• İstanbul 15 °C
  • Ankara 17 °C

Üsküp ; “Sen Bizdesin Gene”

Fahri TUNA

kaleden_eski_skp1“Üsküp ki  Şar Dağı’nda devamıydı Bursa’nın” der Üsküp’ün has evlâdı, öz evlâdı, derya-dil evladı Yahya Kemâl… Doğrudur; Üsküp, bütün ruhuyla ve görünümüyle Bursa’nın devamı, Edirne’nin “gardaşı”, İstanbul’un “ağbisi”dir; İstanbul’un fethini görmüş, İstanbul’un fethine katılmış, İstanbul’un fethine “tanık”lık etmiş bir kutsal şehirdir Üsküp.

Kale, ova, nehir… minare, çarşı, bereket… sükunet, huşu, huzur; işte size Üsküp…

İtiraf etmeliyiz ki Osmanlı bir Rumeli devletidir; yine itiraf etmeliyiz ki Rumeli demek, özetle Üsküp demektir: Üsküp Rumeli’nin başkentidir şüphesiz.

Osmanlı Balkanlarda bir şehir kurmamış olsun ki içinden nehir geçmesin; Filibe, Manastır, Kalkandelen, Prizren… ve Üsküp. Su hayat demek; su bereket demek; su Vardar demek; su Üsküp demek: “Vardar Ovası, Vardar Ovası, kazanamadık sıla parası” türküsü bir hasret türküsü olduğu kadar, hicranlı bir Üsküp türküsüdür de ta ruhumuzun derinliklerinde.

Osmanlı bâkiyesi Üsküp kalesine çıkıp, enfes bir fotoğrafı seyredercesine şöyle bir seyreyleyelim Medine-i Üsküp’ü; solda üstte bütün Rumeli’ye meydan okurcasına görkemli Mustafa Paşa Camii, solda altta Yahya Paşa Camii, ortada İsa Bey Camii ve Rıfaî Tekkesi, Tefeyyüz Mektebi, ortada üstte bölgenin fatihi Sultan Murat Hüdavendigar’ın nişanesi Sultan Murat Camii ve bitişiğinde – torunu – II. Abdülhamit’in hediyesi Saat Kulesi, ortada iki katlı taş yapı buram buram Osmanlı kokan tarihi çarşılar ve Murat Paşa Camii, sağda – önceleri bedeni temizleyen şimdilerde gönülleri temizlesin diye sanat galerisi olarak kullanılan – Davut Paşa Hamamı, en sağda bereket timsali Vardar Ovasının ortasından – Sakarya’ya nazire yaparcasına akıp giden – Vardar Nehri ve üzerine Mimar Sinan yapısı güzeller güzeli taş köprümüz…

Üsküp; gönlünde masallar, gönlünde gizemler, gönlünde umutlar besleyen, bir ucu 1492’lerde Yıldırım Beyazıt’a dayanan diğer ucu Kafdağı’nın arkasında saklı ipekten bir mendildir aslında.

Üsküp üç sultan üç de  vali paşanın eseridir demek mümkündür medeniyetimiz açısından; bölgeyi fetheden I. Murat (Güdavendigâr), kaleyi fetheden ve şehre ilk imar kazmasını vuran I. Beyazıd (Yıldırım) ve şehri kuzeydeki yamaçlara doğru kuran II. Murat. Şehirde halen cami ve mahalleleriyle isimleri yaşatılan – şehrin temellerini atan – birbirinden değerli üç paşamıza gelince; Yıldırım’ın 22 yıl Üsküp valiliğini yapan Yiğit Paşa (ki H3lâ adı bir mahallede yaşamaktadır), oğlu II. Murat’ın silah arkadaşı Gazi İshak Paşa ve Fatih Sultan Mehmed’in silah arkadaşı İsa Bey (hâlâ adı muhteşem bir camiiyle beraber yaşamaktadır). Bölgeyi elbette Sultan Murat Hüdavendigâr fethetmiş, “fethin nişanesi” olarak da camiini de kalenin karşısına inşa ettirmiştir. Ama “Üsküp Kalesi”nin fethi, oğlu Yıldırım Beyazıd’a 1492’de nasip olacaktır, yiğit bir komutan olan Yiğit Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusuna. Sonra kale “Osmanlı usulü” yenilenecek, 70 kulesi olacak kadar genişletilecek, 5.000 askerle korunur hale gelecek ve bugünkü şeklini alacaktır.

 

Sabah namazında “ilklerin mekânı” Sultan Murat’ta, öğleni “çarşı içi”nde Murat Paşa’da, ikindiyi “dinginlik mekânı” İsa Bey’de, akşamı “dört bir yana “kim ne derse desin burası hâlâ bir Osmanlı şehridir” görünmeyen mahyasıyla bir kale gibi başı dik alnı açık” Mustafa Paşa’da, yatsıyı da “mahalleler ortası”ndaki Yahya Paşa’da eda eder, istirahata yollanırken; sanki İstanbul’dasınızdır: Sabahı Eyüp’te, öğleyi Yenicami’de veya Nuru Osmaniye’de, ikindiyi Sultan Ahmet’te, akşamı Süleymaniye’de, yatsıyı da Fatih’te kılıp artık evinize gidiyorsunuzdur; gökyüzüne havalanan güvercinler Yahya Paşa’dan değil, biliniz ki Yenicamii’dendir, Vardar üzerindeki ecdat yadigarı beş asırlık Taşköprü’den geçerken sanki Galata Köprüsü üzerindesinizdir…

Üsküp bir Rumeli, bir Osmanlı, bir İstanbul şehridir aslında; baktığınız her yer, gördüğünüz her şey, yiyip içtiğiniz her şey size İstanbul’u “hatırlatır”, İstanbul’u “yaşatır”: Osmanlı mimarisiyle bezeli iki katlı tarihi çarşılar arasında altı asırlık çınarın dibinde “çorbanızı içerken” aslında Üsküdar’da hissedersiniz kendinizi, meşhur Balkan “bürektore”lerinden birinde enfes Rumeli böreğini çiğnerken biliniz ki ya Sarıyer’desinizdir ya Kanlıca’da… Osmanlı yapımı Üsküp Kalesi’nden “seyr-i alem” ederken Sarayburnu’dan Boğaz Köprüsüne yahut Rumeli Hisarı’ndan Fatih Köprüsü’ne bakar gibisinizdir.

Üsküp ne kadar özgünse o kadar da İstanbul’dur; ne derece “kendine özgü” bir şehirse, o derece de “İstanbul havası”nı yaşatır size.

İki yüz elli beş tımarın olduğu “şen, zengin, verimli ve huzurlu bir şehir” olagelmiştir Üsküp asırlarca. Yüzyılın başlarında sekiz yüz bin Türk’ün yaşadığı bir ülke bugün yüz bin insanımız kalmışsa; orada hüzün vardır orada hicran vardır orada hasret vardır elbette; Üsküp’ün tarihi sokaklarında gezerken şairin;

“Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! “ mısralarını ta içinizde duyacak;

şehirdeki altı asırlık “İslâm Üsküp’ün mührünü söküp atmaya yönelik Vodna Dağı’nın tepesine Makedon devletinin iki milyon dolara yaptırttığı 67 metrelik dev haça iç geçirecek ve eski/eskimeyen İsa Bey Camiinin minaresinden – şimdilik de olsa – yükselen “Allahü ekber” sesleriyle teselli bulacaksınız.

Durun o kadar da moralinizi bozmayın; ne de olsa Rumeli’nin başkenti Üsküp’teyiz, tarihi çarşılarda musalli yüzler göreceksiniz, renkleri biraz açık olsa da Konya’dan, Bilecik’ten, Üsküdar’dan, Fatih’ten hanımlar göreceksiniz; ellerinde torunları yanlarında gelinleri kızları… Kuyumcu, gümüşçü, konfeksiyoncu, tüccar-terziler her yanda. Bit Pazarı’na doğru ilerlerken, birden solda Türk-İslâm Medeniyeti’nin şifrelerinden birini aşikâr eden bir kitapevi adı görecek; şaşıracak ve milletinizle gururlanacaksınız: “Ebu Hanife Kitabevi”. Bezistana, Kurşunlu Hana, Kapan Hana ve İshakbey yadigarı Sulu Hana uğramadan geçmek; Üsküp’e uğramamaktır diye düşünüp, bu güzelim şehre katkıda bulunanlara fatihalar göndererek arşınlıyoruz, tarihin içinde soluya soluya.

Asırlarca Osmanlı medeniyetine şair, edip, âlim, bürokrat, komutan kısaca “adam” yetiştiren “gönül temizliği”yle Üsküp’ün fiziki temizliği de daima ön planda olagelmiştir;

“Çıkayım varayım Urumeline,

Derdimi arz edeyim beylerbeyine”

türküsüne de konu olan Rumeli Beylerbeyi Davut Paşa’nın 1497’de Üsküp’e hediye ettiği Balkanların en büyük  hamamıyla, çarşı içindeki Çifte Hamam, beş asırlık mimari güzelliklerinin yanı sıra 1948’den beri “sanat galerisi” olarak da güzelliklere hizmet etmeye devam ediyor.

Üsküp’e yolunuz düşerse tarihî çarşılardaki lokantalardan birisine mutlaka gidiniz, meşhur “dana çorbası”nı, harika biber turşusuyla birlikte enfes “köfteli kuru fasülye”sini yiyiniz, üstüne de meşhur “revani”sini yemeyi ihmal etmeyiniz. Üstüne yakın bir pastaneye gidip kırk beş çeşit “Gostivar dondurması”ndan ve otuz sekiz çeşit “pastası”ndan seçip limonatayla yudumlamayı da unutmayınız ki; Sultanahmet Köftesi’ni yemiş, Süleymaniye karşısında kuru fasulya kaşıklamış İstiklal Caddesinde tavuk göğsü tatmış gibi nefis lezzetlere gark olduğunuzu göreceksiniz.

Her şehrin bir ruhu vardır: Üsküp buram buram Anadolu, buram buram Türklük, buram buram İstanbul kokar; kaleden göz attığınızda – çıkarın çürük diş gibi gözü rahatsız eden üç beş nev zuhur apartmanı, işhanını – 16. yüzyılda dondurulmuş bir Türkmen şehri görürsünüz; camiler, etrafında çarşılar, etrafında mahalleler…

Evliya Çelebi’nin  1660 yılı rakamlarıyla “70 mahallesi, 120 büyük camisi, 20 tekkesi, 2150 dükkanı, 10.060 kiremitli evi, 110 çeşmesi” ile bayındır ve müreffeh bir ecdat yadigarıdır Üsküp.  İbn-i Kemâl’e göre “Cennet bahçesinin kopyasıdır” Üsküp.

Bir zamanlar “gönül terbiyesi”ne bahşedilmiş 20 tekkesinden bugün sadece Rıfaî Tekkesini bulabilmenin hüznü ve tesellisiyle yolunuz tekkeye düşecek ve sayıları 40’ın bile altına düşmüş dervişlerden çok envai çeşit güllerle bezeli bahçesindeki asırlık mezarların medeniyet kokan yazılarını okurken içiniz bir nebze olsun huzur bulacak…

Her medeniyet kendi türküsünü söyler; her medeniyet kendi lisanıyla konuşur; her medeniyet kendi mimarisiyle süsler dört bir yanı; Üsküp’ün eski mahallelerinde gezinirken, Rıfaî Tekeksinden sola döndüğünüzde içinizi ferahlatacak “oh işte benim medeniyetimin dili bu” diye size derinden ve güçlü bir nara attıracak bir tabelâ ile karşılaşırsınız: Tefeyyüz Mektebi. Yani kısacası feyz alınan mekân. Zamanın getirdiği değişikliklere dayanamayarak bugün artık modern bir binada da karşılaşa sizi isminden cismine buram buram İstanbul koktuğunu hissediyorsunuz; tıpkı Dar’üş-Şafaka (Şefkate Muhtaçlar Evi), Dar’ül- Aceze (Acizler Evi), tıpkı Dar’ül- Eytam (Yetimler Evi), Dar’ül-Fünûn (Fenler Evi) gibi… Gururla, alnınız açık başınız dik yoluna devam ediyorsunuz.

“Ne Harabîyim, ne Harabatîyim, kökü mazide olan âtiyim” diyordu ya Yahya Kemâl; Üsküp – kelimenin tam mânâsıyla- “kökü mazide olan ati”dir işte. Hüzün yumağına dönmüş çarşılarında, kendisini gökyüzüne uçuracak gol kralını bekleyen içi pörsümüş futbol topu misali mahzun mahallelerinde gezindiğinde maddi yoksunluktan daha çok “kendisini eski ihtişamlı günlere uçuracak yeni bir “Yiğit” bekleyen gelinlik genç kızlar”ın psikolojisini hissederek “Allah’a ısmarladık” diyoruz Üsküp’e. Dilimizde de Yahya Kemâl’den kurşun gibi ağır üç  mısra:

“Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için.
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.”

 

18.04.2014

 

Bu yazı toplam 1357 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim