Her şehrin kendisine göre bir sembolü olduğuna kanaat getirir, o şehirde yaşayanlar. Şehrin tarih, kültür, mimarî açıdan olduğu kadar tarım alanında öne çıkan ürünler de o şehrin remzi kabul edilir, çoğunlukla.
Günümüzde bu remzler, daha çok yerelde isminden söz ettirir. Bazen bu işaretler, bölgeyi de içine alabilecek derecede güçlüdür.
Denizli için olmazsa olmaz horozdur, Sivas için Kangal, kayseri için pastırma, Giresun için fındık, Malatya için kaysı, Gaziantep için fıstık, Karaman için koyun, Erzurum için Cağ Kebabı, Ankara için Tiftik Keçisi, Çorum için leblebi, Balıkesir için Hoşmelim, Kastamonu Köçek, Bolu Ahçı, Şanlıurfa için isot, Isparta için gül, olmak üzere adeta o yöreyi çağrıştıran kavramlar ya da nesnelerle anılır.
Bazen bir şehir için birden çok isim ön plâna çıkar: Şanlıurfa Halilü’r-Rahman Gölü-İsot-Lahmacun, Siirt Batanniye-Bıttım, …
İstanbul Ayasofya, Konya Mevlana, Kütahya çini, Erzurum Çifte Minare, Sivas Gök Medrese, Manisa Üzüm, Afyonkarahisar Kaymak, Edirne güreş gibi belli bir tasnife girmeyen sembollerle bağdaştırılır.
İstanbul aynı zamanda Fatih ve Sultan Ahmed ile de anılır. Aslında İstanbul’un diğer yönleri de yok değil, tarihî geçmişine ve yapısına göre. Konya’da Alaaddin Tepesi, Kayseri’de Erciyes Dağı, Van Vangölü coğrafî yönden bilinen sembollerdir.
Sonradan il olmuş ve belli bir geçmişe sahip olmayan kimi yerleşim alanları kendisini tanıtma yolunu bulur: Batman- Petrol, Iğdır- pamuk,…
Bazen hamsi, Doğu Karadeniz’i anlatmada tek sembol olur, Pamuk Çukurova için, Zeybek Ege için, Seğmen İç Anadolu-Ankara için; Gakkoş Elazığ’dan seslenir Dadaş Erzurum’dan.
Bazen mimarî yapılarda kullanılan malzeme söz konusudur, şehirler için. Taş ustalığında Mardin, son dönemin en çok konuşulan şehri olmuştur. Dolayısıyla altın ve özellikle gümüş işçiliği, Süryanî el sanatları dile gelir.
Erzurum’da siyah Oltu Taşı, Eskişehir’de şekillenmesi kolay olan Lüle Taşı, Zonguldak’ta Taş Kömürü başka bir açılımıdır, sembollerin.
Diyarbakır’ı sembol olarak bir dönem temsil eden Karpuz, özelliğini yitireli Diyarbakır Kalesi ön plâna çıktı… Diyarbakır Kalesi, Dicle Nehri, İpekçilik diğer sembolleridir, şehrin.
Bazen bir kebab çeşidi bile başlı başına semboldür, şehir için: Adana Kebabı, Büryan Kebabı,…
Her ne kadar kimi yemekler, bölge ismi ile anılması gerekirken, bazı şehirlerde lahmacun paylaşılmaz, içli köfte kullanılan malzeme ile farklılık gösterir. Mardin’de Irrok, avuç içi yassı ve yağda kızartılmış, iç malzemesi az soğan ve oldukça bol baharatlı kıymadan oluşur. Diyarbakır’daki İçli Köfte avuç içi top veya bir kenarı parmakla basılan yassı şekillidir. Hem haşlanmış hem de kızartılmış biçimde servis edilir. Diyarbakır İçli Köftesi, oldukça ince etlidir, dışıyla. Malatya’daki İçli Köfte, iç malzemesi az ve etli kısmı ön plânda görülür.
Aslında ismen zikretmediğimiz diğer şehirler de söz konusudur. Tümünü dile getirdiğimizde yazının amacının dışına taşma söz konusu olduğu için, buna gerek duymuyoruz.
Her yerde yaprak sarması, sebzeden kaynaklı ana malzemesi özellikle pirinç olan dolmalar vardır. Yörelere göre iç malzemede patatesten tutun kıymaya, cevize, fıstığa kadar zengin bir çeşitlilik söz konudur. Bir yerde zeytinyağlı olmasıyla ünlenen dolma-sarma, başka yerde soğanla, sarımsakla, yoğurtla hem hâldir. Diyarbakır’da ise domates, patlıcan, biber dolması sumakla tadından söz ettirir, çoğunlukla.
Diyarbakır’da sembol olan karpuzun atık bir nostaljik takıntıya dönüştüğünü kabul etmek lazım. Diyarbakır Kalesi ve Dicle Nehri, tarihî özellikleri sebebiyle sembol olmaya daha yatkın vasfa sahiptir. Madem İstanbul için Ayasofya dedik, Diyarbakır için Camiî Kebir(Ulu Cami) vazgeçilmez olandır.
Camiî Kebir, maalesef uzun zamandan eridir katedral-kilise yakıştırması ile yıpratılmak isteniyor. İşin esasını bilmekten uzak olanlar için ibadetin İslâmî olanının yapıldığı bu mabet için katedral-kilise yakıştırması son yüzyılda oldukça artmıştır.
Bir şehir alınırken en gözde mekân, fethin işareti olarak ibadethaneye çevrilir. Diyarbakır’da da olan budur. Bizim Dacitus(Dakyanos) döneminden kalan saray olarak tespit ettiğimiz ve Ashab-ı Kehf ‘in bir dönem yaşadığı mekân olarak belirttiğimiz Ulu Camiî’de İbadethane olarak kullanılan alanın Mesudiye Medresesi olduğunu belirtmiştik. Bunu görmemek için kişinin kör-sağır ve düşünme yeteneğinden uzak olması gerekir.
Mesudiye Medresesi’ne girildiği zaman soldaki alanın hem mimarî hem özellik olarak doğuya baktığını görmekteyiz. Kiliseden kalan bu bölüm, korunmuş gibidir. Bu kısmın üzerine de ikinci kat çıkılmamıştır.
Müslümanların inşâ ettiği alan, sağda olan kısımdır. Burada namaz kılınan bölüm girişte yer almaktadır ve diğer kısımlar medresenin diğer bölümlerini oluşturur. Belirtelim ki namaz kılınan kısım korunmaya alınmamış, salon-giriş olarak ayakkabılarla girilmekte bir sakınca(!) görülmeyecek şekilde göz önündedir. İki döner taşın olduğu mihrab da aslında namaza durulan alandır. Kişi, bunu görmesine rağmen ve bunun farkında değilse bu usta işi hususu depremi haber veren ya da binanın sağlamlığını ölçen şekil olarak algılar. Üzerine fazla yapı kondurulmamış, ağırlık taşımayan bu bölümüm mescid olarak kullanıldığını belirtmemize gerek var mıdır?
Şehirlerin sembol yapılarına saygının gittikçe azaldığı ortamda kimi zaman umulmadık etkinlikler de icra edilir. İsmine “Medrese” denilen dünün üniversiteleri, bu gün bir sergi salonuna, teşhir merkezine dönüştürülmüştür. Bazen bir resim-tablo galerisi, bazen kılık-kıyafet defilesi bazen de sinema salonuna devşirilir.
Mardin’de Akkoyunlu Hükümdarı Kasım Padişah’ın yaptırdığı, kendi ismini taşıyan Medrese, her ne kadar onartılmış ise de sergi, galeri, sinema salonu vasfından kurtulamamıştır. Son birkaç yıl, camiî kısmı eski işlerliğine kavuşturulan medresenin diğer alanları, turistik amaçlı kimi etkinliklere açıktır.
Yapı, onarımdan geçirilmeseydi, kaderiyle baş başa yıkılmaya, tahribe açık bir mekândı. Onarılması iyi olmuş ise de Medrese özelliğinden başka amaçlarla kullanımı, ister istemez bu alanda söz sahibi olanların nazarında hoş karşılanmaz.
Siz, bir Üniversite’yi düşünmemekte, geçmişte birçok bilim dalının öğretildiği bu mekânı, olsa olsa yapılış amacına uygun biçimde üniversiteye bağlar ve bu amaçla kullanabilirsiniz. Yapının tarihî yönü beraberinde turizme de açarsınız. Şimdi tarihî bir kaleyi kalkıp restauranta dönüştürüseniz, o yapının kimliğini nasıl değiştiriyorsanız, bir hanı da işyeri olmanın dışında ibadethane olarak tasarlayabilir misiniz? Bir hamamı işlevini yitirdiği için turizme yönelik amaçlarda kullanırsınız da Kilise için bu düşünülemez. Çünkü bu bir ibadethanedir. O halde bilimin öğretildiği, her alanda öğrenci yetiştirilen bu mekânları, zihnimize nakşedilen mederese şablonunu silme adına başka bir şekle büründürürseniz, bu hem tarihî, hem itikadî, hem kültürel alanda kendini bilmemektir. Bunun başka bir izah tarzının olduğunu düşünmemekteyiz.
Kasım Padişah’ın öldürüldüğü için mezar yeri bilinmese de babası Cihangir için yaptırdığı türbe, medresenin gölgesinde kalmaya mahkûm kalmıştır.
Aslında şehrin sembol yapılar beraberinde sembol isimlere de ihtiyacı yok değildir. “Dicle Üniversitesi” denilince akla “Diyarbakır” gelir de “Artuklu Üniversitesi” denince “Mardin” demek oldukça zor. Çünkü Artuklu sadece Mardin’de hüküm sürmüş değildir. Diyarbakır kaynaklı bir yüzyıllı aşan geçmişi vardır. Nasıl ki “Sütçü İmam” denilince akla “Maraş” geliyorsa “Kasım Padişah” denildiğinde akla “Mardin” gelirdi. “Karamanoğlu Mehmet Bey” denildiğinde Konya düşünülüyorsa KasımPadişah neden düşünülmesin!..
Ülkede üniversite sayısı yüzleri buluyor, bulmakta, bulacaksa şahıs isimleri şehirleri hatırlatma, tarihle bütünleşme adına oldukça önemlidir… Biz, Artuklu Üniversitesi ismini değiştiremeyiz de buna dikkat çekerek şehrin sembollerinin yerli yerinde olmasına dikkat etmek gerekir.
Ben Diyarbakır’da özel bir üniversite düşünecek isem sıralama olarak elliye yakın isim düşünürüm. Biz hala Hattat Hamid’in ismini vefatından yıllar sonra bir ilköğretim okuluna vermiş ve bu isimden Güzel Sanatları uzak tutmuş isek, Denizci Tahsin isimli ünlü ressamı da unutmuşuz. Ali Emiri Efendi için itiraz eden olursa b iraz yakına gelmeli!...
Şehirleri, kendilerine mahsusu isimleri ile özdeşleştiremiyorsak, başka ne demeli? Hakikatten bilmiyorum ya da söylemek istemiyorum.
Meraklısına bir not: Sütçü İmam’ın imamlık ile bir alakası yoktur, “İmam”, süt satan ve Fransızların densizliğine karşı koyan zatın gerçek ismidir.
29.07.2011
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.