• İstanbul 10 °C
  • Ankara 5 °C
  • İzmir 14 °C
  • Konya 6 °C
  • Sakarya 7 °C
  • Şanlıurfa 17 °C
  • Trabzon 18 °C
  • Gaziantep 12 °C
  • Bolu 7 °C
  • Bursa 10 °C

Anıtkabir neden “türbe” olmadı?

D. Mehmet DOĞAN

Çünkü türbe mabed/tapınak gibi tasarlanamaz. Türbe, faniler (ölümlüler) için yapılır. Ölüm mimarisi her şeye rağmen, tevazu gerektirir. Devrinde cihan padişahı olarak anılan Muhteşem Süleyman’ın kabrinde bile bu hissettirilir. Türbelerde Huvelbaki/”Sadece Allah kalıcıdır” ibaresi mutlaka bir yerlere nakşedilmiştir. Türbe ziyareti, o faniye duayı, Fatiha’yı çağrıştırır. Oysa, Maussolas’ınki dahil, bütün mozolelerde “ben ölmedim”, “o ölmedi-ölmez” edası hissedilir. Mısır’da Firavun mezarlarının bulunduğu ehramlar böyledir, Adıyaman’da dağdaki Nemrut mezarı böyledir.

Şartnamede, binanın temsiliyeti açısından Atatürk’ün çok yönlü şahsiyetine dikkat çekilmektedir. M. Kemal Paşa’nın asker kişiliği, devlet adamlığı ve siyasî kimliği, dünyaca malûmdur. Fakat, ilim adamı, büyük mütefekkir olduğu yönündeki ifadeler daha önceki yönleri yanında zikri gerekmeyecek şeylerdir. Fakat, bina bu tanımlara göre değil, asıl sona bırakılmış olan “yapıcı” ve “yaratıcı” kelimelerinin ifade alanına göre tasarlanmıştır. “Yapıcı” ve “yaratıcı” kelimeleri izaha muhtaçtır. Yapıcılık belki, bayındırlıkla ilgili bir kavramdır. Daha genel olarak bir yapıcılık sözkonusu olabilir. Peki “yaratıcılık”? Bunun izahı zordur. İşte Anıtkabir’i bir kült merkezi olarak tasarlamanın asıl sebebi bu olmalıdır. İnsanüstü, tanrısal bir kişilik sözkonusudur. Ona lâyık yapı örnekleri ancak geçmiş çağlarda tanrı veya yarı tanrı addedilen kişilere atfedilen mutantan binalar olabilir…

Mustafa Kemal için Türk mimarisi esas alınarak bir yapı inşa edilse idi, elbette bu millî bir âbide olurdu. Fakat bu millî yapıdan kaçınılması için çok önemli bir sebep vardı: O zaman bir türbe yapılırdı ve bu İslâmı çağrıştırırdı! Bu da o zamanın yöneticilerinin laiklik anlayışına uymazdı!

“Anıtkabir”, şekil olarak olmasa da, muteva olarak bir “türbe”dir. Fakat türbe kelimesinin dinî-islâmî çağrışımından kaçınmak için resmen, pagan dönemlere ait bir adlandırma ile “mozole” denilmesi tercih edilmektedir. “Mozole”, Karya kıralı Mouseleus’un adından gelmektedir. Kısaca, bir dinî mekân adından kaçınılırken, başka bir dinî mekân adı seçilmiş olmaktadır.

İslâm’da türbeler kesinlikle ibadet mekânı değildir. Fakat putperest dinlerde mezarlar, mozoleler ibadet yeridir. Çünkü orada mabud, ilah, “tanrı” yatar! Objektif bir bakış, Anıtkabir’in böyle bir maksatla kullanıldığını kolaylıkla fark eder. Orada icra edilen fiiller, dikkatle incelenirse, huşu gerektiren dinî ritüellerden farksızdır.

Devasa alanın dışından içine girişin tâbi olduğu kurallar yanında, bir mezarı çok aşan geniş bir mekân olarak tasarlanmış bulunan asıl alan (harim) içinde de bir çok kaideler sözkonusudur. Mezarı temsil eden “katafalk”ın önünde çelenk konulmak için düzenlenmiş olan kısmın, eski putperest mabedlerin sunakları ile benzerliğini görmemek mümkün değildir.

“Mozole”de kurallara uygun olarak saygı duruşunda bulunan protokol, eskiden harimin içindeki kürsü üstünde olan, şimdi ise avludaki Misak-ı Milli kulesinde muhafaza edilen deftere hissiyatlarını, bir tanrıya arz-ı hal mahiyetinde yazar. Bunu ifade ederken asla abartmıyoruz: Pozitvist bir bakışla, Anıtkabir’de icra edilen ritüellerin, hele de protokol defterine yazılanların izahı kesinlikle mümkün değildir.

Anıt mezarın adına inşa edildiği Atatürk’ün bu deftere yazılanlardan haberdar olması, hele hele gereğini yapması elbette mümkün değildir. Buna rağmen, bu deftere neden böyle ibareler yazılmaktadır? Aslında Anıtkabir bir “devlet mabedi”dir ve buraya gelenler devlete bağlıklarını “dinî/kutsal” bir atmosferde ifade etmektedir ve deftere yazılan ibareler de devlete yazılmaktadır. Buradaki metinler Atatürk’e sadakatten çok devlete, devletin ideolojisine/dinine sadakat ifadesinden başka bir şey değildir.

Türkiye Devleti’nin 1928’den beri görünüşte dini yoktur. Bu yokluğun şeklen olduğunu söyleyebiliriz. Çünki,1928’e kadar “devlet dini” hükmünün bulunduğu Anayasa’nın 2. maddesi 1937 yılında “Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır” şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere, “din”in yerine “ideoloji” konulmuştur. Dine yüklenen fonksiyon, ideolojiye yüklenmek istenmiştir. İslâmın beş şartının yerine, devletin altı oku ikame edilmiştir!

“Altı ok”un alelade bir Anayasa hükmü olmadığı görüşmeler sırasında sarfedilen sözlerden kolaylıkla çıkarılabilir. Bakın Anayasa Komisyonu başkanı, sonradan başbakan olan Şemseddin Günaltay ne söylüyor: “Bugün Anayasaya koyduğumuz bu ilkeler aleyhine hiç kimse her hangi bir düşünce açıklayamayacaktır.”

Yine daha sonra başbakan olan Recep Peker’in görüşmeler sırasında söylediği şu söz nasıl yorumlanabilir: “Bu esaslar Meclis tarafından kabul edilince artık, sosyal, kültürel ve siyasal alanda hiçbir kişi ya da topluluk aykırı bir davranışta bulunmayacaktır!”

Bu Anayasa hükmü bizzat koyanlar tarafından düpedüz nas, dogma olarak görülmektedir. Bu itibarla, mutlaka uyulması gerekmektedir, her hangi bir şekilde yorumlanması ve elbette değiştirilmesi mümkün değildir!

Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki en büyük mimarî yapısı (son yıllarda değişmemişse) Anıtkabir’dir.  Pozitivist, müsbet bilimci Cumhuriyet’in en büyük yapısının bir mezar olması nasıl izah edilebilir?

10.11.2013 Yeni Akit

Bu yazı toplam 1889 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim