• İstanbul 13 °C
  • Ankara 11 °C

Atlı Yiğidin Oyunu "Cirit"

M. Çetin BAYDAR

Ciritçiler bayraklarıyla.jpg

 
Türkler, Atlı göçebe kültürden gelip, açtıkları barış ve esenlik şemsiyesi altında yetmiş iki milleti uyumla yaşatan yeni bir uygarlığın kurucularıydı. Hakım oldukları coğrafyaya vurdukları “Osmanlı” damgasıyla üç kıta üzerine altı asır süren bir hakimiyetin temsilcileri olarak onları tanıyoruz.

ATLI CİRİT İLE CANLANAN TARİH

 

Anadolu bozkırı, geçmişe olan vefasını tarihi at kültürüne sahip çıkarak gösteriyor. Burada her şeye rağmen “yiğit ve at” terkibi yaşıyor. Bir anlamda o eski ve görkemli  Türk uygarlığının ocağı tütmeye devam ediyor . En akıllı hayvan olarak nitelenen atla İnsanoğlunun kurduğu ortak  hayatı, günümüzde Atlı Cirit Seyrinde  yeniden keşfetmek mümkün.

Türk Köylüsünün cirit sevdası nereden ileri geliyor? Sorunun cevabını Osmanlı Toprak düzeni ile bütünleşen devlet  ve toplum düzeninde buluyoruz.. Osmanlı ordusunun ana bölümünü “Toprağın askeri” denebilecek “Tımarlı süvariler” oluşturuyordu.

Padişah fethedilen topraklardan devlet hissesine düşenleri bir anlamda atlı yiğitlerin gözetiminde olmak üzere çiftçilere veriyor, barış zamanı bu topraklar güvenli bir biçimde işletiliyordu. Tımarlı süvarilerin geçimi çiftçiden aldıkları birkaç kalem vergiye dayanıyor, bu da onları müreffeh bir biçimde yaşatıyordu.. Kamuya ait toprakları gözeten atlı yiğitler savaş için çağrıldıklarında idare ettikleri Tımarın büyüklüğüne göre atlı savaşçılarını alıp alaybeylerinin, onlarda beylerbeyinin hizmetine koşuyor, böylece devlet kendi kendini inşa eden bir ordu gücüne küçük bir işareti ile sahip oluyordu.. Savaşta yararlık gösterenlere yeni tımarlar veriliyor,  yiğitlikte ve binicilikte yüksek hüner sahipleri, bu sistem sayesinde kenarda kıyıda kalmayıp, kabiliyetlerine göre   Beylerbeyilerin, vezirlerin, baş vezirlerin nihayet padişahın yönetim kadrosuna kadar yükselebiliyorlardı.

Osmanlı sisteminde yüksek mevkilere çıkmak, güç ve refah demekti. Yiğitlik ve usta binicilik Devlet  yönetimine katılmanın bir aracıydı

Yeniçeri Ocağı ve Enderun,  gayrimüslim çocukları dışında Anadolu’ya kapalıydı. Müslüman tebaanın devlet yönetimine katılması, ya ulema sınıfına girerek,  ya da Tımarlarda yiğitlik ve binicilik hüneri göstererek mümkündü.  Osmanlı dünyasını yönetenler için  at çevresinde düzenlenmemiş bir hayat düşünülemezdi. At ve yiğit demek de, Cirit oyunu demekti.

 AT VE ATLI

Atlı yiğit: Osmanlıcası ile Cündi..

Hıristiyan dünyasının  çevresinde ördüğü efsanevi yumak ile “Şövalye” neyse, İslam dünyasının cündisi de o..

Atlı Silahşörler olan cündi sınıfı, Tımarlı süvarilerin tabir caizse kurmay kadrosunu oluştururdu. At üzerinde hedefe ok atma, mızrak savurma, gürz kullanma başta olmak üzere envai çeşit savaş tekniğini bilen bu cündiler, tımarlı süvarilerin, yani bu günkü Anadolu halkı ataların, hayranlıkla taklit ettikleri, onlara benzemek için can attıkları ustalardı.

Cündilerin oynadıkları ciritin ise emsali yoktu. Bu birbirinden eğitimli koç yiğitlerin, attıkları ciritin hedefini sapması söz konusu olmadığı gibi, attıkları ciritle rakiplerini yaralamak hatta öldürmek onlar için işten sayılmazdı.

Vezirler, beyler, kumandanlar arasında harp edercesine cirit oynayanların sayısı hayliceydi. Sultan İbrahim zamanında adını duyurmuş Seydi Ahmet namındaki Cündi’nin ilginç bir hikayesi vardır.

http://yenisafak.com.tr/resim/site/untitled313508a088f5084bc87by.jpg

Seydi Ahmet Padişah Kapısına bağlıydı ve burada oynanan ciritlerde canını yakmadığı iç ağası, harem ağası kalmamıştı. Şikâyetler çoğalınca padişah Seydi Ahmet’i çağırır:

“A..Seydi! Benim musahiplerime sakın cirit vurma” diyip tembihlemek ister.

Seydi Ahmet:

“Vallaha Padişahım onlar beni vurur, ben onları vururum. Cirit oyununda acımak yoktur”

Sultan İbrahim, bu lafını esirgemeyen Atlı yiğidin sözlerinden hoşlanır, hem rütbesini yükseltir hem de ona bin altın ile bir samur kürk insan eder. Bu hadiseden kısa bir süre sonra Gülhane meydanında oynanan ciritte Seydi  Ahmet’in savurduğu ciritle müsahiplerden biri ölüverir, kızgınlıkla kendisine saldıran diğer müsahib de, yine Seydi Ahmet tarafından yaralanır. Sultan İbrahim olanlardan haberdar olunca Seydi için “Elbette katledin emrini” verir..

Bu sefer Seydi için araya girenler padişaha

“Sultanım! Kanun-i Al-i Osman’dır. Cirit Cenkten bir şubedir. Cirit alanı savaş alanıdır. Burada vurulan, vuran, ölen öldüren birdir.” derlerlerse de padişahı yumuşatamazlar. Seydiyi sevenler sultanın öfkesi dininceye kadar onu kaçırmaktan başka  yol olmadığını görürler. Firar gerçekleşir. Daha sonra affedilen ve rütbesi paşalığa, hatta kaptan-ı deryalığa kadar yükselecek olan Seydi Ahmet Paşa’nın Cirit tarihine geçmiş daha birçok menkıbeleri vardır.

Cündilerin oynadıkları Cirit Oyununun gerçekten savaştan ayırt edilemez tarafları çoktur. 1666 yılında Nemçe elçisine Edirne’de Samizade bahçesinde bir cirit oyunu seyrettirilir. Elçi hayretten dona kalarak “Bu oyun mu yoksa döğüş mü?” diye sorma ihtiyacını duyar.

Osmanlı’daki atlı cirit merakını günümüzün futbol tutkusuna benzetebiliriz. Bugün herkes ya seyirci, ya oyuncu olarak futboldan anlıyor, hoşlanıyor. O zaman da herkes biniciydi. Kadınlar bebeklerini at üstünde emzirecek, beşiklerini atın eğer kaşında taşıyacak kadar atlı hayatın içindeydiler. Padişah, vezir ve beylerbeyi tavlalarında cins atlar besleniyor, Anadolu’da tek işi at beslemek olan ve adına “at çeken” denen  sayısız imtiyazlı oba faaliyet gösteriyordu. Binlerce atlıdan oluşan Akıncı kafileleri serhatlara sevk ediliyor, cihan imparatorluğunun görkemi bu atlı güçlerin dünyasında simgeleşiyordu. Merkezde ve taşradaki sarayların avluları cirit alını olarak tasarlanıyor,  Cuma günleri ve  bayramların üçüncü günleri dilden dile anlatılacak cirit oyunları cereyan ediyordu.

Sefere çıkan orduların buluşma menzilleri de bir nevi Osmanlı Cirit Şampiyonasına dönüşüyordu. Devlet görevlileri bir yandan sefere katılması gereken Tımar sahiplerinin geldi-gelmedi yoklamasını yaparken, öte yandan savaş öncesi son provası diyeceğimiz süvari muharebeleri, yani cirit vuruşmaları oluyordu.

 

 “ATLI CİRİT”İN GEÇMİŞİ   ANADOLU SELÇUKLULARI’NA KADAR GİDİYOR

 

Tarih sayfalarındaki Atlı Ciriti arayanlar sürdükleri izlerle  Anadolu Selçuklularına kadar ulaşırlar.  Anadolu Selçukluları ve ardından Osmanlılar,  Dünya Türklüğünün “Anadolu Terkibi” olarak tarih sahnesine çıktılar. Atlı Cirit Oyunu da, onun kurucuları gibi   her şeyi ile Anadolu’ya özgüdür. Osmanlı coğrafyası dışında kalan Türk Dünyası Atlı Cirit oyununu bilmez. Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarihini yazan Doğu bilimci  Houtsma, Sultan Alaattin Keykubat’in cirit oyununu çok sevdiğini yazar. İbni Bibi, Anadolu Selçuklu Devleti tarihinde Atlı Cirit’in  Selçuklu Çağında bilindiğini ifade etmektedir. Selçuk atlısı, Bizans ve Haçlı vuruşmaları sonucunda çifte su verilmiş çelik gibi TürKlüğün ve İslamın kılıcı haline geldi. Atlı Cirit oyununun “baskın” ve “firar” ekseninde cereyan ettiğini hatırlayacak olursak, bu modelin Türklüğün  Anadolu’yu vatanlaştırma sürecine bire bir oturduğunu düşünebiliriz. Atlı yiğitler eliyle  gerçekleşen vur-kaç’lar sayesinde ardı arkası kesilmeyen kalabalık Haçlı orduları durdurulmuş, sonuçta tersyüz edilerek Viyana kapılarına kadar püskürtülebilmiştir. İşte Selçuklu ve Osmanlı’nın Atlı Ciritte gizledikleri  tarih sırrı budur. Bu sırrın devleti yönetenlerce bilinmesinden doğal ne olabilir?

 

ATLI YİĞİTLERİN HAKANLARI

 Osmanlı Sultanları atlı yiğitlerin hakanlarıydı ve bir çoğu da atlı yiğidin ta kendisiydi.

Osman Bey, Murat Hüdevendigâr, Yıldırım, Yavuz, II.  Osman, IV Murat, IV Mehmet süvari ve yiğitlik denince  ilk akla gelen padişahlardır. Son Osmanlı asrı hariç, padişahların hemen tamamı at binip cirit oynadılar.

Padişahın cirit alayına katılmasına Osmanlı teşrifatında “Cirite binmek”  tabir olunur. Padişahların cirite binmeleri ülkede önemli bir hadisedir, şairler, nakkaşlar bu hadiseyi mısralarla ve nakışlarla ebedileştirirler. Avcı Mehmet adıyla ünlenen padişah IV.Mehmet bir av dönüşü cirit tertip edilmesine buyrultu verir. Oyunu bir süre seyrettikten sonra, Kapudan Mustafa Paşa’nın karşısındaki alaya iltihak eder ve paşayı attığı bir ciritle yaralar. Sonra da bir âla kürk vererek paşanın gönlünü alır.

Ama konu cirit olunca her vezir bir olmaz. Padişah I.Sultan Ahmet 1612 yılında Sadrazamı Nasuh Paşa ile birlikte Edirne’de, Sadrazam Cündilerinin cirit oyununu seyretmektedir. Nasuh paşa bir süre  sonra padişahtan izin alıp oyuna katılır. Cirit keyfi giderek padişahı da şevke getirir. Sultan I.Ahmet altındaki  Zerrin-i Şevket adlı atı  meydana sürüp Nasuh Paşa’nın karşısındaki alaya girer. Bundan sonrasını ünlü tarihçi Naima’nın kaleminden aktaralım:

Paşa mehterin çaldığı yürük semai ile  küheylan atlar büsbütün  heyecanlanıp meydana atılmak istercesine titrer dururken Padişah zerrin-i şevketi mahmuzlayıp karşı alaya yaklaştı ve Nasuh Paşaya ciridini fırlattı. Nasuh Paşa padişahın kendine cirit atacağını düşünerek üzengiye kuvvetle basmış pür dikkat o anı bekliyordu. Cirit padişahın elinden çıkar çıkmaz atını mahmuzladı Padişah alanın ortasındayken yetişip sağ elini havaya kaldırdı, sultanın sağ omuzuna nişan alıp fırlatacağı zaman nedense vaz geçip atmadı. Olayı heyecanla seyreden Paşa cündileri ve enderun ağaları “sadrazam ne yapacak?” diye beklerken Paşa dizginleri kısıp atını durdurdu ve yere inerek padişaha doğru yürüyüp önüne gelince yeri öptü.

Padişahlar ve sadrazamlar başta olmak üzere istisnasız her rütbeden kişilerin  devlet katında oynadıkları atlı cirit oyununun iki rakip takımı vardı: lahanacılar ve bamyacılar. Lahanacılar yeşil mintan giyip yeşil bayrak taşırken, bamyacıların gömleği mavi, bayrakları kırmızıydı.. Her iki tarafın da şalvarları  kadifedendi. Tarihçiler sonradan Çelebi Mehmet’e sadrazam olacak olan Bayazıt Paşa’nın, bu iki rakip cirit grubunu Amasya’da kurduğunu kaydederler. Bamyacılar ve lahanacıları tarih sahnesine çıkaran sebep, Timurlenk sonrası baş vermiş Şehzade kavgalarına son verecek  atlı yiğit gücünü eğitmekti. Bu amaca kısa zamanda ulaşılır, Beyazıt Paşa’nın süvarileri padişahlığı elde etmeye çalışan  Şehzade İsa ve Musa Çelebileri, sürekli eğitime tabi tuttukları çevik kuvvet silahı ile saf dışı bırakırlar. Lahanacılar ve Bamyacıların atlı cirit tarihinde asırlar boyu ünlerinin sürmesi, onların, yalnız devlet kurucu değil, devleti badirelerden kurtarıcı rolleri de yüklenmeleri ile açıklanabilir.

Tarihin Günümüze kadar ulaşan izleri üzerinde dolaştık ve gördük ki, bugün seyircisi yok denecek kadar azalmış, kalitesi düşmüş, incelikleri kaybolmuş bir konumda da olsu yine atlı cirit var. Bu kültür varlığını daha ne kadar sürdürür? Zamanın acımasızlığına insanların umursamazlığı eklenince  Atlı Ciritin geleceği  hakkında iyimser olmak pek mümkün değil.

 Anadolu’nun ucra köşelerine sıkışıp kalmış cirit meraklılarını saymayacak olursak Cirit Atının da, atlı yiğidin de, cirit alaylarının da de sonu gelmiş gözüküyor. Hepsinden önemlisi, bu sporun günümüzde güçlü bir himayecisinin olmayışıdır. Ciritte ölen Atına mezarlar yaptırıp kitabeler kazdıran II.  Osman, bir attan diğerine sıçrayıp binecek kadar çevik IV.Murat gibi sultanlar, asırların ötesinde kaldı. Sekiz at koşulu  merasim arabasına binmeyi reddedip Nemçe Kralının sarayına atını sürerek giden ve krala

“Biz Osmanlılarız, bizim mutadımız küheylan atlara binip, cirit oynayıp gazaya gitmektir. Bizim İstanbul’da böyle arabalara avratlar biner”

 diyen Viyana elçisi Kara Hasan Paşa, günümüz gençliği için olsa olsa bir masal kahramanıdır.

ihtiyar ciritçiler ve cirit atan atlı.jpg

“ER” ATI “KUŞ” KANADIYLA..

Hayvanlar âleminde hızlı, çevik, pek çok yaratık var. Ancak insanlık, uygarlıklar kurarken bunların hiç birinden  “at” kadar yararlanmadı. Yeryüzünün global bir köy haline gelme süreci “at” ile başlar.

“At” gibi bir yardımcı olmasaydı, uçsuz bucaksız çöllerin geçilmesi, vadilerin, dağların, ırmakların süratle  aşılması, mesafelerin kısalması  mümkün değildi. Irklar, dinler, diller, uygarlıklar at sayesinde birbirleri ile tanıştı. Bu yüzden at ölçüsünde savaşın, barışın, dostluğun eğlencenin simgesi olmayı hak etmiş bir başka hayvan gösterilemez. Atın kuş gibi uçucu, balık gibi yüzücü olması; gelecekte, denizlerde, atmosferde ve uzayda kanatlanacak  olan insanlığa verilmiş uygarlık  işaretleriydi.

“At” bir varlık olarak her milletin hayatına karışmıştır. Ancak Türk milleti kadar at ile haşır neşir olmuş milletlerin sayısı azdır. Türklerle ortak bir coğrafyayı paylaşan Çinlilerin 7.yüzyıla tarihlenen bir belgesinde  yer alan “Türklerin kaderi koyun ve atlara tâbidir” sözü, bu gerçeği tespit eder. 1246 yılında Papa’nın elçisi olarak Orta Asya’yı gezmiş olan  Plano Carpini isimli diplomat “ O kadar atları var ki, dünyanın geri kalan kısmında o sayıda at bulunduğunu sanmıyorum” demiştir.

Tarih öncesi Türklük dönemlerini anlatan destanlar, efsaneler yiğit ve at motifleri ile örülüdür. Yiğidi “at”, “at”ı yiğit ile tasavvur,  Türk’ün ananevi düşünce tarzının ayrılmaz bir parçasıdır. Kaşgarlı Mahmut bu milli gerçeğimizi  ünlü lügatine “Er atı, kuş  kanadı ile” darbı meselini zikrederek kaydedecektir. At ile yiğidi bütünleştiren en çarpıcı motiflerden birini Manas destanında buluruz. Manas’ın annesi,  oğlu ile ilerde onun bineceği ünlü  Akkula’yı memesinden birlikte  emzirmiş, onları süt kardeşi yapmıştır.

At’ın medeniyet kurucu vasfı, onun  sırtına vurulan eğer  ve ağzına verilen gem ile başlar. “At’a eğer gerekir, eğere ise er diyen  Türk darb-ı meseli, atın uygarlıkla, uygarlığın da yiğitlikle mayalandığını çok güzel anlatır.

 

ATLI CİRİT NASIL BİR OYUNDUR?

Fazla değil bundan elli altmış  yıl önce  Türkiye’nin her şehrinde, her kasabasında cirit oynanır, düğünlerin, şenliklerin atlı konukları bir fırsatını bulur, aralarında iki takım yapıp, cirit savururlardı.. Bu tarihlerde şehirler ve kasabalar kara ve demir yollarıyla birbirine bağlanmış, motorlu taşıtlar yolcuları atların, yaylıların, posta arabalarının sırtından indirmişti. “Bir atın nefesi yedi komşuya şifadır” darb-ı meseli hükmünü böylece yitirdi. Ancak   özellikle yol ağının fazla gelişmediği, kapalı coğrafyalar atı da ciridi de korumaya devam ettiler

Günümüz atlı ciridi “Kurallı Cirit” ve “Kara Cirit” diye ikiye ayrılıyor. Kara cirit, tarihten gelen ve otantik özelliklerini koruyan cirittir.

Kara Cirit’in efsaneleşmiş  ustaları, aynı zamanda toplum hayatının da önemli simalarıydı.  Bu oyun   bugün tarihe karışmak üzere olan “Kapalı Anadolu Ekonomisi”nin bir temaşa sporuydu. Bu kapalı ekonominin bütün aktörleri Cirit oyununun içindeydi. Toprak sahipleri, esnaf ve eşraf, hatta memurlar ciritsiz yapamazdı. Her beldenin köy ölçeğinde  cirit mekânları olur, Şehir yerlerinde ise günümüzdeki stadyumları  çağrıştıran cirit sahaları bulunurdu. Her sınıftan, her yaştan ve her cinsiyetten insanlar cirit seyrine çıkar, toplum, bu temaşa sporuna, kendini aynada seyreder gibi gözlerini dikerdi.  Ciridin simgesel yönü o kadar ağır basardı ki  bu oyunda  hakemlik yapmak da, puan vermek de tamimiyle halka mahsus işlerdi. Halkın cirit oyuncularının hünerlerine yahut hatalarına karşı dile getirdikleri takdirler, tepkiler ve protestolar müsabakalarının galibini tayin eder, bu konuda seyircinin sözcülüğünü yüklenen fazilet ve şeref  sahibi bir kişi yüksekçe bir yere oturur, oradan ciritçilere halkın topluca beğendiği veya  topluca hoş görmediği hareketleri yüksek sesle ilan ederdi. 

Katı kuralların değil, atlı yiğitlik ananesinin yönettiği kara cirit, işte bu yönüyle seyrine doyum olmaz bir temaşa sporudur. Eğer amatör sporcu ruhuna bir örnek aranacak olsa, Atın, meydanın ve ciridin hakkını vermek için  at binip cirit savuran  Kara Cirit tutkunlarından daha uygunu bulunamaz.

“Kurallı Cirit”, diğer adıyla “Puanlı Atlı Cirit Oyunu”  Kara Cirit’in modernize edilmesi ile oluştu. Cirit Kulüplerinin kurulması, lisansli ciritciliğin ortaya çıkması, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünün  modern spor dalları gibi Atlı Ciriti de Federe etmesi; bu ata yadigarı sporu; üniformalı, flamalı, bayraklı, ligli, hakemli, puanlı, şampiyonalı bir zemine taşıdı.

Kara Cirit’in seyir zevki veren  tüm hareketleri kurallı ciritte de esastır. Burada da rakipler “alay” denen duraklarında kendilerine atılacak ciritleri bekler ve atılan cirite cevap vermek suretiyle müsabaka yaparlar. Hedefini bulan, yani rakip ciritçinin vücuduna isabet eden ciritin karşılığı altı puandır. Altı puanlık vuruşlar, hücumcu ciritçinin alay durağında bekleyen rakiplerinden birine ciridini tam isabet ettirmesi ya da hücüm eden atlının, ciritini savurduktan sonra onu takibe çıkan ciritçiden tam isabet alması sonucu verilir. Altı puanlık vuruşlar, iyi at binme,  bilek gücü ortaya koyma ve hedef tuturma meziyetlerini birleştirdiği için puanlı ciritte “altın vuruşlar” olarak kabul görür.

Üç puan getiren pozisyonlar ise at ve biniciden kaynaklanan hünerlerin karşılığıdır. İyi biniciler rakip takım muhacimini (hücumcusunu) kendi alayına dönmeden yakalar “işte ciridim sırtında ama seni bağışlıyorum” işaretini yaparsa, yahut,  alayına dönmesine fırsat vermeden fırlayıp önünü kesmeyi başarırsa  “üç” puan kazanmış olur.. Kimi ciritçiler yakalama pozisyonu ile yetinmez altı puan almak için rakibine yasal mesafe içinde cirit vurmak ister. Buna karşılık kaçmakta olan ciritçi, atılan ciridi havada yakalamak,  yahut bir ayağını üzengiden çıkarmak suretiyle“eğer boşaltıp” atın yanına yatmak hareketi ile hamleyi  boşa çıkarırsa, bu sefer  üç puanı o alır. Ciriti havada yakalama eğer alay durağında gerçekleşmişse burada yakalama puanı üç değil sadece bir’dir.

Kurallı atlı ciritte ayrıca fena puanlama sistemi vardır. Fena puanlar kara ciritteki karmaşayı önlemek amacı ile konmuştur. Hangilerinin gerekli hangilerinin gereksiz olduğu halen tartışma halindedir. Şu anda uygulanan fena puan sistemi çizgi ihlali, zaman ihlali ve cirit töresi ihlallerini cezalandırır.

Dikdörtgen şeklindeki cirit alanı, çizgilerle, biri oyun alanı, diğerleri “alay durakları” olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır. Ciritçiler yan çizgileri ve rakip takımın alay durağı çizgisini herhangi bir şekilde ihlal ederse, bir kötü puan alırlar. Eğer çizgi ihlalini yapan daha önceki hareketinde müsbet puan kaydetmişse bu müsbet puan iptal edilip lehte de aleyhte de puan verilmez.

Ciritte zaman ihlalleri çıkışta ve dönüşte olmak üzere iki türlüdür. Rakip ciritçinin alay durağındakilere ciritini savurduğu ana kadar dokunulmazlığı vardır. Rakibi ciritini elden çıkarmamışken  alayından çıkan ciritçiye “erken çıkış” denerek bir fena puan verilir Rakibin elinden cirit çıktığı anda alaydan çıkış hakkı, bir biniciye tanınmıştır. Zamanlama hatası yapıp aynı anda iki, bazan üç ciritçi birden takip için davranır. “İkili veya üçlü erken çıkış” denerek bu pozisyona düşen takımlara bir ceza puanı verilir. Karşı alaya cirit savurmaya giden ciritçi  varış anından itibaren kırkbeş saniye içinde hamlesini yapıp dönüşe başlaması gerekir. “Son on beş saniye” uyarısına rağmen ciritini atamayan binicinin takımına bir fena puan yazılır.

Cirit töresi ihlalleri, en çok fena puan verilen ihlallerdir. Ciritçinin atından düşmesi, kasıtlı olarak  atını rakip atlıya çarptırması, bağışlama  mesafesinde rakibine cirit vurması, üç ceza puanıdır.   Ciridini yere düşürenlere, sırf usul yerine gelsin diye amaçsız cirit kullananlara, izinsiz attan inenlere ise  sadece bir ceza puanı verilir.

Cirit takımları, bu kurallar çerçevesinde 35’er dakikalık iki devre halinde müsabakalarını yaparlar. Baş Hakem, kulesinde, yan hakemler flamaları ile çizgi kenarında, puan kayıt hakemleri “puan kayıt masasında” görev yaparlar. Baş hakemin ilan ettiği puanlar kaydedilir. Puanlamada her hangi bir haksızlığa meydan vermemek için günün teknik imkanlarından faydalanma esası da getirilmiştir. Baş hakemle yan hakemler arasındaki telsiz-telefon bağlantısı, müsabakanın baştan sona çeşitli açılardan video kaydına alınması ve baş hakemin kararlarını anında herkesin duyacağı şekilde ilan edebilmesi için yaka mikrofonu kullanması bu teknik donanım arasında sayılabilir. Video kayıtları, puanlamaya yapılan itirazlarda dikkate alınır. Müsabaka, Hakem Kulesi önünde müsabıkların hakemi ve seyircileri selamlamaları ardından birbirlerini dostça kucaklamaları ile son bulur. Bu yiğitlik yarışının son güzelliklerine ise davul zurnalar  çoşkulu havalar çalarak eşlik ederler.

 

kış ciridi.jpgKIŞ CİRİDİ

 

Atlı cirit geleneğinin en bozulmamış olanlarını yüksek irtifalarda kurulmuş köylerde buluyoruz.  Günümüz köylerinin pek çoğu, eskiden bölgede hareket halinde olan Atlı Türk Göçebelerin kışlaklarıydı. Kimi köyler  bu kışlakların süreklilik kazanması sonucu ortaya çıktı. Kışlak hayatı hoşuna giden, artık yavaş yavaş yerleşik yaşamaya geçen göçebelere tembel anlamında “Yatuk” dendiğini kaynaklarımız bildiriyor. Ama toplumlar kültürlerinde taşıdıkları tarihi karakterlerini her şeye rağmen bırakmıyorlar. Erzurum – Kars yaylası köylülerinin Kış mevsiminde evlerinde yatma şöyle dursun eksi otuz kırk derecelik ayaza aldırmadan at binip saatlerce cirit oynama tutkuları toplumsal genlere işlemiş  tarihi karakterle açıklanabilir.

Kış ciridi Türk-İslam töresinin zengin motiflerini içerir. Köyler arası  kış ciridi için genellikle Cuma günleri seçilir. Konuklar cirit oynanacak köyün yolunu tuttuklarında, ev sahipleri de hazırlıkları gözden geçirip misafirlerinin yolunu gözlemeye başlarlar. Cirit buluşmaları sosyal kaynaşma ve kırsal iletişimin çok değerli bir aracıdır.  Cuma namazının ardından kalabalık cirit alanına geçer;  davul zurna eşliğinde oyunlar oynanıp güreşler tutulduktan sonra atlar meydana girer, ciritler karşılıklı savrulur köyler arası rekabetin dostça mücadelesi böylece başlamış olur. Kış ciritleri bir anlamda deplasmanlı lig gibidir. Sürekli mücadele, sürekli hüner gösterisi bir kış boyunca sürüp gider. Bugün ev sahibi olan köy bir sonraki ciridin konuğudur. Kış ciritleri, köylülerin birbirlerine cirit sonrasında çektikleri ziyafetlerle ünlüdür. 

 

ATLI CİRİT MODERNİZE OLACAK VE YAŞAMASINI SÜRDÜRECEK

 

Eğer yer yüzü ölçeğinde, münhasıran Batı Türklüğüne ait olan bir sportif oyundan  söz edilecekse, atlı cirit bu bağlamda ilk akla gelen ata sporudur.. Bu itibarla atlı ciridi dünyaya tanıtmak, yaymak ve uluslararası bir spor faaliyeti haline getirmek, toplumun ve devletin vazifesidir; Zira Atlı Cirit, saf kan Türk Kültürünü temsil eden ata yadigarlarımızın başında gelmektedir..

 

 

 

K AYNAKLAR

Osmanlı Devletinde Spor. Atıf Kahraman Kültür Bakanlığı başvuru eserleri

Türklerde Atçılık ve Binicilik Faruk Sümer

Kıtab-ı Dede Korkut Muharrem Ergin

Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. O.Zeki Pakalın

Türklerin Tarihi Doğan Avcıoğlu

Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı İsmail Hakkı Uzunçarşılı

Tarihsel Sürecinde Atçılığımızın Yapısı ve  Yarışçılığımızın Oluşumu. Reşat Köstem

At Kültürü.Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi 42.Sayı 1986

Osmanlıdan bir Nişane:Atlı Cirit / Mustafa Çetin Baydar. Osmanlı 5.Cilt

Atlı Cirit / Nihat Gezder   Atlı Cirit Federasyonu Başkanı

 

 

GEL DE ŞAŞIRMA!

ATASPORU ATLI CİRİT’İN BİR BENZERİ DE ENDONEZYA’DA

 

ATLI CİRİTİN İKİZ KARDEŞİ ENDONEZYA’DA

 PASOLA03.JPGPASOLA06.JPG

Endonezya’nın 1700 irili ufaklı adasından birinin adı da “Bali”dir. Orta Asya’da izlerine rastlayamadığımız Atlı Ciridin bir anlamda ikiz kardeşini işte bu adada tesbit ettik. Bali’nin Sumba mıntıkasında  aynen bizim cirit atları gibi küçük cüsseli ve manevra kabiliyeti yüksek “Bali midillileri” yaşamaktadır. Bu atların Orta Asya atları oldukları, Çin Yuan Hanedanlığı (1280-1367) sırasında hediye olarak bu adaya götürüldüğü araştırıcılarca tesbit olunmuştur. Yine araştırıcılar Bali midillilerinin aynen bizim atlı cirite benzeyen  bir spor olan “Pasola” için ozel olarak ıslah edilip yetiştirildiğini belirtiyorlar. Bali midillileri , Bali adasının en vahşi ucu olan Sumba bölgesinde,  ıslah edilip Pasola sporuna elverişli hale getirilmiş. Sumba bölgesi Hollandalı sömürgecilere  Endonezya adalarının en fazla  direniş gösterdiği, bir anlamda Hollandalılara asırlarca meydan okuyan bir bölge olarak biliniyor. 

Bir batılı Kaynak (*) “Pasola” hakkında şu bilgileri veriyor : “Pasola karşılıklı iki atlı grubun bir çeşit uzun tahtadan yapılmış mızrakları birbirlerine atarak oynadıkları oyundur. Burada kullanılacak atlar geleneksel at takımları ile bezetilir ve oyuncular bu atlar üzerinde cesaret ve yeteneklerini sergilerler. Sumba halkı bu oyunun insanlar arasında güçlü bir bağ kurduğuna inanıyor. Sumbalılara göre pasola, bölge halkının dünyada ve cennette mutlu yaşaması için alışkanlıklarını ve fikirlerini berraklaştırıyor. Dahası oyunun tarımsal bereketi  getirdiği var sayılarak bolluk için kan akıtılması bu oyunda bir ana tema olarak yer alıyor. Kan akmaksızın tamamlanan  pasola oyunlarına bu yüzden rağbet edilmiyor. Aynı batılı kaynağın zikrettiğine göre birkaç yıl önce,  ölümsüz ve yaralanmasız  biten bir pasola oyununun ardından, töreyi sürdürmek için bazı turistlerin öldürüldüğü tesbit edilmiş.”

Günümüz pasolasında karşılıklı savrulan değneklerin kan çıkarmayacak bir biçimde olmasını hükümet şart koşuyormuş.. Bu yarı dini yarı spor gösterinin her yılın şubat ve mart aylarında tekrarlanıdığını bunun da  özel anlamları olduğunu yeri gelmişken belirtelim.

 

‘ENDONEZYA  ATLI CİRİDİ PASOLA’NIN ANLAMI VE OYNANIŞ ŞEKLİ

 

Dünyanın her hangi bir yerinde rengarenk atlar üzerine rengarenk giysiler giymiş binicilerin birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını gördünüz mü? Ya da kafaların yarılıp, gözlerin çıkarıldığı, zaman zaman da ölümlerin olduğu bir atlı savaş oyunu tahayyül ediyor musunuz? Bir meraklı olarak eğer bu söylediklerimiz ilginizi çektiyse her yılın Şubat ayında Bali adasının Lamboya ve Kodi mıntıkasında, Mart ayında ise  Gaura ve Wanukaka’sında gerçekleşen  Pasola  oyununun hikayesine kulak vermelisiniz.

Pasola’nın antropolojik arka planını  bizim Nevruz törenlerindeki yeni yılı karşılayış ve bereket ayinlerine benzetebiliriz. Kaynaklarımızın bilgilerine göre bir ada ülkesi olan Sumba’da  Şubat ve Mart ayları dolunayından 5-6 gün sonra  Nyale adı verilen deniz solucanları kıyılarda görülmeye başlar. Ne kadar çok Nyale yani deniz solucanı görülürse o kadar iyi bir hasat mevsimi gözlenir. Bu solucanlarla birlikte kıyıda dini ayinler başlar, oruç günleri, dini arınmalar, Pajura denen geleneksel boks, nyale’nin gelişini karşılamak için yapılan ayinlerden sadece birkaçıdır. Bütün bu ayinleri “Rato”lar yönetir. Ratolar bu yazının konusu olan Pasola’yı da yönetirler. Pasola oyununa başlamadan önce Rato bir konuşma yaparak, oyunun kurallarını bir kere daha hatırlatır. Sonra da oyunu başlatan ilk mızrağı atar. Bundan sonra yüzlerce atlı çığlık atarak atlarını sürerler ve birbirlerine mızraklarını atarlar. Yaralanmaların çokluğu o yılki Pasola’nın kıymetinin ölçüsü olacaktır. Oyundan sonra katılımcılar köylerine geri döndükleri zaman savaştan dönen kahramanlar gibi karşılanırlar. Bundan sonra toprağın ve hasadın bereketi için teşekkür seremonisi yapılır, kurbanlar kesilir. Pasola Sumba’lıların hayatlarının bir parçasıdır. Kimliklerinin bilincine vardıkları bu hayat bir anlamda , bol kahkaha eğlence, heyecan ve umut için inşa edilmiş gibidir.. Bu, Anadolu’dan binlerce kilometre uzakta, atın, yiğidin ve toplumun bir başka harman oluş şeklidir.

Türk atlı ciritçilerinin Endonezya’nın  Sumba kıyılarında, Sumbalı Pasola’cıların Anadolu Yaylalarında hünerlerini göstereceği günler acaba gelir mi dersiniz?

 

(*)By Ron Gluckman / Sumba,   Indonesia

http://www.gluckmar.com/Pasola.html

Bu yazı toplam 778 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim