Çocukluğunun manyetik alanına tekrar dönebilen her yazar gibi o da memleketinin haritasını topsuz tüfeksiz genişletmeyi başardı. Bir ucundan gerçeğin, diğer ucundan hayalin çektiği halat gerildikçe genişledi Kolombiya. Kazananı, "büyülü gerçekçilik" olan bu yarışın görünmez kahramanı hafızaydı.
"Yüzyıllık Yalnızlık" hafızanın derin kanyonlarından fışkırdı ve unutma korkusuyla mayalandı. Romanın daha başlarında hücum etti Macondo'ya Alzheimer. Unutkanlık vebası kol gezerken beldede bir şeyler yapmalıydı halk. Aureliano ne duruyorsun! Bak atölyedeki küçük örsün adını hatırlayamadın. Babası "Iskaça" dedi, Aureliano unutmamak için bir kâğıda yazıp kelimeyi yapıştırdı örse: ISKAÇA. Yöntem bulunmuştu. Bütün kasaba bir telaşla bellek yangınından kelime kurtarmaya koştu. Fırçalar mürekkebe batırıldı. Her şeyin üzerine adı yazıldı büyük harflerle: MASA, SANDALYE, KAPI, DUVAR, YATAK, TENCERE... Hayvanlar da ihmal edilmedi: KEÇİ, DOMUZ, TAVUK... Bir ineğin boynuna astıkları şu yazıysa hafıza kaybından ne kadar korktuklarının bir delili olarak kayıtlara geçti: "Buna inek derler. Süt versin diye her sabah sağılması gerekir, sütün de sütlü kahve yapmak üzere kahveyle karıştırılabilmesi için kaynatılması şarttır." Macondolular yalnız eşya, bitki ve hayvanları değil, duygularını ve inançlarını da unutmamak için bu yöntemle tedbir almaya çalıştılar. Mesela kasabanın ana caddesine "TANRI VARDIR" yazılı bir tabela astılar.
Yazarını unutulmaz kılan "Yüzyıllık Yalnızlık"ta hafıza kaybının altını çizen satırlar bunlardan ibaret değil. Şifreleri çözdüğü anda anıların çürüyüp yok olacağını fark ediyor dehşetle kahramanımız: "Aureliano içinde yaşadığı ânı anlatan bölümün şifresini çözmeye koyuldu. Bir yandan şifreyi çözüyor, bir yandan okuduklarını yaşıyor, konuşan bir aynaya bakıyormuş gibi son sayfalarda yazılı olayları söyleyerek yaşıyordu. Sonra kendi ölümünün nasıl ve ne zaman olacağını öğrenmek için bir sayfa daha atladı. Son satıra gelmeden önce, o odadan bir daha çıkamayacağını anlamış bulunuyordu. Çünkü elyazmalarında Aureliano Babilonia'nın şifreleri çözdüğü anda aynalar (ya da seraplar) kentinin rüzgârla savrulup yok olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonuna dek bir daha yinelenmeyeceğini yazıyordu..." Yüzyıllık Yalnızlık'ın bilinç yaralıları arasında bir de "Papaz" var. Yazarımızın kelimeleriyle, "Papaz efendi o tarihlerde bunamaya başlamıştı. Bu bunaklığı giderek artacak ve yıllar sonra Papaz, şeytanın Tanrı'ya başkaldırışının belki de zaferle sonuçlandığını ve gaflet içindekileri faka bastırmak için gerçek kimliğini gizleyerek, gökler katındaki tahta şeytanın oturduğunu ileri sürecekti."
"Nobelli Marquez bunadı," başlığıyla dünya medyasında yer aldı haber. "Artık hatırlamıyor" olmalıydı oysa başlık. Yazarın kardeşi Jaime Garcia Marquez'in açıklamasına göre ünlü romancı bir süredir hiçbir şey hatırlamıyor. Yüzyıllık Yalnızlık bu olmalı. Fakat ne çıkar, her kitabı Macondo kasabasının unutkanlarının yazdığı levhalar gibi karşımıza çıkacak nereye gitsek. İnsanın yeryüzü macerasını hatırlatacak ve nisyandan ibaret olduğunu. Varsın unutsun Marquez söz krallığını, biz hatırlıyoruz. Hani ihtiyar bir adam, Alzheimer hastası olan karısını her gün yattığı hastanede ziyarete gelip, saatlerce yanında kalarak, geçmişe dair bir şeyler anlatırmış. Adamın çaresizliğine üzülen hemşire, bir gün "Amcacım" demiş, "her gün buralara kadar boşuna yoruyorsun kendini, o seni hatırlamıyor." İhtiyarın gözleri dolmuş: "Biliyorum kızım ama ben onu hatırlıyorum!"
15.07.2012 Zaman































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.