• İstanbul 19 °C
  • Ankara 26 °C

Erbay Kücet'ten: Bak Postacı Gel-e-miyor

Erbay Kücet'ten: Bak Postacı Gel-e-miyor
Adına şarkılar yazarak yolunu gözlediğimiz postacılar şimdi neredeler acaba?

Tutkallı kısmını yalayıp kapattığımızda dilimizde buruk bir tat bırakan zarflar ve o zarfların içindeki mektuplarla birlikte postacılarımız da yok oldu gitti adeta. Bu yok oluş o kadar hızlı ve hüzünlü gerçekleşti ki… Pek çok değerimiz gibi mektuplarda tarihe gömüldü. Genç nesil mektuplaşma zevkini hiç tatmadı, bundan sonraki nesiller de tadamayacak.  

Aileden mutlu bir haber, yârden bir koku, bazen keder ve hasret taşıyan mektuplar neredeyse hiç yok artık. Varsa da geçmişe duyulan özlemle nostaljik bir gelenek haline geldi mektuplaşma. Postacılar ise günümüzde resmi evrak ve fatura taşıyıcısı olup çıktılar. Postacı bir babanın çocuğu olarak onlardan bahsederken satır aralarına yaşanmışlıklardan da serpiştirmeye gayret edeceğim.

Bak postacı geliyor/Selam veriyor/Herkes ona bakıyor/Merak ediyor dizelerini şimdiki çocukların hiç duymadıklarına eminim. Yaşı benimkine yakın olanların hatırlayacağını ve bu yazıyı okurken şarkının devamını dillerine dolayacaklarını düşünüyorum. Postacılara ithaf edilmiş bu güzel şarkının Pek sevinçli haberler getirdin bana kısmı ise neredeyse tarih oldu.

 “Yine yakmış yâr mektubun ucunu, ‘askerlikte sevda çekmek zor diyor” yazan mektuplar yerine mahkeme ilamları, haciz evrakı, fatura gibi mazrufları getirir oldu postacılarımız ve toplumun neredeyse korkulu rüyası haline geldiler. Özetle ifade edecek olursak postacılarımız gelişen iletişim imkânları sonucunda eski popülaritelerini kaybettiler.

 

Sıra dağlar aşıp gurbete düştüm/Yıllar var ki bunu düşte görmüştüm/Hayra yoranlara şaşıp gülmüştüm/Sıladan bir mektup yok mu postacı dizelerine sahip şiir de postacılara ithafen yazılmış. Bunun gibi şiirler, bu meslek mensuplarının halkla nasıl ilişkileri olduğunu da gözler önüne seriyor. Önceleri postacılar ve halk arasındaki ilişkiler daha sıcakmış. Pencere önlerinde yolları gözlenir, güzel haber getirdiklerinde hediyeler sunulurmuş. Hatta sıcak yaz günlerinde yorgunluklarını gidersinler, birazcık soluklansınlar diye soğuk su veya ayran ikram edilirmiş.

 

Artık pek de güler yüzle karşılanmayan postacılar,  kendilerine verilen görevi bihakkın yerine getirmeye devam ediyorlar. Şu anda okumakta olduğunuz derginin de postacı kardeşlerimizin marifetiyle ulaştırıldığını hatırlatmak isterim.

Peki, bu kadar önemli bir görevi yıllardır ifa eden kurumu biraz yakından tanımaya ne dersiniz? En azından ülkemizdeki posta teşkilatının tarihçesine kısaca göz atalım.

 

İlk Posta Teşkilatı Tanzimat Fermanı sonucu posta ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla Nezaret olarak 23 Ekim 1840 tarihinde kurulmuş.  İlk Postane ise İstanbul'da Yeni Camii avlusunda ‘Postahane-i Amire ’adı ile açılmış. 1843 yılında telgrafın icadının ardından 1855 yılında Telgraf Müdürlüğü; 1871 yılında Posta Nazırlığı ile Telgraf Müdürlüğü birleştirilerek ‘Posta ve Telgraf Nezareti’ adını almış.  Milletlerarası posta nakli şebekesi 1876 yılında kurulmuş, 1901 yılında ise koli ve havale işleminin kabulüne başlanmış. Cumhuriyetin ilk yıllarında İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan PTT Genel Müdürlüğü 1933 yılında Bayındırlık Bakanlığına, 1939'da ise Ulaştırma Bakanlığına bağlanarak hizmetine devam etmiş.

1954 Yılında Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) olan PTT Genel Müdürlüğü 1984 yılında Kamu İktisadi Kuruluşu (KİK) statüsüne geçirilmiş,  24.04.1995 tarihinden itibaren müstakilen ‘T.C. Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’ adıyla çalışmaya başlamış, 2000 senesinde T.C. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü (PTT) olarak,  2013 yılında çıkarılan Posta Hizmetleri Kanunu ile teşkilat yapısı değiştirilerek "Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi" adı ile yapılandırılmış. Bu anlattıklarımı ve daha fazla değişimi İstanbul Sirkeci’deki PTT Müzesi'nde görmeniz mümkündür.  

Postacıların tatili ve izini neredeyse yoktur desem bu yanlış olmaz. Postacıların meslekleri adına örgütlenmeleri elli küsur yıl önceye tekabül ediyor. 1960’lı yıllar, hat bakıcıları ve müvezzilerin bir araya gelerek sendikal etkinliklere adım attıkları yıllardı. Benim de çocukluğuma tekabül eden bu yıllarda postacıların mücadelelerini yasal zeminlerde vererek yıpranma tazminatı ve bazı sosyal haklar elde ettiklerini yakından biliyorum. Yılda iki defa yazlık ve kışlık olarak verilen giyim-kuşamlarına ek olarak yemek yardımları ve bayram ve yılbaşı tatillerindeki fazla çalışma ücretleriyle az sevinmemiştik. Hele maaş dışında kendilerine verilen ufak hediyeleri de babalık duygusuyla ailesiyle paylaşıyorsa değmeyin keyfine postacımızın.

Bizim kurbanımızın kesilmesinde hiçbir zaman babamız yanımızda olmazdı. Vekâletini ya dayıma verir veya bacanağına verirdi. Yılbaşlarında hiçbir zaman bizimle olamazdı. Çünkü babamın en çok mesai harcadığı zamanlardı. Biz üzülmezdik bizimle olmadığına, zira maaş dışında evimizin bütçesine katkı sağlanıyordu.

 

Nazım Hikmet’in “Postacı” şiirinin mısralarıyla yazımı noktalarken posta emekçilerine selam ve sevgilerimi yolluyorum.

 Çocukken postacı olmak isterdim.

 Muradıma, Macaristan'da erdim, ellisinde.

 Çantamda bahar.

 Çantamda Tuna'nın pırıltısıyla,

                       Kuş cıvıltısıyla,

 taze çimen kokusuyla dolu mektuplar.

 Moskova'ya Budapeşte'den,

 çocukların çocuklara mektupları.

 Çantamda cennet...

 Bir zarfın üzeri:

 '' Memet,

 Nazım Hikmet'in oğlu,

   Türkiye.''

                  diye yazılı.

 Moskova'da mektupları birer birer

 Kendim dağıtırım adreslerine.

Bu haber toplam 546 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim