• İstanbul 13 °C
  • Ankara 12 °C

D. Mehmet Doğan: “Lozan tam bağımsızlık vermiyor!”

D. Mehmet Doğan: “Lozan tam bağımsızlık vermiyor!”
Bazı sapı silikler yukarıdaki sözü bana ait sanabilir.

Bu TBMM’de Lozan görüşmelerinde Mersin meb’usu Niyazi Ramazanoğlu’nun kürsüden konuşurken sorduğu “muahedename (andlaşma) millî hudutlarımız dahilinde bu devlete istiklâl-ı tam veriyor mu?” sorusu üzerine Mardin milletvekili Necip (Güven)’in cevabıdır: “Hayır, vermemiştir!”

Niyazi Bey konuşmasının devamında, “muahede heyeti umumiyesiyle nâkıstır, tam değildir” diyor. Yani, andlaşma geneli itibarıyla noksandır, tam değildir!

Niyazi Bey, andlaşmanın neden eksik olduğunu, tam olmadığını Meclis kürsüsünde büyük bir vukufla izah ediyor. (Keşke bu uzun konuşmanın tamamını buraya alabilsek!) Bir kere Osmanlı Devleti’nin yüzlerce yıllık hukukundan bir kalemde vaz geçilmiştir. İkincisi, Birinci Lozan Konferansı’nın 23 kasım1923 tarihli oturumunda İsmet Paşa «Eski Osmanlı imparatorluğunun her hangi bir kısmı üzerinde hiçbir Devletin mandasını tanımıyoruz» dememiş midir? Öyleyse, şimdiye kadar ilân ettiğimiz prensibe sadık kalarak, hak ve adalet düsturunda ısrar ederek, bizden ayrılan memleketlerin kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin etmeleri hakkını savunmamız gerekmez miydi?

Niyazi Bey, daha can alıcı bir noktaya temas ediyor: “Bu andlaşma bizden İmparatorluğumuzun yalnız Türk olmayan kısımlarının ayrıldığını göstermiyor. Bu andlaşma; bilhassa büyük üzüntü ile söylerim ki aynı zamanda oldukça mühim miktarda, öz Türk memleketlerinin de mukadderatını tehlikeye düşürüyor.”

Niyazi Bey’in kastettiği güney sınırlarımızdır. Sınır hattı İskenderun Körfezi üzerinden Payas mevkiinin hemen güneyinde seçilecek bir noktadan başlıyacak, Meydan-ı Ekbez’e doğru gidecektir ve tren istasyonu ve bu mevki Suriye'de kalacaktır. Oradan hat Marsuva (Mer Suva) mevkiini Suriye'ye ve Kartalba (Kartibi) mevkii ile Kilis şehrini Türkiye'ye bırakmak üzere güney batıya doğru meyledecektir. Oradan Çoban Bey istasyonunda demiryoluna kavuşacaktır.

“Arkadaşlar! Bunun üzerinde biraz duralım ve düşünelim. Neticede ne hüküm verirseniz veriniz, fakat bu meseleyi iyice anlıyalım. (Fransızlarla yapılan) Ankara İtilâfnamesi’nin (anlaşmasının) bir barış andlaşması mahiyetinde olmadığını Fransızlar da defalarca beyan etmişlerdir. Şimdi Lozan Andlaşması’nın üçüncü maddesiyle, Ankara İtilâfnamesi’nin sekizinci maddesi maatteessüf hudud olarak kabul edilmektedir.”

Niyazi Bey’in yüreği yanık, lafı uzun. Biz yine onun dilinden, biraz sadeleştirerek esas mevzuya gelelim:

“Bir memleket tasavvur ediniz ki, doğrudan doğruya Anavatana bağlıdır. Büyük Türk kütlesine bağlıdır, Türklerle meskûndur. Onun için başka mukadderat olamaz. (Alkışlar) Efendiler! Antakya ve havalisinde bulunan kardeşlerimiz tıpkı Anadolu Türkleri gibi Osmanlı Devleti kurulmadan evvel orada yerleşmişler, orada şanlı ve millî hükümetler kurmuşlardır. Burada yaşıyan, Antakya, Beylân ve havalisinde yaşıyan Türkler, Selçukiler, Atabeyler zamanında, Mısır Sultanlığı devrinde büyük bir kuvvet ve kudret göstermişlerdir.”

“Efendiler! Bir toprağın bir millete aidiyetinde en büyük alâmet nedir? Şüphesiz ki o memleketi, o kıtayı teşkil eden dağların, tepelerin, yani coğrafi mevkilerin isimleridir. O havalinin haritasını açınca göreceksiniz ki, bütün dağların, derelerin, tepelerin, umumiyetle köylerin isimleri hep Türkçedir, hâlis Türkçedir.”[1]

“Efendiler! Ben, Suriye'de «Akkar» dağlarından, Trablus Şam Sancağı’nda bulunan Türklerden bahsetmiyorum. Filistin'de sakin ufacık Türk kolonilerinden bahsetmiyorum. Ben bu sûretle şuraya buraya iktisadiyat itibariyle bağlı serpilmiş; ırkî adacıklardan bahsetmiyorum, ben doğrudan doğruya Türkiye’ye bağlı, dil itibariyle bağlı, kültür ve tarih itibariyle bağlı iktisadiyat itibariyle, coğrafya itibariyle bağlı, tabiat itibariyle bağlı olan ve arada hiçbir fasıla mevcud olmıyan ve asıl Arap ekseriyetiyle meskûn memleketlerden dereler; dağlar, nehirler, hulâsa -tabiî hudutlarla- ayrılmış bulunan bir Türk kıta’sından bahsediyorum. Hükmünüzü ona göre veriniz.”

“Efendiler; Ankara Anlaşması en müşkül bir anda akdedildi. Düşman orduları Sakarya'ya kadar gelmiş yalnız Sakarya boyunda müthiş bir darbe yemişti. Fakat memleketin büyük bir kısmı Eskişehir’i, Afyon'u, Kütahya'sı, Uşak'ı, Bursa'sı, İzmir'i, İzmit'i, İstanbul'u, Edirne'si işgal altında bulunuyordu. Bu îtilâfname Fransız Başvekili Müsyö Puankare'nin ve bilâhire -Sarı Kitap’ta mevcut Lozan Konferansı’na ait zabıtnameler delaletiyle söylüyorum- Fransız Başdelegesi Müsyö Pompar'ın Konferans’ın resmî oturumunda iddia ettiği gibi komşuluk ilişkilerinin tanzimi için sırf mahallî bir önemi olan bir vesika idi. Maateessüf bu vesika ihtiva ettiği sekizinci maddesiyle başımıza bir belâ olmuştur. Bu maddeyi, yani hudut maddesini tetkik edelim ve bu hududun güneyinde neler kaldığını biraz da düşünelim: Adana vilâyetinin Dörtyol ve Hassa kazalarının bir büyük bölümünü... Hassa'dan bize üç köy kalmıştır... Diğerlerinin Teyek, Ekbez, sonra Beylân, İskenderun kazaları, Reyhaniye nahiyesi, Antakya kazası, Ordu nahiyesi, Bayır, Bucak, Hazine nahiyeleri, Kilis kazasının büyük bir kısmı, Anteb merkez kazasının Bağdad demiryolunun Çobanbey-Cerablus şubesi güneyine isabet eden kısımlar, yani Elbeyli ve Türkmen nahiyeleri, sonra Urfa sancağının, Mardin livasının demiryolunun güneyindeki kısmı…Anavatan’la bütünlük teşkil eden Türk bölgeleri dışarıda kalmaktadır. Bu arazinin sakinleri bizim din kardeşlerimizdir, gelenek kardeşlerimizdir. Kan, din ve dilek kardeşlerimizdir. Efendiler! Ellerinizi kalblerinizin üzerine koyunuz ve iyi düşününüz.”

“Düşününüz efendiler, düşününüz ki oradaki vatandaşlarınız, ırkdaşlarınız ne kadar müşkül ve ne kadar elîm bir vaziyette kalmışlardır. Bugün fakir kalmışlardır. Perişan olmuşlardır. Çünkü servetleri aşağıda kalmıştır. Ahalimiz Ankara Anlaşması’nın temin ettiği hukuktan istifade edemiyor. Maateessüf İtilâfname’nin bu noktası tatbik edilmemiştir. Sonra daha büyük bir acıyı size arz edeyim. Bizzat gezdim ve gördüm. Bilerek söylüyorum. Bir aile, bir kabile ikiye bölünmüştür. Efendim! Bakarsınız bir kardeş hattın güneyinde, diğer bir kardeş kuzeyinde, bir tarafta oğul, bir tarafta baba, bir tarafta, amca, dayı, bir tarafta  yeğen.... Hulasa ailelerin ilişkilerini bile ihlâl etmiştir.”

“Fakat unutmayınız ki, milletdaşlarımızdan bugün çok ağlıyanlar da var. Bu Meclis’te de üye bulunan eski Meclis saygıdeğer üyelerini şahid ederim. Kaç defalar Antakya ve İskenderun havalisindeki mağdur ve mazlum kardeşler bu Meclis’in büyüklüğüne müracaat ettiler, merhamet taleb ettiler, adalet taleb ettiler. Ne kadar kardeşlerimiz bu Meclis’in eşiklerinde ağladılar. Biliyoruz, onların gönderdiği protestonameler tamamen gazetelere geçmemiştir. Okuduklarınızdan vaziyetlerinin ne kadar elîm olduğunu farketmişsinizdir...Antakya Türkleri, Beylân Türkleri geçen sene Kızılaya yardım için ne yapmışlardır biliyor musunuz? Varlarını, yoklarını feda etmişlerdir. Kadınlar vardır ki, ellerinde yalnız meyankökü senetleri mevcuttur. O senetleri getirip sandığa atmışlardır. Bir tek ağacı olan bir kadın ağacı satmış, parasını getirip sandığa teslim etmiştir.”

“İsmet Paşa Hazretlerinin Lozan Konferansı’nın 14 aralık 1922 oturumunda azınlıklar meselesinin müzakeresi esnasında delegelere karşı celâdetle söyledikleri gibi biz hiçbir ecnebi toprağına taarruz etmedik, istilâ ve tahrib eylemedik. Biz efendiler kimsenin ocağını yıkmadık, kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Biz öz yurdumuzu, öz toprağımızı istiyoruz!”

Niyazi Ramazanoğlu’nun 1923’te, tam 95 sene önce söyledikleri Ankara’da ilk Meclis’in duvarlarını aşarak bütün Ankara’ya, Türkiye’ye ve ta Afrin’e kadar ulaşmıyor mu?

Afrin’de terörist hedeflere çevrilmiş topların namlularından merhum Niyazi Bey’in feryatları fışkırıyor.

Evet bugün Lozan’da yarım bırakılanı tamamlamak için uğraşıyoruz, bir tam bağımsızlık mücadelesi veriyoruz.

Lozan sonrasında bu mücadelenin iki aşamasını geçtik. 1936’da Boğazlar konusunda hakimiyetimizi Montrö’de tescil ettirdik, bizim ahmak Lozancılar askerlerimizin Boğazlara ancak1936’dan sonra yerleşebildiğini hatırlamazlar. Akabinde Atatürk’ün Hatay meselesine sahip çıkışını hatırlayalım. Yine Lozan’ı ihlal eden bir gelişme. Niyazi Ramazanoğlu’nun dile getirdiği hususlarla ilgili Antakya ve İskenderun’un Türkiye’ye iltihakı ile yarım da olsa bir çözüm ortaya konulmuş oldu.

Bu arada, 1923’te mecburiyetten kaynaklanan kabullerin yıkılmasında İngilizlerin Alman’ya da Hitlerin güçlenmesi karşısında Türkiye’ye destek verme mecburiyetinde kalmasının etkisini de hatırdan çıkarmayalım.

Ve şimdi bu üçüncü hamledir: Türkiye tam bağımsız bir devlet olduğunu Afrin’de bütün dünyaya ilan etmek zorundadır!

 

 

[1] Ordumuzun Afrin’de teröristlerden temizlediği köy, belde ve mevkilerin bir kısmının isimleri:

Şeyh Horoz, Arpaviran, Çarkanlı, Akanlı, Bülbül dağı, Bali Köy, Hay oğlu, Edamanlı, Bilalköy, Ömer uşağı, Mamel uşağı, Alkana, Kırmızı, Orta Çakallı, Kara Mitlak, Serincek, Keltepe, Dikmetaş...

 

Bu haber toplam 1992 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim