eşine az rastlanır bir dehanın portresidir her şeyden önce.
Abdülhamid, Pasarofça ve Karlofça antlaşmalarından itibaren ilk kez toprak kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti'nin kendine güvenini yitirmeye başladığı ve bunun sonuçlarını tam iki asır iliklerine kadar yıkıcı bir şekilde yaşadığı bir zaman diliminde, Osmanlı'yı durdurmak üzere iki asır üzerimize üzerimize gelen, gerek dışarıdan, gerek içeriden tezgâhladıkları oyunlarla Osmanlı'yı kuşatan Avrupalıların ve onların içimizdeki yerli uzantılarının ipliğini pazara çıkaracak derin bir tarih şuuruna, güçlü bir özgüvene, muazzam bir zekâya sahip bir hükümdar olduğunu dünya âleme ispat etmiş bir şahsiyetti.
Saldırılar, onu yıldırmıyor; aksine, davasına olan inancını, çıktığı yolculuğun doğruluğunu ve kendine olan güvenini daha da pekiştiriyordu.
Sarsılmaz inancı, çelik gibi iradesi ve tarihi kucaklayan özgüveni, çöktüğü sanılan Osmanlı'yı Avrupa'nın hem yegâne denge unsuru hâline getirmeye hem de dünyanın en güçlü stratejik devleti katına yükseltmeye yetiyordu.
ABDÜLHAMİD'İN DEHASININ İKİ SIRRI: UMUT VE UFUK
Bütün büyük dehalarda gözlenen iki ayrılmaz özellik Abdülhamid'de tam zirve noktasına çıkmıştı: Umut ve ufuk.
Abdülhamid, umudun, kanatlandırıcı yegâne kaynak; ufkun ise bu muazzam ve muazzez kaynağın kanatlarında yol alan, bütün engelleri aşan, bütün dağları dolaşarak denize ulaşan gürül gürül akan bir ırmak olduğunu çok iyi biliyordu.
Umutsuz ufuk, ruhsuzdur; ufuksuz umutsa kör ve topaldır çünkü.
Yazının devamı için:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/abdulhamid-oldu-ama-abdulhamidler-olmez/42816






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.