Piyangoya bağlanan umutlar, tükendi, yeni yılın ilk günüyle... Dört çeyrek bilet parası 36 Lira yapıyordu. Tam bilet alsaydı, yine 36 Lira gidecekti. O, hiçbir endişe taşımıyordu. Amortinin hangi rakama çıkma ihtimaline aldırış etmiyordu.
"Yok!.." demişti. Akşama doğru "Ağabey, bilet vereyim mi?" diye soran gazete satıcısına, "İstanbul'dakiler çok çıkıyor." demişti, kısaca. Gazetesini alıp çıkmıştı, büfeden. Piyango listesini bile almamıştı.
Sabahleyin uğradığı gazeteci ek isteyip istemediğini sormuştu:
-Liste vereyim mi, ağabey? Ertesi gün öğleye doğru gazetesini koltuğunun altına sıkıştırıp lokantaya vardı. Arada bir uğradığı lokantada tanıdık olan işyeri sahibi, kendisini güler yüzle karşıladı:
-Hoş geldiniz, Üstad!..
"Hoş bulduk" dedi, "Bana şöyle krallara layık bir sofra kur. Çok acıkmışım." dedi.
-Hayrola Üstad!... Bir yere mi gideceksin?
"Yok" dedi, kestirerek, "Canım en iyi yemeklerden istiyor. Salatası da bol olsun, şöylece limonu bol, yanında köpüklü ayran, eksik olmasın."
Diğer günlerde kimseyle konuşmayan, kendi halinde geldiği lokantada sıradan yemek isteyen ve bazen cebindeki parası zor çıkışan müşterisine anlam veremedi, Lokantacı:
-Emrin olur, Üstadım. Üstadıma bir buçuk Adana..
Oturdu, baştaki masaya. Gazetesini açıp, masaya yayarak okumaya başladı:
-Usta, gördün mü aptalları. Çoğu biletleri aldığına pişman olmuştur.
Lokantacı, bir hinlik sezmeye başlamış gibiydi:
-Ya alan da pişman almayan da.
"Yok" dedi, "Ben hiç pişman değilim." Dedi, gülümseyerek, Lokantacıya, "Bak benim halimde pişmanlık var mı?"
Seyretmiş olduğu Yeşilçam eserlerinin hatırladı, Lokantacı. "Bu adama mutlaka iyi para çıkmış, olmalı. Bak konuşmasına, şifreli-mifreli" diye düşündü:
-Üstad, keyfiniz yerinde bu gün. Allah, neşenizi artırsın.
"Sağol, Usta" dedi, sadece. Bembeyaza bürünmüş kafasını gazeteye gömdü.
Lokantacı, mutfak kısmına geçti, o anda. Kendi elleriyle kocaman kayık tabağa yeşillikleri itinayla düzdü. Ayranı, bakır tasa doldurdu. Ocakta pişen Adana’yı iki porsiyona tamamladı. Çalışanını sımsıkı tembihledi:
-Masasında eksiği olmayacak. Sonra söylemedi demeyin, bana.
Servisçi, başıyla evetledi, patronunu:
-Olur, patron.
On dakikaya varmadan yan masa donatılmış, gazetesine gömülen müşteri, uykudan uyandırılmış gibi, nazikçe uyarıldı:
-Üstad, yemeğiniz hazır.
Sağına soluna baktı. Yan masada kendisini buyur eden garson, sandalyesini de çekmişti. Gazetesini katlayıp, masaya geçti.
Hiçbir zaman bu denli iştahlı olduğu görülmemişti. Yanı başında bekleyen garson, su bardağını bile dolduruştu:
-Bir emriniz varsa söyleyiniz.
"Yok" dedi, elinin tersiyle," Sağ ol. "
On beş dakikayı bulan iştahlı yemek faslından sonra masasında olan tabaklar kaldırılmadan, kendisi başka masaya alındı. Önüne bol köpüklü kahve bırakıldı.
İtiraz etmeden kahvesini höpürdetmeye başladı.
Yanına gelen Lokantacı, servisten memnun olup olmadığını sordu:
-Bu günkü servisimiz nasıl, Üstad?
"İyi" dedi, "Yalnız şaşırdım, diğer günler de böyle mi olacak? Yoksa yeni konseptiniz mi?"
Lokantacı, ellerini önünde buluşturdu, bir devlet büyüğünün karşısında imiş gibi:
-Üstad, sizin gibi yazarların kıymeti kolay kolay anlaşılmaz. Biz değerinizi bilmeyenlere teessüf ederiz. Sizin başımızın üstünde yeriniz var. Müessese sizindir.
"Var ol" dedi, "Yaptığımız toplumu bilinçleştirmek içindir. Başka ne olur ki ?"
Önüne gelen el yıkama kabında güzelce ellerini yıkadı, kendisine havlu uzatıldı. Bu fasıldan sonra sigara ikram edildi:
-Biliyoruz, filtresiz sigara içtiğinizi. Bu sigara da kaçak sigara tadını aratmaz. Buyurun.
Paket, masaya bırakılmadan, bir tanesini aldı, sigarası hemen Lokantacı tarafından yakıldı. Tüttürdüğü sigarası için kim ceza yazabilirdi ki... Öğle arası müşteri olmasına rağmen, özel bir ilgiye muhattab olan Yazar, keyfini çıkartıyordu, yılın ilk gününün.
Kalktı, paltosunu ortalıkçı tuttu. Eline bozuk para verdi. Garsonların bahşiş kutusuna bir onluk bıraktı. Kasaya giderken, Lokantacı "Müesseseden" diyerek, parayı kabul etmedi. Şapkasını çıkartarak, teşekkür edip, dışarı çıktı.
Ömründe bu denli yemek yememişti. Eksik olan tatlı olmalıydı. Yaklaştığı pasta haneye uğramak istedi. "O ki ölüm var. Bende bu hasret kalmasın." diye düşündü.
Pasta haneye girer girmez, özel bir iltifatla karşılaştı:
-Buyurun, Efendim... Üstadım şeref verdiniz.
Kadayıfçı Selim, Yazarın elinden tutarak hal hatır sordu:
-Nasılsınız, Üstadım, sıhhat ve afiyet içindesiniz, İnşallah!..
Gördüğü ilgiden oldukça memnundu. Önce lokanta şimdi pasta hane. Çoktandır, uğramadığı içindi, herhalde. Önemsemedi, açıkçası.
-Ya Selim, bana şöyle birkaç çeşit tadımlık tabak hazırla.
"Emrin olur" dedi, Kadayıfçı Selim, "Sizin burayı şereflendirmeniz bizim için mutluluktur, Üstadım."
Tezgahın arkasına geçip, vitrinde sergilenen çeşitlerden birer ikişer parçayı tabağa aldı:
-Üstad, sade yağlı iyi olur. Benden başkası sade yağ kullanmaz, burada. Bizi seçtiğiniz için ne kadar mutluyum, bilemezsiniz."
-Evladım, adamlar zengin olmuş da tatlıyı gider başka yerde alır. Sonradan görmeler, bunlar. Evinin önünde varken uzağa gitmeye ne gerek var? Öyle değil mi?
“Öyle “ dedi, Kadayıfçı selim, “İnanır mısınız, kullandığımız malzeme sosyete satıcılarının malzemesinden kat kat iyidir, tazedir. Ben cevizi kendi elimle seçerim, bademi kendi elimle kırarım, fıstığı Antep’ten kendim gider alırım.”
Yazar, göz kapayıp açıncaya kadar önüne bırakılan koca tabağa şaşırıp kaldı:
-Evladım, bu ne hız bu ne hareketlilik?
-Üstadım, sizin gibi mümtaz birisi bize kadar gelmiş de biz, hizmet etmeyelim… Bu olur mu?
Tabağındakileri birer birer atıştırdığında Kadayıfçı Selim, marifetini anlatıyordu:
-Bu Bülbül Yuvası… Yediğiniz Gelin Bohçası. Bu Sargı Burma.. Bizden iyisini yapan yok.. Marifet, fıstıkla sadeyağın ince açılmış hamurda buluşması ve güzel sarılmasında. Künefeyi benden güzel bir Hamid Usta yapardı. Onun da canı rahmet istedi. Şimdi ben varım. Efendim, Diyarbakır Kadayıfı’nda tepsi biraz pekmezle silinmeli. Kadayıfın kızartılmış şekli biraz da buna bağlı. Sade yağın tadı elbette farklı. Bakın pamuk yağını kullanan var, aramızda.
Yazar, Selim’i dinlemekten uzaktı. Müşteri de yoktu, dükkânda. Tabak, süpürülmüş gibi oldu.
-Şu taze sıcak baklavadan daha vereyim mi?
Israrcı olmadı, Yazar. Tabaktaki üç dilim baklavayı da atıştırdı.
-Üstad, su içmediğinize bayıldım. Su içtiniz mi tatlı yer, sizi. Su içmediniz ise tatlıyı siz yersiniz.
-Teşekkür ederim, evladım…
Kalktı, ayağa. Elini cebine atar atmaz itirazla karşılaştı:
-Vallahi olmaz. Siz gelmişsiniz ve ben para alayım… Katiyen olmaz. Afiyet olsun, Üstadım.
Yazar, ısrar etmedi. Lokantada ve pasta hanede bunca ilgi karşısında şaşırmıştı:
-Bu sefer öyle olsun da başka sefer kabul etmem. Aslında param çok. Nasıl harcayacağımı evden çıkarken bilemedim.
Kadayıfçı Selim, “Başka sefere Efendim” dedi, elindeki paketi de zorla vererek:
-Evde isterseniz, bizi de hatırlarsınız diyedir. Atıştırırsınız Efendim. Afiyet, şeker olsun.
Bir anlam veremedi, bunca iltifata. Kapıdan çıkıp ana caddeye karşı kaldırıma geçti.
Diğer zamanlar lokantaya da giderdi, arada bir Selim’e de uğrardı. Belki de yılbaşında esnafın aldığı bir karardı, yapılan. Belki bir promosyondu, yapılan. Kendisi bu şehre bunca hizmet yapmıştı, kitaplar yazmıştı, şehri tanıtmıştı. Bu kadar da olsun, yaptıklarında geç bile kalmışlardı.
Madem bu kadar saygıya, iltifata layık görülmüştü, kendisi. Mutlaka yeni bir kitaba başlamalıydı, lokantacısı, tatlıcısı madem eserlerini okuyordu, okumuştu, bunun için kendinse saygıda kusur etmemiş ise üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmeliydi. Yazdığı kitaplarda şehrin mutfağından bahsederken lokantacı ile tatlıcıdan da tarifler almalıydı, vefa borcu olarak. Madem para almamışlardı, kendisine saygıda kusur etmemişlerdi, onları bir iki satırla onurlandırmak çok görülmemeliydi.
Evine döneceği köşede kendisini adeta bekler gibi buldu, Kuruyemişçi Fadıl, kendisini selamladı:
-İyi günler Efendim..
“Hayırlı günler” dedi, Fadıl’a, “Nasılsınız evladım?”
-Hamdolsun Hocam, buyurmaz mısınız?
Kırmamak için kuruyemişçi dükkânına girdi:
-İyisiniz, Evladım?
Fadıl, ellerini öpmeye kalkıştıysa da izin vermedi, Yazar:
-Rahmetli Babanı dün gibi hatırlarım, toprağı bol olsun.
-Ne demek Hocam, siz de onun dostu idiniz, dostlar baba yarısı sayılır. Buyurun, şöyle geçin.
Çekilen kasa koltuğuna oturdu, Yazar. Oldukça yumuşak koltuğa iyice gömüldü. Bunun verdiği rahatlıkla sohbet koyulaşır gibiydi:
-Eeee! İşler nasıl, Fadıl?
Fadıl, düşünerek ağır ağır konuştu:
-Vallahi Hocam, çok şükür. Geçinip gidiyoruz.
“İşlerini büyütemedin” dedi, “Bu devirde paran olmalı ki işlerini büyütesin, kazanasın ve rekabete dayanasın. Bak marketlerde kuru yemiş satılıyor, senin gibi bu mahallenin çocuğu sinek avlıyor. İşlerini büyütmen lazım Fadıl… Bulacaksın parayı ve işlerini büyüteceksin. Rahmetli el arabası ile bu işe girişti, sen dükkânı daha da ileriye götürmelisin… Fakat helal ile haramı bileceksin, oğlum.”
-Teşekkür ederim, Hocam Sizin gibi müsbet düşünen az. Herkese danışmak, ahmaklıktandır. Şehir hakkında çalışmalarınızı okuyorum. Siz bir deryasınız, Hocam. Ellerinizi öpmeyen, size saygı göstermeyen hayatından lezzet almamış demektir.
“Evladım kapım sana açıktır. Bak şehir hakkında yazmasaydım, sen bilir miydin? Bu bizim görevimiz. Rahmetli baban da az bilmezdi. O Çırrık Fırını hakkında bana bilgi vermişti, Erbadaş hakkında epey bilgi almıştım, kendisinden. Arada bir gel, dertleşiriz “ dedi, ayağa kalkarken “Otursam, bir daha kalkamam. Gideyim, evladım. Şuradan da bir şeyler ver. “
Fadıl, hemen, kese kağıdına davrandı, oradan buradan şuradan derken, kese kâğıdını zımbalayıp, poşete bıraktı, kendinse tazimle sundu:
-Buyurun hocam.
Elini cebine atmasına müsaade etmedi:
-Baba dostundan para almak, zillettir. Hiç olur mu Hocam, afiyetle çıtlatınız.
Teşekkür ederek, küçük dükkândan çıkarken, Fadıl, hürmette kusur etmemek için, kenar çekildi, başıyla kendisini selamladı.
Evine yaklaşmıştı. Önünden geçtiği kahvedekiler, kendisini ayağa kalkarak selamlamıştı. Anlaşılan herkes, kendisine saygı gösterme yarışına girmişti. O da nazikçe şapkasını çıkarıp, kendilerini selamladı.
Eve giderken, komşuları adeta yolunu gözler gibiydi. Herkes, yeni yılın kutlamasına başlamıştı:
-Yeni yılınız hayırlı olsun, Komşu..
O kendisine yapılan iltifatlardan açıkça hoşlanmıştı. Bundan aldığı cesaretle cevap veriyordu:
-Bize nasip olan size de kısmet olur, İnşallah!...
Evin kapısını açıp girmekle karşılaştığı ortam, kendisini şaşırtmıştı:
-Çocuklar siz nerden geldiniz böyle. Dün akşam da yoktunuz..
En büyük oğlu, ayağa katlı, önünü ilikleyerek, elini öpmeye çalıştı:
-Babacığım yılbaşında gelemedik, kusura bakma… Ancak bu sabah gelebildik. Çocuk hastaydı, iyileşir gibi olunca…
-Babacığım, seni senenin ilk gününde yalnız bırakmak olur mu?
- Babişkom, öpeyim…
İki kızı, bir oğlu, üç torunu ayakta oturmasını bekliyorlardı. Elindeki paketleri aldılar. Baş köşeye oturdu, Yazar:
-Kadayıfla kuruyemiş verdiler, yıl başında… Bu yılbaşı benim için çok şanslı başladı çocuklar.
Herkes, can kulağı ile kendisini dinliyordu:
-Lokantaya vardım, tıka basa yemek yedim, para almadılar.
-Eeee!...
-Para alırlar mı?
-Almadılar, kızım. Kadayıfçı Selim aynı saygıyı gösterdi, üstüne üstlük paket de yaptı.
-Ya!...
-Helal olsun be…
-Ne zaman duymuşlar?
-Oğlum, benim şehir yazarlığımı duymayan kalmamış. Bir izzet bir hürmet… Vallahi utandım.
-Vay utanmazlar!..
-Evladım, elbette onlar utandı. Demek benim farkıma yeni varmışlar. Sonra Fadıl, koca poşete kuruyemiş doldurdu.
-Ya!.. Vay Namussuz..
-Bakma şimdi tövbekâr oldu, Çocuk. Eskiden olsaydı oğlum, haklı sayılırsın..
-Sonra baba!..
Heyecanlı heyecanlı anlatıyordu, Yazar:
-Kahvedekiler önümden ayağa kalktı…
-Kalkarlar kalkarlar…
-Kalkarlar canım, benim yaptığım çalışmalar az mı?
-Sonra…
-Vallahi eve geliyordum, komşular beni sormak için kapıdaydı, adeta.
Herkeste bir heyecan vardı. Kimse geliş sebebini dışa vurmuyordu.
O esnada kapı çalındı:
-Git bak kimdir, bu vakitte kapıyı çalan?
Küçük oğlu fırladı, ok gibi. Kapıyı açınca kapıda duran koçla karşılaştı:
-Hayırdır Haydar Usta? Bu ne iş?
Palabıyıklı Kasap, bıyıklarını burarak, “Hocamıza kurban olsun” diye hayvanı kucakladığı gibi bıçağı boynuna vurdu:
-Ya Bismillah!....
Herkes şaşırmıştı, bir yazar şaşırmamıştı. Sevinçten uçacak gibiydi:
-Nihayet değerim anlaşıldı, Çocuklar. Babanızla iftihar ediniz.
Herkes gürültü patırtı içinde, kesilen koçla meşguldü. Yazarın sesini, bu hengamede duyan kimse olmadı.
18.04.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.