• İstanbul 18 °C
  • Ankara 23 °C

Adnan Tekşen: Bir Başka Açıdan Beka Sorunu ve İttifak İhtiyacı

Adnan Tekşen: Bir Başka Açıdan Beka Sorunu ve İttifak İhtiyacı
Fikir Coğrafyasındaki ilk yazım Türkiye’nin var olma mücadelesi ve buna bağlı gördüğüm bir uzlaşma kültürü oluşturulması zaruretini konu ediniyordu.

O yazıda da belirttiğim gibi 17.  yüzyıldan itibaren dünyadaki gelişmeler ve bizim sarsılan konumumuz, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında bizi bir var olma sorunu ile karşı karşıya bıraktı. Bu topyekûn bir var olma sorunuydu. Askeri alanda, ekonomik alanda, teknolojik alanda, bilim, eğitim, kültür vb. birçok alanda sorunlarla karşılaştık. 20. yüzyıl bu anlamda Anadolu topraklarında yeni bir var olma mücadelesiyle karşılaştığımız sıkıntılı bir yüzyıl oldu. Bu sıkıntılar devam ediyor ve edecek de.

Atayurdu Ortaasya olan Türklerin hem bu tarihi coğrafyada, hem de Batıya doğru yolculuklarında yerleştikleri yeni topraklarda hep bir beka sorunu olmuştur. Türkler, Anadolu’da Selçuklularla başlayan, daha sonra diğer halklarla bir arada Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da oluşturdukları Osmanlı coğrafyasında devam eden varlıklarıyla, dünyanın yeni bir gücü olarak tabiatıyla sürekli yeni tehditlerle karşılaşmışlardır.

Evet Türkler için bir beka sorunu her zaman olmuştur. Ama bu, yeni şartlarda yeni imkanlarla oluşan bir var olma mücadelesidir. İzmihlal, yani yok olma sorunu, daha ziyade yakın tarihte Karlofça’dan sonra başlayan bir siyasi, coğrafi bir daralma sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü ekonomik, askeri ve bilimsel açıdan  Batı karşısında üstünlüğü yitirdiğimiz yıllar, coğrafi olarak da üstünlüğü yitirdiğimiz yıllar olmuştur.

Tarihsel olarak bir imparatorluğun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti, bu izmihlal sürecinden topyekûn bir var olma sorunuyla başını kaldırmıştır. Ekonomik, sosyal, siyasal ve toplumsal alanlarda, önemli bir coğrafyada yeni bir var olma mücadelesi başlamıştır.

19. yüzyılda Osmanlı hasta adam olarak tanımlansa da Batı için her zaman potansiyel bir tehdit ve güç olarak algılanmıştır. Yurtdışında başka ülke yöneticileri ve aydınları ile her görüşmemde çok belirgin bir biçimde bu algıya tanıklık etme imkânı buldum. Eski tarihsel coğrafyası üzerindeki potansiyel  gücünün Batılıların göz ardı edeceğini düşünmek herhalde safdillik olur.

Ne yazık ki Batılı hükümetler, yeryüzünde özellikle kendilerine yakın olmayan yönetimlere karşı tutumlarını çok açık bir biçimde bir endişe ve tehdit algısı temelinde şekillendirmekten kendilerini kurtaramamaktadır.

AKP iktidarı da Batılı yönetimler için bunlardan biridir. Soğuk Savaş döneminde komünizm korkusuyla yüzünü Batıya çeviren, Türkiye, NATO ittifakında yer almış, AT (AB)ye yüzünü dönmüştü. İktidarının ilk yıllarında da Avrupa Birliği üyeliğini stratejik bir hedef olarak benimseyen ve ifade eden iktidarın Batı açısından yol açtığı rahatlama, şimdilerde yerini bir endişeye bırakmış durumda. İktidarın bu tutum değişikliğinin nedeni, üyelik sürecinde Batı’nın taleplerini istikrar ve güvenliği için tehdit olarak görmesi.

ABD ile ilişkilerde de benzeri bir seyir gözlemlenmektedir. Başlangıçta stratejik ortak olarak yaklaştığı ABD ile özellikle Ortadoğu konusunda yaşadığı ihtilaflar zaman içinde eksen kaymalarına maruz kaldı. Burada da yine en önemli endişe, güvenlik endişesi olarak gözüküyor.

Bu eksen kaymalarını değerlendirirken elbette şu gerçeğin farkındayız: Tarih içerisinde çok sayıda devlet kurmuş, en son olarak da zorunlu olarak bir imparatorluk bakiyesi üzerinde yükselen bir ülkenin esnek ve çok yönlü bir dış politika benimsemesi yadırganacak bir durum değil. Ancak bunun konjonktürel süreçlere bağlı olarak hızlı değişikliklerle gerçekleşmesi tehlikeli. Nitekim Türkiye’nin hızlı bir biçimde gitgide Avrasyacı bir eksene kayma görüntüsü Batıyı ve NATO ittifakını telaşe düşürmüş durumda. Bu süreçte eş zamanlı bizim de yedi düvelden endişe eder hale geldiğimiz gerçeğini de görmezden gelmeyelim. 

Bizim gibi ülkeler için dış tehdit her zaman olacaktır. Dış tehditlerin içerideki muhalif unsurları da zaman zaman kullanmasına karşılık elbette dikkatli olunması gerekir. Ancak bu dikkatin, tüm sinerjisiyle var olma mücadelesi vermesi gereken bir toplumu yok olma paranoyasıyla korkutarak sağlanması yoluna başvurulması, kendi içimizde o sinerjiyi oluşturmak için ihtiyaç duyduğumuz uzlaşma çabalarımızı baltalayacaktır.

Son aylarda dile getirilen beka meselesi etrafındaki tartışmalar bu endişeyi haklı çıkarır niteliktedir. Bu meselenin bir seçim ortamında iç politikanın bir enstrümanı olarak vurgulanmasıdır tartışmalara yol açan.

Sözünü ettiğim yazımda da söylemiştim. Yüzyılı aşkındır süren bu var olma mücadelesi, gelenekle yenilik arasında sağlıklı bir sentez oluşturabilecek bir dil ve yaklaşımı yakalayamadığımız için kendi açmazlarını da beraberinde getirmiştir. Bir başka deyişle Türk modernleşmesinin, çeşitli kesimlerin asgari uzlaşmasına bile dayanmadan gerçekleşmiş olması, ortak paydalarda buluşma imkânlarını yok etmiştir.

Devamı: http://www.fikircografyasi.com/makale/bir-baska-acidan-beka-sorunu-ve-ittifak-ihtiyaci

Bu haber toplam 425 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim