• İstanbul 15 °C
  • Ankara 5 °C
  • İzmir 15 °C
  • Konya 9 °C
  • Sakarya 9 °C
  • Şanlıurfa 17 °C
  • Trabzon 13 °C
  • Gaziantep 14 °C
  • Bolu 7 °C
  • Bursa 15 °C

“Şehir” Denince Anlaşılan Nedir?

M. Ali ABAKAY

Kimi zaman gıpta ile bakardık, şehir görmüş insanların kaza dediğimiz, nüfusu üçbini zor bulan, köy yaşantısından kurtulmamış ilçemize, gelişlerine. Şehirlinin giyimi-kuşamı, konuştuğu dil, bizde ister istemez bir hayranlık uyandırırdı. Onlar gibi giyinmek, onlar gibi konuşmak, onlar gibi yaşamak, hayallerimizi süslerdi, her daim.

Ben, yirmi senedir yaşadığım şehir hayatından kaçıp her dem soluğu, küçücük ilçemde alınca, rahatlar gibi olmaktayım. Küçücük ilçemin kırk senede nüfusu her ne kadar on beş bini bulmuş ise de geçmişteki çocukluğumuzun hayal-meyyal hatırladığımız köyü konumundadır, şehre göre.

***

Şehir hayatının gittikçe insanı bunaltan havasında yaşamı güçleştiren harcamalar ve daima tüketici konumunda bulunmak, doğal olanı bulamamak, yüzde birkaç maske ile dolaşmadan yaşayamama ile bunun gibi etkenlerin dışında şehri şehir yapan medeniyet kavramının anlaşılmaması ve dünden bugüne gelen mirasın, tarihî, ananevî, kültürel, sosyal alanda dünden kopuk bir yaşantının ideal olarak benimsenmesi, böyle olması gerektiği hususunda birçok insanın, kalemin adeta ikna edilmiş olması yatmaktadır.

Şehri şehir kılan özelliklerin, vasıfların başında bugüne gelen yapıların korunarak, amaçlarına göre kullanılıp, bu yapıların geleceğe kuruluş manaları ile miras bırakılmasıdır, bir bakıma, insanı mutlu kılan davranış.

***

Ne yazık ki dünden bugüne taşınan bir çok yapı, mimarî eser, ruhundan uzaklaştığımız medeniyeti hatırlatırken, yarına taşınması, miras bırakılması konusunda iyimser olmaktan çıkıp, karamsar olmaya doğru yol almaktayız.

Siz, aynısını bugünkü teknolojik gelişmelere rağmen yapamadığınız yapıyı yıktıracak, yerine elli-altmış senelik betonarme yapıyı konduracak ve birçok zelzelede yıkılmamış, taşı oynamış olmayan yapılar yerine, kolonları ufak bir depremde çatlayan, orta şiddetli depremlerde acûzeye dönen beton binaları teşvik edeceksiniz.

Kalkıp Sultan Ahmed’i yıktırıp yerine asansörlü cami yaptığınızda, “Eskiden asansör yoktu.” demeye getirirsiniz adeta; işin fecaatinin bilinmemesi için. Asansör vardı da yüzlerce sene önce yapmadılar mı?

Bugün çift girişli minarelerdeki ustalığı yerinde görmekten yoksun olanlara “iki parmağımızı gözüne!” dese de ne ima ettiğimiz anlaşılmaz.

***

Taş yapıları ortadan kaldıran mantık, silsilesine bakıldığında her şehirde birçok taş yapılara olan düşmanlığın sebebi, oldukça geniş bir mekâna sahip olan yapıların işyerlerine ya da rant amaçlı kuruluşlara pazarlanmasıdır, açıkçası.

Yapıya doymuş ve kolu kanadı kırılmış şehir merkezinde böylesi taş yapılar için onarımların geciktirilmesi ve zaman içinde yol geçme manevraları, bir zaman gelir, imzaya yetkili kurulların hışmına da hedef olmaktadır: Urun ha!..

Beklenen nedir ki, istenen nedir ki!.. Kepçelerle bir günde temellere sarkan maharet, yıllarca harcanan emeği, alın terini, bu mekânlarda meydana getirilen hayatı bir çırpıda silivermektedir.

***

Başka ülkelerdeki yapılara göz attığınızda yüz senelik mimarî eserlerin tarihî sıfatları hakkettiğini görürüsünüz de bizde üç yüz-beş yüz senelik yapılara görülen reva, insanı hüzne mutallî etmesin de ne yapsın?

Göz göre göre birçok bedesten, han, hamam, köşk böylelikle ortadan ve aradan kalktı. Çağın gereklerine uygun biçimde asırlarca ayakta duran mezarlıklar da saygıyı hak etmedi, açıkçası.

***

Yaşadığım şehir olan Diyarbekir’de mezarlık mı dersiniz köşk mü dersiniz medrese mi dersiniz… Elimizde fotoğrafları bulunan birçok mekânın yerinde çirkin, abus suratlı, estetikten yoksun, bir yanı inmeli duran yapılar görülmektedir. Birçok mekânın da yeri yüz sene öncesinde kitaplarda olmasına rağmen bilinmemesidir, insanı üzen husus. Bu yapıları yıktık da elimize geçen ne oldu?

Dünyada kendi vasfına göre ilk ve tek, emsalsiz olan Diyarbekir Kalesi can çekişirken, günübirlik açıklamalar ve kısa vadeli kalenin orijinalini bozan sözde tadilatlar, görenleri şaşırtırken, göz estetiğinden yoksun olanların buğulu-çizili camlar arkasından yaptıklarıyla övünmesi, neye yorumlanabilir?

***

“Şehir” denince çok katlı binalara insanı hapsedenler, insanı topraktan, bahçeden, gülden, kuş sesinden, sudan koparttıkları yetmiyormuş gibi, asabîyeti artanlara akvaryumda balık seyretmeyi, balkonda çiçek yetiştirmeyi, ayda bir odadaki kimi eşyaların yerini değiştirmeyi ruh sağlığı açısından tavsiyede bulunmaları yok mu, bu daha kahretmekte, insanı.

***

Topraktan kopartılmış insanın, kapatıldığı kafesler altundan bile olsa özü gürlüğü, hürriyeti elinden alınmıştır. Şehirleştiğini sanan kimilerinin şehir içinde yeşil alan adı altında yaptıkları parklar, insanın kendisini rahat hissetmesine imkân vermekten uzaktır.

Dün, bu yapılar yıktırılmasaydı, şehre geçim telaşı sebebiyle mecburen ikamet edenler, koparıldıkları, koptukları güzel ortamı en azından hatırlayacaklardı:

-Burada da ağaçlar var, çiçekler açmakta, güller rayihasından bir şey kaybetmemiş.

-Bak, şu ağaçtaki kuş, ne güzel ötüyor.

-Gördün mü şu daldaki uğur böceğini?

***

Heyhat ki heyhat!.. İnsanı tabiattan kopartanlar, yabancılaştıranlar, şimdi de reçete olarak temiz, havadar, teknolojinin fazla yer almadığı, sebzesi, meyvesi doğal, kırlara sahip, bir esintiyle binlerce çiçeğin kokusunu insana hissettiren, ruhunda fırtınalar kopartan el değmemiş köyleri, yaylaları, akarsu çevrelerini işaret etmektedir.

***

Biz, elbette zorunlu olarak çok katlı yapılarda yaşamak zorundayız, toplu yaşamın kendince zorlukları söz konusudur. Köydeki, ilçedeki rahatı şehirde bulmak nâ-mümkündür. Fakat, şehri medeniyet merkezi olarak gösteren mimarî yapıyı korumadığımız zaman, “Burada camiî vardı, şurada hamam, orada han, ta şurada  kilise!..” dersek, tarih bize hesap sorduğunda, “Ne yaptınız, size bıraktığımız emaneti?” derse, cevabımız ne olur?

***

Kızılderililerin çevreye ve tabiata verdiği saygıyı okur, dururuz kimi kitaplarda. Onların ibretlik sözleri, beyazın ülkelerini tahribe ne kadar iştiyaklı olduğunu göstermektedir. Peki biz, çocuklarımıza Kızılderililere uygulanan kimi kamp zorunluluğu müeyyidelerini getirmiyor muyuz, uygulamalarımızla?

Çocukların tabiatın birçok zenginliğinden habersiz, yoksun oluşunu belgeselleri seyre dalarken görmemekte miyiz?

Peki bizim kuşağımızın şehirlerin bağrına zehirli hançer misali daldırılan bayındırlık, çağdaş mimarî uğruna ortadan kaldırılan zenginliklerden mahrûm bırakılmışlığımızın faturasını kim ödedi?

-Bakın, bu otelde sadece bin yatak var, karşıdaki bin üç yüz yataklıdır.

-Burası şehir harabelerinden temizlenerek, devasa kültür merkezi inşâ edildi.

-Hele karşıdaki modern yapının eski yerinde eski püskü bir medrese vardı!..

***

Ege’de, Akdeniz’de her ne kadar uygarlıklardan kalan yapılar, zamanında sahiplenilmemiş ise de bugün el üstünde tutulmaktadır. Buna  İç Anadolu’da, Doğu’da, Güneydoğu’da aynı yaklaşımla şahitlik edemiyoruz.

Batının medeniyetinde turizme dayalı itina ve gizliden gizliye bu bölgeye bir hayranlık söz konusudur. Bizim Medeniyet anlayışımıza olan öfke, kendisini dolaylı olarak göstermiyor mu?

Meselenin özü bu iken, kalkıp fazla sözü tüketmeye, kalemi yormaya ne gerek vardır? Belki bu hususu, ileride birkaç yazıda ele alarak, açacağız. “Şehir” denince, “Metro”, “Yeşil Alan”, “Parklar”, “Tiyatro”, “Sinema, “Sportif Karşılaşmalar” olmak üzere akla gelen birçok şeye itirazımız söz konusu değildir.

***

Onların yapıları binlerce senelik iken itibar görür de bizim yapıların en yaşlısı bin yılını fazlaca aşmamaktadır. Binlerce senelik yapılara gösterilen ihtimam, benden esirgeniyorsa, bunu birkaç sayfada ele alıp anlatmamız, sözümüzün bittiğine yorumlanmamalıdır. Söylenecek çok söz vardır, herkesin doğruyu bilmesi adına. Bu yapılar ortadan kalktıkça kültürel miras da kaybolmaktadır. İşin önemli bir yanı da, budur!..

31.03.2012 
Bu yazı toplam 1692 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim