• İstanbul 16 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 19 °C
  • Konya 16 °C
  • Sakarya 19 °C
  • Şanlıurfa 23 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 21 °C
  • Bolu 16 °C
  • Bursa 20 °C

Yazmak Hastalık mıdır?

M. Ali ABAKAY

Genelde sıklıkla karşılaştığımız bir durumdur ve bu durumu da eleştirmek istemem, çoğunlukla. Edebiyatla sanatla içli-dışlı olanlar, bakarsınız ki bir-iki eseriyle göz doldurur, yeni bir işe atanırlar:
-Hayırlı olsun..
-Sağolun..
-Ne zaman başladın, göreve?
-Büyüklerim öyle istedi, ben kıramadım.
Keşke biz de yazdıklarımızı pazarlasak ve en alasından beğenilen yazılarımızı dosyalayıp, kitaplarımızı albenili bir paketle sunsak:
-Bakın bunlar benim yazdıklarımdır.
Bilmekteyiz ki kimse bakmayacak:
-Kardeşim, yazmışsın kendin için yazmışsın. Bize ne?
Boynu bükük şekilde ayrılırsınız, belki de gittiğiniz yerde.
*** 

2000’li yılların başı. Bulunduğum görev maddî açıdan ne kadar tatminkâr ise de ayrılmak istedim, aracısız ve kimseye danışmadan:
-Yazdıklarımı dosya halinde sunuyorum. Verilecek bir görev varsa yapmaya hazırım. Şu anda aldığım maaşın fazlasını istemiyorum. Benim işim yazmak ve çizmek olduğu için, kurumunuzda hem size faydalı olmak istiyor hem de daha derli-toplu eserler vermek istiyoruım.
Yazdığım iki kurumdan aldığım resmî cevap, bu işe girmenin sınavla olduğunu belirtiyordu. Sınavsız işe alınanlara baktığımda söylenenin ne derecede doğru olduğunu anladım:
-Be adam, seni birisi tavsiye edecektir. Referansın oldu mu müdür de olursun müsteşar da..
Ben, doğruluktan şaşmayan ve çabasıyla bir yere gelmeyi aklına koymuş biri olarak söylenene hak verdim. Şimdi evde oturuyorum, emekli olmak için adeta gün sayıyorum:
-Boşuna bekleme… Seni çağırmazlar!...
İçimdeki sese cevabım, daima nezaket sınırları dışında olur:
-Şimdiden sonra çağırsalar da gitmem!..
***
Geçenlerde üniversitede iken biri sordu:
-Doçentliğe geldin mi?
Besbelli ki birkaç sempozyum bildirimizi dinlemek için gelen muhattabım, işin iç yüzünü bilmekten uzak:
-Nurettin Topçu’nun hikâyesini bilir misin?    
Bana Topçu’nun hayat hikâyesini bilmediğini söyleyince boncukları sabırla ipe dizerek anlattım:
- Lisede ders veren doçentlerden biri olan Topçu, …
***
Bazen kişi, sade vatandaş olmayı çok şeyin üstünde değerli bulur. En azından kimseye hesap verme derdin yok, kimseye el-pençe durmazsın:
-Ben dediğiniz toplantıya katılmayacağım.
-Olur mu akademisyen olarak orada bulunmanız lazım, bu bize güç verir.
-Be kardeşim, ben akademisyen değilim. Sizin camianız içine ne zaman dahil oldum da emreder durursunuz? Siz, kendi içinizde bana verdiğiniz rolle, iltifat edersiniz de sade vatandaşın biriyim. Ben, hiç üniversitede görev almadım ki!...
***
Israrlı ve usanmadan bir arama. İlk çıkan cep telefonum, beni sinir küpü yapan melodisiyle uyarıyor:
-Bip bip!... Bip bip!..
Telefonu açtım, “Buyur, efendim “dedim. Karşı taraftan şiddetli bir tahrik:
-Beni neden beklettin bunca saat?
Eminim ki bu vatandaşı durdurmanın yolu, beyaz yalandan geçiyor:
-Bakan Beyle konuşuyordum. Kusura bakmayın. Dinliyorum.
Bulunduğumuz şehirle ilgili bir çalıştay varmış. Bizi de tavsiye etmişler. Israrla katılmamız isteniyor:
-Mutlaka gelmenizi isteriz. Fikirleriniz bizim için değerlidir.
“Açık ve net biçimde belirtmem gerekir ki piyasaya küsmüşüm. “demedim de, çok önemli bir konuda Ankara’ya gidişime rastlayan tarihte, aralarında bulunamamanın üzüntüsü içinde olduğumu ifade ettim. Malûm kimi açılışlara ve gecelere katılamayanların telgrafı okununca benzer ifadeler kullanılır:
“Aranızda bulunmak isterdim. Yurt dışında bulunduğumdan aranızda olmadığımın üzüntüsü içindeyim….”        
***
Geçenlerde bir dostumuza, ağabeyimize bir gazetede yazmak için teklif götürdüm. Daha cevabını alabilmiş değilim. Gazetelere yazan biri olarak, ulusal bir gazeteye geçiş için yeşil ışık beklemekten yoruldum:
-Sizin ilgi alanınız özelde Diyarbakır ve Şehir Araştırmaları. Bizim gazete fikir gazetesi… Şık olmaz.
-İyi de yazdığımız yazıların rotasını çevirir, istediğiniz doğrultuda yazarız.
***
Yeşilçam’ın akılda kalan kimi eserlerinin sahneleri vardır:
-Bak giderim ha!..
Daima bunu söyleyip, kendi kendisini eve davet eden ve ev sahibini zor durumda bırakan oyuncu’ya bir gün istemediği cevap verilir:
-Gidiyorsan git!...
Cevap oldukça ağırdır:
-Param yok… Ben nereye gidebilirim?
***
Şimdikiler, oldukça şanslıdır, bu konuda. “Bak giderim” tehdidi yapan birisini gördüler mi, basarlar kalayı:
-Cehenneme kadar yolun var. Gidiyorsan git!..
Şimdi biz de “Bak giderim ha!...” desek, kim bilir ne cevaplar alırız?
***
Anakara’daki dostumuz Mustafa aramış, yeniden:
-Mebus seçilmeme üç sene kaldı. Kendimi geliştirdim, birçok seminere katıldım, sınavlardan geçtim. Bu sefer garanti mebus olurum.
Mustafa, "Mebus" olacak ve ben, ol zaman Mustaf’nın yanına danışman olarak gideceğim, bana bir yerde kalıcı biçimde iş bulacak. Ben, ünlü biri olacağım..
Aklıma borçlunun parasını almak için yanına gittiği Hoca Nasreddin’e mal edilen cevap geliyor:
-Bak buraya dikenleri ektik. Onları sulayacağım, büyüyecek. Yaz ortasında susayan koyun sürüleri çeşme yalağından kana kana su içmek için gelecek… Sonra yünleri, bu dikenlere takılacak. Ben de o yünü toplarım, aha şu çeşmede yıkar, ak-pak  eder, pazara götürüp satar, kardeşimin parasını veririm.
***
Bugün, yazıyı kotardığım için kendimi mutlu hissediyorum. Çünkü yazmadan edemiyor, insan. Yazmak hastalık mıdır? Yazmak bir hastalık haliymiş, düşünen insanlar için.

 

02.06.2012

Bu yazı toplam 1181 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim