“Hayatın anlamını kaybetmişsem ölmeliyim”, sözüyle hem hayatı nasıl yaşadığına hem de dünya hayatında İslâm üzere yaşamanın ‘hakikatine’ dikkat çeken Aliya İzzetbegoviç, terk-i dünya edeli 16 yıl oldu. ‘Hayatın anlamını’ yitirmiş olarak yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen Bilge Kral, dünya hayatını ‘katılaşmayacak bir ruh’ inşası gayretiyle geçirmiştir. Hayatın manasını, inandığı değerlere bağlı kalarak yaşamakta bulan Aliya, Müslümanların ‘inanç ve ibadetler’ konusundaki hassasiyeti, ‘İslâmi tefekkür’ noktasında da göstermeleri gerektiğine dikkat çekmiştir. Düşüncenin harekete geçirici (aksiyon) yanını hayatının düsturu haline getiren Bilge Kral, “İslâm’ın korkakların değil cesur ve atılgan Müslümanların omuzlarında yükseleceğini” öğütlemiştir. Aliya’yı diğer liderlerden ayıran özellikleri; düşünceye/tefekküre verdiği önem, entelektüel birikimi, ahlâkı, askerî dehası, ilkesel duruşu, siyasi öngörüsü ve özgürlük yolunda verdiği mücadelesinde Allah’ın razı olacağı bir ‘kul’ olma tutkusudur.
Doğu-Batı arasında kendi olan bir lider
Akif Emre, Aliya’yı “Doğu ve Batı medeniyetlerinin kesiştiği noktada kendi olarak varolmayı hakikaten başarmış” örnek bir lider olarak tasvîr etmiştir. Aliya, sırtını Osmanlı mirasına yaslayarak İslâm medeniyetinin Batıyla karşılaştığı noktada sapasağlam durmuştur. Aliya’nın özgürlük mücadelesi, ferdi ve içtimai yapısı itibariyle İslâm üzere olan bir Bosna meydana getirme mücadelesidir. Bu noktada İzzetbegoviç, “insanın iç hürriyetini arttırıcı” olarak tanımladığı bir ‘kültürel yapı’ inşa etmeye çalışmıştır.
Aliya’ya göre kültür ve uygarlık
Aliya’ya göre kültür ve uygarlık birbirinden ayrı fakat her ikisi de kendi içinde dinamik yapılardır. İzzetbegoviç (2004, s. 85-90) Doğu Batı Arasında İslâm adlı eserinde kültür ve uygarlık için şu tespiti yapar: “İnsanlar hemen hemen hiçbir hususta, kültür ve uygarlık hususunda olduğu kadar, büyük bir karmakarışıklık meydana getirmediler ve mefhumları birbiriyle bu kadar karıştırmadılar.” Kültür “semadaki prolog” ile başlar. Vasıtaları din, sanat, ahlâk ve felsefedir. Uygarlık ise zoolojiktir; insan ile tabiat arasında madde teatisidir.
İzzetbegoviç, üç kavram ile kültür ve uygarlığı birbirinden ayırır; tesir, hüner/maharet ve mütemadi meydana getirme. Ona göre kültür; dinin insan üzerinde ya da insanın insan üzerindeki tesiridir. Uygarlık; zekânın tabiat ve dış dünya üzerindeki tesiridir. Kültür, insan olmak hüneri; uygarlık ise işlemek, üretmek, yönetmek, ‘şey’leri daha mükemmel yapma maharetidir. Kültür, durmadan kendi kendini yaratmak iken; uygarlık, durmadan dünyayı değiştirmek anlamına gelir. Uygarlık “manevi değil teknik gelişmenin devamıdır… Uygarlık hayvanî atalarımızda imkân olarak bulunmuş olan kuvvetlerin gelişmesini, daha doğrusu varlığımızın tabiî, mekanik, yani şuurdışı, mânâsız unsurlarının devamını teşkil etmektedir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.