bu mescidin vakfiyenamesi istenmişti. Biz, kendi halimizde şehre dair çalışmalarla olması gerekenlerin yapılması için ilgililerle ele aldığımız konular arasında bir köprü vazifesi görmekten öte bir fonksiyona sahip değiliz. Biz, doğru olanı belirtir, yapılırsa hayırlı işlerin ortaya çıkmasına vesile olduğumuz için kendimizi bahtiyar addederiz.
Ramazan münasebetiyle bir iftar programında konu gündeme taşınmış, yetkili zatlar vakfiyenameden söz etmişler:
-Buranın vakfiyenamesini bulun, hemen aslına ruc’û ettirelim.
Bize haber verdikleri zaman, kıyıda köşede boynu bükük kitaplara yöneldim, ister istemez.
Kaynaklarda geçen açıklamalar, nazar-ı itibara alınmıyormuş. Diyarbekir Kalesi’nde yer alan ikinci ibadethane olan Mervanî Mescidi, önceki ibadethane olan Saint Stefanos Kilisesi’nden çok sonra yapılmış. Kilisenin ne bir kitabesi vardır, geride jkalan ne bir işaret ve iz. Bu kilisenin isimlendirmesinin de bize ait olduğunu belirtelim. Yüzlerce sene yeri aranan ve bir türlü mekânı saptanamayan kilisenin Keçi Burcu’nda yer alan zemindeki ve onun altında bulunan yapı olduğunu belirtmemiz, ilim dünyasında bir kıyamete vesile olmadı.
Mervanî Mescidi’nin kitabesi vardır, yerli yerinde duran ve mihrabı ile ortadadır. Birkaç kaynakta burada bir ibadethanenin bulunduğu yer almaktadır.
Şimdi yeri bilinen, kitabeye sahip, mihrabı bulunan, tek cemaatı eksik olan bu ibadethanenin açılmamasının önünde duran vakfiyesinin olmayışı mıdır? Bilinmeli ki vakfiyesi olan ibadethaneler bile -Aya Sofya Camiî misali – camiî olma vasfından uzak tutulmuştur.
Osmanlı Dönemi Salnameleri, dönemin Valisi’nce yayınlanmış ve bugüne kadar gelmiş değil midir? Bu salnamelerde yer alan bilgilere itibar edilemez mi?
İbnü’l-Ezrak’ın bilinen ünlkü eserinde bu yapı hakkında bilginin yer alması yeterli değil midir?
“Silvan Tarihi” isimli eserinde Merhum Süleyman Savcı, kitabesini okumuş ve bu yapı hakkında bilgi vermiştir. Bu kaynak değil midir?
Diyarbekir’e dair çalışmaları bulunan Merhum Şevket BEYSANOĞLU, Diyarbakır Tarihi’nde bilgi vermektedir. Bu bilgiler yanlış mıdır?
Bu kaynaklar ve isimler dışında Cumhuriyet Dönemi yayınlanan ve birçok araştırmada kaynak biçiminde kullanılan Diyarbekir Tarihi’nde Mervaniler Gününde Diyarbekir isimli bölümünde Mervanî saltanatı’na dair eserlerin kitabeleri belirtilir. (Basri KONYAR Diyarbekir Tarihi Sayfa 166-174 Diyarbekir Vilayeti Neşriyatı )
Dönemin kitabelerini okuyan az sayıdaki isimlerin varlığı ve konu Mervanî olunca biraz mesafeli durma, yazarın uslubundan sezinlenmektedir.
Madem konumuz Mervanî Mescidi Vakfiyesidir . Alanında oldukça önemli olan iki çalışmadan bilgi aktarmak istiyoruz, şimdi de:
Mervani Mescidi: Dağ Kapısı yakınlarında sur içerisinde idi. Mervanoğulları tarafından inşa ettirilmiştir. (İbrahim YILMAZÇELİK, bu bilgiyi Abdulgani Fahri BULDUK’un El-Cezire’nin Muhtasar Tarihi’nden almıştır. Kaynak xIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840) Sayfa67 Türk Tarih Kurumu Ankara 1995)
Yazar, Mervanî Mescidi’nden de bahsederken şu açıklamayı verir: Eldeki belgelerden XIX. Yüzyıl Diyarbakır şehrinde oldukça fazla sayıda mescidin olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bugün için mescidlerinpek çoğu yıkılmış ve bir kısmı da yıkılmaya yüz tutmuştur. Söz konusu mescidlerden Mervanî, Çağaloğlu, Salos, Kavvas-ı Kebîr ve Dabanoğluı mescidleri ya tamamaen yıkılmış ya da kimliği değişmeye yüz tutmuş mescidlerdir. Eski dönemlerden bugüne kadar gelen ve hala ayakta olanlar ise, İbrahim Beg, Taceddin, Hacı Büzürk, Kavvas-ı Sağir ve Mola Bahaddin mescidleridir. Bunların dışında kalan mescidlerin tamamı yıkılmıştır. (age sayfa 65)
Sayın Yazarın görmeden yıkılmış var saydığı mescidler arasında geçen Salos Mescidi, kısmen küçülmesine rağmen ayaktadır. Balıkçılarbaşı’ndan Mardin Kapı’ya giderken, Peynirciler Çarşısını geçtiğinizde sol tarafta yer alır. Mervanî Mescidi ayaktadır ve halen takı kurslarına mekândır. Sayın Yazarın konu hakkındaki verdiği bilgiler, çok kıymetli bir araştırma olan eserinde yanılgıya düştüğü npktalardan biridir. Bu vesileyle bu düşülen hatayı düzeltmek elzemdir.
“16. Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliği’nde Vakıflar” isimli önemli eserinde Alpay Bizbirlik, Mervanî Mescidi hakkında bir bilgi vermemektedir. ( age Türk tarrih Kurumu 2002)
Tahrir defterleri iyi biçimde incelendiğinde 1515’ten günümüze geliş biçimiyle Mervanî Mescidi hakkında kimi bilgilere ulaşmak mümkündür. Çünkü bu mescidin yakın zamana kadar, 19. Yüzyılda ibadete açık olduğu bilinmektedir.
“Diyarbekir Şehri” adını taşıyan Kazım BAYKAl ile Süleyman SAVCI’nın birlikte hazırladıkları Broşür ismini taşıyan kitapçığın “Mervan oğulları Eserleri” başlığı altındaki bölümde hem mescid hakkında bilşgi yer almaktadır hem de kitabe tercümesi sunulmaktadır. ( age sayfa 39 vd. CHP Diyarbakır Halkevi Neşriyatı No: 10 Diyarbakır Matbaası 1942)
Bu eser, dönemin malûm Halkevi Standartında kabul edilmiş ise, başka ne demeli?
Bakınız, başka bir kaynak daha belirtelim, sizin ikna olmanız için: Diyarbekir Tarihi Bedri GÜNKUT Diyarbekir Halkevi Neşriyatından 3 sayfa 82 vd. Diyarbekir Basımevi
Başka bir önemli kaynağı daha sunalım, tereddüd edenler için: Kara Amid Dergisi’nde yer alan ve birçok makaleye kaynaklık eden Cumhuriyet Dönemi Şehrin İlk Mebuslarından olan Mustafa Akif TÜTENK’in yazdığı Seziş ve Duyuş ya da Leyali Hayatım ismiyle yayınlanan Günlüğü. Meraklısı Kara amid Dergisi’ni temin ederse diğer camiî-mescid ve arsaları için de bilgi sahibi olur.
Anlaşılan “Mervanî” denildiği zaman, kimi yetkililer farklı çağrışımlar içinde, bu ağır ve omuzlaması zor yükü kaldıramamanın sıkıntııs içinde görülmektedir. Biz, On Gözlü Dicle Köprüsü’nün gerçek inş3a edenlerinin Mervanî Devleti olmadığını, bu kavmin Romalılar olduğunu, köprünün yıkık kısmının Mervanî Egemenliği tarafından tamamlandığını belirtöiştik, bir makalemizde. Ne yazık ki ya okunmuyoruz ya yazdığımız doğrular sebebiyle bazıları konunun önemini idrakten yana sıkıntılıdır.
Mervanî Camiî-Mescidi aslî sıfatına sahip kılındığı zaman, devlet ve halk arasındaki yakınlaşmanın daha bir artacağını belirtmek, bir sıkıntı mı oluşturur? Biz Akkoyunlu, Karakoyunlu, Artuklu, Selçuklu derken mesele olmuyor da Mervanî dediğimizde bir sıkıntı mı oluşur?
İlmî yönden, belgeler ışığında konuyu ele almak ve tartışmaya sunmak, araştırmacı olmanın vasfı ise ve bugüne kadar kimi hususlar ketmedilmişse, bundans onrası da ketmedileceğine dair bir kural-kaide söz konusu olamz, açıkçası. Bu mekân bir ibadethanedir ve aslî fonksiyonuna dönüştürülmesi elzemdir. Bu mekânın depo olarak kullanılmış olması, kurs merkezine dönüştürülmesi ileride aslî özelliğine kavuşturulmaz ise sıkıntı daha bir artar.
Bu bilgiler ışığında daha önce yayınlanmış bir makalemizi , diğer başka makalemizle bütünleştirilmiş halde sunuyoruz, ilgilenecekler için:
Diyarbakır Kalesi’nde Bir Mescid Var!..
Günümüz insanı, zaman içinde arkeolojiyi tanımaya başladı. Daha çok hazine bulmak, defineye rastlamak amacıyla tahrib edilen, sözde korunmaya alınan birçok alanın kaderi kâğıt üzerinde kalırken tarihî eserlerin günümüzde turizme endeksli korunma serüveni, bizim açımızdan olması gereken yerden oldukça uzaktır.
Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ülke sathında yer alan vakıflara gereği gibi yaklaşımlar sergilemesi, son on beş yıldır, sadece geçmişteki eksikliklerin tamamlanması olarak görülebilir. Elbette bir yapı harabiyet halinden kurtarılmakta da bu yapıya sahibkâr kılınması gereken ruh, ortada değil.
Onarımı yapılan hanın, hamamın, çarşının, ibadethanenin işlerliği söz konusu olmaz ise kazanıldığı söylenilen yapı, dört duvardan oluşturulmuş olma vasfından öte mana taşımaz.
Günümüzde Vakıflar’ın uhdesinde bulunan yapılardan birini ismen ve bulunduğu mekânla verelim: Diyarbakır Mervanî Mescidi.
Bu mescid, aslında bir camiî. Fakat, bulunduğu alanda Nebî Camiî (Peygamber Camiî) olduğu için yaklaşık seksen senedir, ibadete kapalı. Bu Mervanî Camiî, taşıdığı hususiyetle oldukça önemlidir. Çünkü Diyarbakır Kalesi’nin en önemli kapılarından biri olan Dağ Kapı(Harput Kapı-Ermen Kapı) üzerinde inşâ edilmiş. Silvan’da hüküm sürmüş Mervanî Saltanatının şehirdeki belki en önemli, inançla ilgili yegane eseri. Bu gün Mervanî Saltanatı’nın Diyarbakır Kale burçlarında birçok kitabesi bulunmaktadır. Dicle’nin altın gerdanlığı olan köprü de Mervanî onarımı ile günümüze ulaşmış.
Mescid, uzun zaman atıl durmuş, bir ara Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün uhdesine verilmiş, son dönemde de SODES kapsamında Diyarbakır Kuyumculuğu’nda özgün bir yeri olan “Hasır Bilezik-Takı Kurs Atölyesi “ olarak kullanılmaktadır.
Yapının Mescid oluşuna dair kitabesi bulunmaktadır. Tarihen bu yapının Mervanî’den Osmanlı’ya kadar Mescid olarak kullanıldığı bilinmektedir. Fakat günümüzde mihrabı aslî özelliğinden yoksun, duvarları ezan sesine hasrettir.
Bir Mescid-Camiî aslî fonksiyonu dışında kullanıldığında ve bu kullanılan yabancı bir ülke ise sesimiz ayyuka çıkar da yüzyılın ihmali olan bu hata bizde mevcut iken neden düzeltilmez?
Yapanı ve yaptıranı kim olursa olsun, Mescid’in aslî özelliklerine göre kullanımı esas iken ve bu yapı Vakıflara bağlı bir mekân iken, yakınında cami bulunduğu için ibadete açılmıyorsa ne demeli?
Turizme kazandırılmak istenen her şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da böylesi ses getirecek yapılar vardır. Kiliselerin onarıldığı bir ortamda devlet olmuş bir saltanatın ibadethane olarak yaptırdığı mekân, aslî özelliklerine dönüştürülmediği zaman, “Vakıflar görevini yapıyor” demek, bizim için, yaşadığımız şehirde ne yapılırsa yapılsın fazla bir anlam ifade etmiyor. Söz söze gelince, “Mescidin durumu ortada duruyor.” denildi mi, insanı hiçbir şey aklamaz ve paklamaz.
Bu mescid’e ilişkin daha önce yayınladığımız bir metinle sizi baş başa bırakırken Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden elbette bir cevap bekliyoruz. Belki bu mescidin -Diyarbakır Kalesi üzerinde oluşu sebebiyle- sorumlusu, Vakıflar değildir. Vakıflar sorumlu değilse bunun sorumlusu Kültür ve Turizm Bakanlığı’dır. O halde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na büyük bir görev düşmektedir. Mekânın boşaltılarak, en azından bir tabela ile tanıtılması gerekir. Türkiye’de hiçbir kalede böyle bir mescidin varlığı söz konusu olamaz. Kale kapısı üzerinde duran Mescid, halen bir tabeladan yoksun ise ve başka bir amaçla kullanılıyorsa bunun savunmasını yapması gerekenlere çağrımız kaçınılmazdır: Tarihen sabit olan bu yapı, aslî özelliğinden soyutlanamaz!..
Mescid’e dair daha önce yayınladığımız bir şehir-gezi yazımıza yer verirken Şehir Tarihçiliği’nin ne denli önemli olduğuna da bir tespitle katkıda bulunduğumuzu sanıyorum:
Diyarbakır Kalesi Üzerinde “Mervanî Mescidi”
(…)
Mervanî Mescidi İçin Tereddütlerimiz
Bu güne kadar elbette bilenler vardı, bu mescidi. Fakat kaynaklarda gereği gibi ele alınmamış ve bu özellik vurgulanmamış. Ne bir tabela ne bir levha… Buranın mescid olduğunu gösteren bir ibare yok. Bundan sonra yapılacak mı? O da meçhul… Çünkü ilgilenecek olanlar ortada yok.
Gelenekte ibadet amaçlı alanların başka bir biçimde kullanılması hoş görülmez. Bu yapı yıkılmış ve yıktırılmış olsa bile. Ne yazık ki Sultan Sa’sa’a Mescidi hem yıktırılmış hem de park haline getirilmiş ve bir dönem pastaneye, çay işletmeciliğine dönüştürülmüş, en son hazır giyim mağazasına dönüştürülmüştü. Ne gariptir ki bu yetmemiş. Kazılan alanda yapı temelleri ortaya çıkartılmış ve bu enkaz halinde öyle bekletilmektedir.
Mervanî Mescidi, esas özelliğine kavuşturulmayı beklerken öncesinde Galeri Müdürlüğü odası olarak kullanıldığını öğrendim. Şu anda üst kat kapalı olduğu için gidip inceleme fırsatım olmadı. Bir ara depo olarak kullanıldığı da belirtilenler arasında. Belki birbirine yakın camiî söz konusu olsa bile bu yapı eski işlevini kazanabilir.
(…)
Diğer Ülkelerde Olana Ne Buyrulur?
Bildiğimiz bu alanın eski işlevline sahip kılınması gerektiğidir. Bazen Kıbrıs’ta, Bulgaristan’da, Yunanistan’da ve öbür devletlerde camiîlerin başka amaçlarla kullanılmasını basınımız eleştirerek ecdad yadigârı olan mirasa sahip çıkmadığımızdan dem vurur. Bizim yaşadığımız bu şehirde tarihen kayıtlı, Osmanlı zamanında İmama ve Müezzine sahip olan bu mescitten beş vakit ezan okunarak namaz kılındığı ortadadır.
Ne Yapılmalı?
Denilebilir ki “Bu mescid faaliyete geçse de gelen cemaat az olacaktır. Bu yüzden açılmasına gerek yoktur.”
Yukarıdaki fikri de makul karşılıyoruz. Fakat en azından bu mescidin içi depo ise ve başka amaç için kullanılıyor ise esas şekline getirilerek, düzenlenip bir tabelaya sahip kılınmalı ve burcu ziyaret amaçlı gelenlerin burada bir ibadethane olduğunu bilmeleri gerekir. Şayet kasıtlı haberler yaparak “Burca Camiî dikildi. Bu nasıl mantık?...” anlayışı hortlar ve kendisine taraftar bulursa biz, bu işi ilim erbabı olarak yaptığımıza pişman edilir ve kaş yapalım derken göz çıkartmış oluruz.
İşin bu boyutunu da bildiğimiz için işi tüm yalınlığı ile anlatmaktayız. Bu mescidin ne zaman yapıldığını, yapanının kim olduğuna yer vermeyelim. İsteyenler araştırsın ve merak edenler bu konuda istedikleri bilgiye ulaşsın. Bizce İl Müftülüğü bu konuda hazırlayacağı plân ile gerekli olan sorumluluğunu Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yerine getirir. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün bu konudaki görevi nedir? Gerçekten bilmiyorum.
Diyarbekir Kalesi’ni yıllardır geziyor ve dolaştığım alanları yakından inceliyor, olması muhtemel gözden kaçan hususları araştırıyorum. Bu ilgi çekmesini beklediğim konuyu okura iletirken, oldukça düşündüm. Sonuç kaçınılmaz olunca ve gittikçe kendimi bir mesuliyet altında hissedince yazmadan edemedim.
İki Kaynakta Mescid Hakkında Bilgi
Yukarıda meraklı olan okurların kaynakları araştırmasını istemiştim. Kaynaklara ulaşmayanlar olabilir düşüncesiyle bildiğimiz bir kaynaktan konuya ilişkin bilgileri sizinle paylaşalım:”Mervaoğlu ebû Nasr Ahmed tarafından H. 447(m.1056) Tarihinde yaptırıldığı kabul edilen mescid, Dağ Kapısının iç kapı üzerinde idi.”(Şevket BEYSANOĞLU Diyarbakır Tarihi Cild 2 Sayfa 2239)
Yazar’ın anlatımında bu mescidin adeta yerinde olmadığı anlamı çıkartılmakta ise de esaslı bir araştırma yapılmadığı ortadadır ve mescid, halen yerli yerinde durmaktadır.
Karacadağ Dergisi’nde Süleyman SAVCI’nın tercümesini yaptığı kitabe, şu şekildedir:” Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar doldurur.
Besmele: Burasının Yüce Allah’a ve o’nun Peygamberi Muhammed(S:A:V)’e yaklaşmak için değerli ve muzaffer emîr, efendimiz, İslâm’ın izzeti, dinin saadeti, devletin yardım ve desteği, milletin temeli, ümmetin asaleti, emîrlerin şerefi Ebû Nasr Ahmed bin Mervân(Allah onun izzetini daim kılsın, saltanatını sürdürsün ve düşmanlarını zelil kılsın) tarafından yapımı buyrulmuş ve masrafları gönüllü olarak kendisi tarafından karşılanmıştır.
447 yılının Zilhicce ayında Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed b. Cehîr(Allah makamını daim kılsın) tarafından yaptırılmıştır.”(agd Sayı:6-7 Syf:4 Kitâbe:12 Yıl: 1938)
Bu mescidin hakkında günümüze kadar yazılmış bir makaleye rastlamadığımızı belirtelim. Belki de bu mescid ilk kez, böylesi bir araştırmanın konusu olmaktadır. Mescid’e olan duyarlılığımızın sadece Diyarbekir ile ilgili çalışmalarımızın bir parçası olduğunu da belirtelim.
Yarın “Diyarbakır Kalesi’nde Mescid olduğunu yazan kişi şudur.” Şeklinde işi başka yönlere çekip amacından saptıran bir yazı veya haber çıktığında, şimdiden bu kişi ya da kişilerin bilimsel ahlâktan yoksun, araştırmacı ruha aykırı ve kalem erbabı olma payından nasipsiz kişiler derecesinde olduğunu belirtelim. İşin bu yönünün, bizim yıllarca konuyu gündemimize almaktan alıkoyduğunu belirtmemize gerek var mı? Biz, bunu yazmasaydık, işimizin hakkını vermemek anlamı çıkardı ki bu dahi var olan doğruları ketm etmek manasını taşırdı. Bu yazıyı yazmakla artık bu sorumluluktan kurtulduğumuzu belirtelim.
Şimdi, bu mescidin varlığını ortaya çıkartmakla yapılacak olanları beklemek lazım.
Önemli olan bu eserin gereği gibi kullanımı mı yoksa mescid tarzında düzenlenerek ziyarete açılması mı? Bize düşen görev, yapının bilinmesini sağlamaktır. Bu gerçekleştiğinde bizim bu yazımız ve yaptığımız araştırma, amacına ulaşacaktır.
Sonuç:Bu makalemizi okuyanların yanlış bir anlaşılmaya fırsat vermemek için bir bölümü yıkık olan Dağ Kapı’da Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü’nce onartıldığını, bu onarım sonrası şehrin ilk “Güzel Sanatlar Galerisi” olarak hizmete açıldığını belirtelim. Günümüzde iki kattan oluşan burç, Kültürel çalışmalara açık bulundurulmakta olup, aynı zamanda turizm danışma bürosu olarak hizmet vermektedir.
Bizim bu tarz çalışmaları hazırlamamızdaki amaç şehrin unutulmuş ve bilinmemeye yüz tutmuş yapılarını, hususiyetlerini ortaya çıkartarak, şehrimizi seyyah misali dolaşarak görüp bakamadığımız yönleri ortaya çıkarmaktır. (www.tyb.org.tr / 12.07.2011)
…
Bilgiler ve belgeler, sadece belirttiklerimiz ile sınırlı değildir. Bu camiî-mescid, aslî vasfına döndüğü vakit, Vakıflar Bölge Müdürlüğü kendi uhdesinde olan bir işi yapmış olur. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İl Müftülüğü aynı biçimde sorumluluklarını yerine getirir. Şayet bu açıklamalardan sonra “Vakıfname-Vakfiye ” diye tutturan olursa, yasal mevzuata göre hareket etmekten başka yol bilen yoksa, kitabesi burasının Camiî-Mescid olduğunun belgesidir. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Genel Müdürlüğü, bir ayıp haline gelen bu meseleyi çözemedikleri taktirde, arşivlerine bakmalı ve daha önce var olan şimdi yitiklere karışan bir çok camiî ve mescid için bizden de bilgi talep ettiği taktirde kendilerine yardımcı olacağımızdan kuşku duymamalıdır.
İl Müftülüğünün hazırladığı ve ibadethaneleri ele aldığı eserde Sultan Sa’sa’a Mescidi-Camiî vardı. Bu eserde bir de bu mekânın el yazması belgesi aynen yayınlanmıştı. Yıllardır gündemde tutulan, tuttuğumuz konu hakkında 2012’de çalışmaların başlanacağı hususunda açıklamalar söz konusu oldu. Keşke yazılanlara kulak verilseydi de İl Müftülüğünün hazırladığı Dinî Değerleri İle Diyarbakır isimli eserde bu camiî-mescid varlığı da bilinseydi.
Biz, bu alanın Camiî-Mescid olduğunu beş sene içinde kaynakları tarayarak, vakıf olduğunu ispat ettiğimizde, bu alanın ihaleye çıkartılıp turizme (!) kazandırtılmayacağının taahüddünü kim verebilir?
Mihrabı mahzun duran, duvarları Kur’an’a hasret bırakılan Mervanî Camiî-Mescidi için başka ne demeli?
-Vakfiyesini bulun, getirin, hemen aslına çevirelim!..
Yetkililer, bunu söylemek o kadar kolay mı? Siz, buranın camiî-Mescid olmadığını bize ispatlayın, o zaman? “Vakfiyesi lazım, onarım ve aslına ruc’û için” itirazınız, Vakıflar Genel Müdürlüğü nezdinde ne denli geçerlidir?
Herşey Vakfîye ile hal olunsa yıktırılan ve vakfîyesi olmasına rağmen bir asra yakın Sultan Sa’s’a’a Camiî-Mescidi, neden yıktıırldı?
Bizim şehre dair araştırmalarımız, çalışmalarımız ne mevkiî ne makam içindir. Biz, şehrine vefa borcunu ödemeyi bu yolla bilen kişileriz. Ne akademik ünvanımız var ne titrimiz… Fakat “şehr-i Diyarbekir” denilince kimi çarpıklıkları gördüğümüzde , gördüğünüz gibi sonuna kadar bilgiyle belgeyle konuşur, yanlışlıklar içinde olanların doğruları görmesini sağlamaya çalışırız.
31.07.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.