Evet, senelerdir devâm eden İran-İsrâil geriliminin ve bir bakıma dolaylı savaşının boyut değiştirdiğini, artık doğrudan bir savaşa doğru evrilebileceğini düşündüren gelişmelerdir bunlar. Ama aceleci olmamak lâzım gelir. Meseleye denklem mantığı çerçevesinden bakmakta fayda var.
İsrâil ile İran arasında on senelerdir devâm eden husûmet bir cepheleşme olduğu kadar bir denklemdir de. Mâlûm, cebirde denklem, iki niceliğin eşitlenmesini ifâde eder. Meseleye sâdece husûmet ve cepheleşme üzerinden bakılırsa denklem görülmeyebilir. Hâlbuki nihâî tahlilde esas belirleyci olan denklemdir.
Gerek İsrâil, gerek İran birer güvenlik devletidir. Güvenlik sistemleri, devletler arası ilişkilerde bir düşmanın sâbitlenmesini ve onun etrâfında üretilen tehlikeli senaryoların içeride birliği pekiştirici bir işlev görmesinin sağlanmasına dayanır. Güvenlik devletinin başarısı, kamuoyları nezdinde, kendisini başka hiçbir şeyin önceleyemeyeceği kadar başat bir ihtiyaç olduğunun hissettirilmesidir. Bu durum barış ihtimâlinin yok sayılmasıdır. Aslında Türkiye’deki siyâsal kültürel geleneğin, en azından târihsel kodları itibârıyla bunu anlaşılmaz kıldığını düşünürüm. En başta Osmanlı geleneği bunun tam tersini söyler. Jason Goodwin’in Osmanlı için kullanmış olduğu ve kitabının başlı yaptığı ifâde boş değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.