• İstanbul 18 °C
  • Ankara 28 °C

Osman Akkuşak'tan: yahya kemal, ziya gökalp’i anlatıyor...

Osman Akkuşak'tan: yahya kemal, ziya gökalp’i anlatıyor...
1908 meşrutiyeti îlân edildiği zaman fecir kuşları gibi, paris'e ilk gelen türkler arasında selânik'ten gelmiş bir doktor ali âgah vardı; yeni fikirlere meraklı bir gençti..

 inkilâbın patırtılı hadiselerinden ve patırtılı adamlarından ziyâde meydana atacağı fikirlere dikkat eden nâdir insanlardan biri idi.. o günlerin baş döndürücü galeyanları arasında diyarbekir'den selânik'e gelmiş, oraya yerleşmiş ve etrafına garip bir lehçeyle bir takım yeni fikirler söylemeğe başlamış olan ziya bey'in adını, bana ilk defa paris'te samîmî ve sâkin bir hayranlıkla, bu genç haber verdi.. bu gencin haber verdiği insana ve ondan lime lime naklettiği fikirlere ilk vehlede (ilk anda) hayret ettim.. ziya bey'in henüz, ne nesir ve ne de nazım, hiç bir yazısını görmemiştim; lâkin bir râvi (rivayetçi) ağzından işittiğim ilk fikirleri bana havârî olduğu hissini verdi.. onun, iki asır evvel almanya icinde almanlığı keşfeden “leibniz" gibi, osmanlı imparatorluğu içinde türklüğü keşfeden bir adam olduğundan şüphelendim..

paris'te uzun süren gençlik hayatımı kapayıp'ta istanbul'a döndüğüm zaman garip bir tesadüf olmak üzere, daha dostlarımı görmeden evvel, bâbıâlî caddesinin kaldırımı üstünde paris arkadaşım doktor nâzım bey'le karşılaştım.. yanında şişman, değirmi yüzlü, hâl ve şânı taşralı ve çocuk gibi mahçup biri vardı.. saint simon, en öz ve en hassas bir şâir olan racine'i tarif ederken söylüyor ki, racine'in şâir olduğunu belli eden hiçbir hâli yokmuş; ziya bey de tıpkı böyleydi.. doktor nâzım bey; beni ona tanıttı: “sana paris'ten gelmiş eski bir türkçü takdim edeyim, konuşunuz ve anlaşınız" dedi.. ziya bey pek ziyade sevindi.. cağaloğlu'na doğru hem yürüyor, hem de konuşuyorduk.. lâkin ben artık doktor nâzım bey'in abdülhamid devrinde, paris'deki muhitimizde, tanıdığı müfrit türkçü değildim, hayâlini türkçülüğe ilk kaptıran her türk'ün gördüğü tûran rüyâsından uyanmıştım.. ırk birliği gibi ve saf menşe'lerimize rücû gibi ilk şedîd arzularımız bahsinde uslanmıştım.. kendi vatanımızın o zamanki hududları içinde bir türklüğe, râzı olmuştum..

bin yıl evvelini kabbettarih (tarih öncesi) sayarak, bin yıldanberi kökleştiğimiz anadolu ve rumeli topraklarında daha küçük mikyas'ta bir türkçülüğe meyletmiştim.. o vakitki tâbiri ile, bir osmanlı türklüğü arzû ediyordum.. ziya bey'e benim uslanmış düşüncelerim dar ve tatsız göründü.. mamâfih, çok samîmî bir lisanla sık sık görüşmemizi istedi.. gerek siyaset, gerek san'at telâkkîlerinden başka muhitlerimizin de farkı yüzünden bu ilk mülâkat'tan sonra senelerce görüşemedik..

balkan harbin'den sonra türkçülük, istanbul'da galeyanlı ve heyecanlı bir sene geçiriyordu.. ocaklar, dernekler, yurdlar, mecmuâlar, bir tekevvün (oluşma) devrinde olduğu gibi kaynaşıyordu.. ben bütün bu hareketlere uzak yaşıyordum.. hattâ bâzı gençler arasında muârız bir türkçü telâkkî

Devamı için: http://www.yenisafak.com/yazarlar/osmanakkusak/yahya-kemal-ziya-gokalpi-anlatiyor-2019981

Bu haber toplam 810 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim