• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

Vefatının 40. yılında Arif Nihat Asya

Namık AÇIKGÖZ

İlk genç­lik yıl­la­rı­mız­da, saf bir ha­ma­set dün­ya­sı­nı te­ren­nüm et­ti­ği için gir­miş­tik onun şi­ir dün­ya­sı­na.

Bay­rak şii­ri, ne­sil­ler bo­yun­ca söy­le­nen şi­ir­ler­den bi­ri­dir. Bi­ri­ne “İs­tik­lal Mar­şı­’n­dan son­ra­ki şi­ir­le­ri say.” de­se­niz, ilk ak­lı­na ge­le­cek şi­ir Bay­rak şi­iri­dir. Bu şii­rin ca­zi­be­si, sa­de­ce du­ru, te­miz ha­ma­set de­ğil­dir; renk zen­gin­li­ği, yük­sek ide­al do­za­jı ve li­rizm açı­sın­dan da sağ­lam bir me­tin ol­ma­sı­dır. Şi­ir da­ha ba­şın­da, ma­vi, be­yaz ve kı­zıl ren­le­rin cüm­bü­şüy­le baş­lar, iki kıy­met­li de­ğe­re, kız kar­de­şe ve şe­hi­de ge­çer. Kız­kar­deş... Ko­run­ma­sı ge­re­ken na­ze­nin... Ve onun ma­su­mi­yet sem­bo­lü ge­lin­lik... Şe­hid...  Ül­ke için, na­mus için, o kız kar­de­şin na­mu­su için öl­mek... İki­si­nin ara­sın­da­ki or­tak yön, iki­sin­de de bay­ra­ğın mer­kez ol­ma­sı.

Bay­rak şi­iri­ni da­ha uza­ta­bi­lir ve “Yer yü­zün­de yer be­ğen/Söy­le se­ni ora­ya di­ke­yim!” mıs­ra­la­rıy­la bi­ti­re­bi­li­riz. 

Na­sıl M. Aki­f’­i İs­tik­lal Mar­şı, Ça­nak­ka­le ve Bül­bül şi­ir­le­riy­le an­mak, kos­ko­ca­man Sa­fa­ha­t’­ı gör­me­mi­ze en­gel olu­yor­sa, Bay­rak şii­ri de Arif Ni­ha­d’­ın di­ğer şi­ir­le­ri­ni ma­ale­sef göl­ge­de bı­rak­mış­tır. 

Arif Ni­had, ge­rek li­rik, ge­rek ta­sav­vu­fi ve ge­rek­se hi­ke­mi pek çok şi­ir söy­le­miş­tir. Me­se­la ben, her­şe­yin kon­trol­den çık­tı­ğı kao­tik or­tam­la­rı izah et­mek için onun,
Kı­lı­cın bu pa­tır­tı­da
Ağ­zı da ke­ser sır­tı da
bey­ti­ni zik­re­de­rim hep. 

Kla­sik şi­ir­de­ki na­at­le­ri de az çok bi­len bi­ri­yim. Bun­la­rın en gü­ze­li­nin Fu­zû­lî­’nin “Su ka­si­de­si­” ol­du­ğu­nu da bi­li­rim ama bu­na ilâ­ve­ten bir şey da­ha bi­li­rim ki, o da Arif Ni­ha­d’­ın  na’­ti, bü­tün Türk ede­bi­ya­tı ta­ri­hin­de, en acı, en faz­la ru­hî arın­ma­ya ve­si­le olan, ses ör­gü­sü en gü­zel na­’t’­tir. “Sec­ca­den kum­lar­dı­” mıs­ra­sı... Ye­tim­ler Ye­ti­mi’nin, fa­kir­li­ği övün­cü ola­nın hâ­li, iki ke­li­me ile an­cak bu ka­dar ve­ciz ve et­ki­li bir şe­kil­de ifa­de edi­le­bi­lir­di. 

Mi­ma­ri­si, gü­ver­cin­le­ri, kan­dil ak­şam­la­rı ve o ak­şam­lar­da oku­nan su­re­le­ri şi­ir­leş­ti­rir­ken Arif Ni­had, mıs­ra­la­ra ke­li­me­le­ri dök­mez, yü­re­ği­ni se­rer:

Kon­sun -yi­ne- per­vaz­la­ra gü­ver­cin­ler,

“Hû hû­”la­ra ka­rış­sın âmin­ler...

Mü­ba­rek ak­şam­dır;

Ge­lin ey Fâ­ti­ha­lar, Yâ­sin­ler!

O Efen­di­ler Efen­di­si­’ni an­la­tır­ken Tür­k’­ün İs­lam ta­ri­hi­ne kat­tı­ğı zen­gin­lik­le, ilâ­hî dü­şün­ce­nin da­mar uç­la­rı­na ka­dar nü­fuz et­me­si­ni dil­len­di­rir. Tek­bir ve se­lat-ı Üm­mi­ye bes­te­le­riy­le It­rî, Ku­r’­an oku­yan ev­li­ya­ul­lah, Ku­r’­an’­ı en gü­zel ya­zan­lar­dan Ka­yış­za­de Os­man, na’­tiy­le Şeyh Ga­lip, Mev­li­d’­iy­le Sü­ley­man Çe­le­bi, mi­ma­ri eser­le­riy­le Si­nan, Arif Ni­ha­d’­ın na’­tin­de bir me­de­ni­yet zin­ci­ri ola­rak yer alır: 

Yü­rek­ler­den taş­sın

Yi­ne, iman­lar!

It­rî, bes­te­le­sin Tek­bî­r’­ini;

Ev­li­yâ, oku­sun Ku­r’­ân’­lar!

Ve Ku­r’­ân-ı göz nû­ruy­la ço­ğalt­sın

Ka­yış­zâ­de Os­ma­n’­lar

Na­’tı­nı Ga­lip yaz­sın,

Mev­li­d’­ini Sü­ley­ma­n’­lar!

Sü­tun­la­rı, ke­mer­le­ri, kub­be­le­riy­le

Ge­ri gel­sin Si­na­n’­lar!

O’­nun has­re­tiy­le ge­çen yıl­la­rın acı­sı­nı şöy­le di­le ge­tir­miş­ti Arif Ni­had:

Gel, ey Mu­ham­med, ba­har­dır...

Du­dak­lar ar­dın­da sak­lı, 

Âmin­le­ri­miz var­dır...

Hac­dan dö­ner gi­bi gel;

Mi­’râ­c’­dan iner gi­bi gel;

Bek­li­yo­ruz yıl­lar­dır!

Bu na­’t ya­zıl­dı­ğın­da, Tür­ki­ye­’de din adı­na ne var­sa ya­sak­lan­mış­tı. O ya­sak ka­ran­lı­ğın­da par­la­yan bir yıl­dız gi­biy­di bu şi­ir. Her­kes sus­tu­rul­muş­ken, yü­re­ği­ni or­ta­ya ko­yup çığ­lı­ğı­nı yük­sel­ten bir şa­ir­di Arif Ni­had. 

Maa­rif ve­ki­li Ha­san Âlî, Ma­lat­ya­’da Arif Ni­ha­d’­ı tef­tiş edi­yor ve bir ara “Ne bu pa­ça­la­rın­da­ki ça­mur?...” di­ye mil­le­tin için­de şai­ri azar­la­ma­ya kal­kı­yor. Sö­zü­nü hiç kim­se­den  sa­kın­ma­yan Arif Ni­had, ba­ka­na, “Se­nin ağ­zı­nın be­nim pa­ça­la­rım­da ne işi var?...” di­yor.

İş­te bu Arif Ni­had 7 Şu­bat 1904 gü­nü doğ­muş­tu ve 5 Ocak 1975 gü­nü, ya­ni bun­dan tam 40 yıl ön­ce bu­gün; o çok sev­di­ği Ada­na­’nın kur­tu­lu­şu gü­nü,  Hak­k’­a yü­rü­dü. Se­ven­le­ri­ne  ha­tır­la­ta­lım is­te­dim.  

Bu yazı toplam 492 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim