• İstanbul 19 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 22 °C
  • Konya 18 °C
  • Sakarya 16 °C
  • Şanlıurfa 22 °C
  • Trabzon 17 °C
  • Gaziantep 18 °C
  • Bolu 11 °C
  • Bursa 15 °C

Bahçe Gül ve Yaşlı Adam

M. Ali ABAKAY
Önceleri kökleriyle toprağa sırdaşlık eden gül ağaçlarının bahçelerde koruyucusu idi, bahçevanlar. Her bahçevan, elinde makası ile gül ağaçlarının yetiştirilmesine özenle bakar ve bu özenin karşılığında renkahenk  güllerin yetiştirildiğini gördüğü zaman, duyduğu haz ve yaşadığı coşku ile emek vermenin karşılığını alıyor, harcanan ömre ve zamana acımıyordu. Çünkü emeğinin karşılığını alan bahçevan, yetiştirdiği güllerle ustalığının derecesini çevresine ilan ediyordu.

Toprağa düşen fidan, zaman içinde serencamını yaşarken, renkahenk güllerin verileceği zamana kadar, koruyucusu olan bahçevanın elerlinde bir bebek misali özenle yetiştiriliyor, sıcağa ve soğuğa karşı alınan tedbirlerle bahçevanın göz nuru el emeği sayesinde insan derecesinde hususî ihtimamla varlığının esas sebebinin bilincinde kendisine harcanan zamanı ve emeği boşa çıkartmıyordu.

Zamanla bahçelerdeki ağaçlarla beraber güller de söktürüldü, yerine betonarme binalar dikilmek üzere. Toprak, köklerini bağrına  aldığı ağaçlardan kopmak istemese de kullanılan zor, direngenliğin ölçüsünü kırıyordu. Bahçeler bir bir yaşanan hatıraların merkezi olmaktan çıkarak, birer çok tabakalı evlere, apartman dairelerine dönüştü. Bahçeler, birer maket şeklinde yaşatılmak istense bile ihtiyaçlar arttığı için ya araba parkına ya da topraktan haz etmeyenler tarafından betonlaştırıldı, etrafı demir aksamlarla çevrelendi.

Gül Yetiştiren Adamlar, şehirde olmanın insan benliğini yaralayan oluşumlar karşısında  çözümü balkonlarda saksılarda gül yetiştirmekte buldular, en azından. Gül, toprağa olan hasretinden saksılarda istenileni vermeyince, esaret kabul edince saksıdaki duruşunu, Gül Yetiştiren Adamlar kınandı, zaman içinde.

Onlar, yaşlansa da bu davranışlarını gelenekten kaynaklanan alışkanlık ve gereklilikle sürdürdü. Çocukları ihtiyaçtan bahçeleri betonlaştırdıklarını ifade ederek kendi vicdanlarını rahatlatmak isterken Gül Yetiştiren Adamlar, gözyaşlarını saksılardaki sıska güllerin fazla kokmayan, kokusunu kaybetmiş yapraklarına dökmeye devam etti. Torunlarına bunu aşılamak isteyen Gül Yetiştiren Adamlar, saksı ile buluşmaktan yorgun düşen güllerin bir bir solduklarını gördü, yaşlı gözlerle.

Saksılarda gül yetiştirme yerine kuşları kafeslerden azad etme halinin daha mütenasip olduğunu bilenler saksılardaki gülleri toprak ile buluşturmaya ahd etti, güller uzak topraklara zorunlu sürgüne tabiî tutuldu.

Balkonlarda gül yetiştiriciliği kalmadı, artık.

İnsanoğlu, toprağa çıplak ayakla basmaktan imtina etti.

Küçük çocuklar, her gün ağaçların gölgesi altında oyunlar oynamaz oldu.

İki ağaç arasında gerili, minderle desteklenmiş salıncaklarda uyumadı, bebekler.

Cıvıldaşmadı kuşlar eskisi gibi, yeşillikler içinde.

Ne bir demet maydanoz ne bir deste nane ne de kokusu kopartılırken elden kolay gitmeyen birkaç yeşilimsi domates…

Bahçelere eskiden oluşan tufanlar gibi bir musibet gelmiş, toprağın altı ve üstü değiştirilmişti. Hiçbir yeşile tahammül etmeyen anlayış, daha çok kazanma adına her gördüğü yeri, bahçeyi apartmanlaştırmaya koyulmuştu.

Önceleri şehirleşmede cazip gelen daire hayatı, sonradan tadı tuzu olmayan bir yaşam dönüşünce balkonlarda oturup çay içemez hale geldi, insanlar. Merdiven basamaklarını bile çıkmaktan acziyet içinde olanlar, asansörü kullanır oldu.

Çoğunlukla pencereler bile açılmaz oldu, isin, kurumun ve tozun ev içine dolmaması için. Balkonlar da gözden çıkarıldı. Evin mahremiyetine karşı olan balkonlar, bir bir gözden çıkarıldı. Bir depo haline getirildi, öncelikle küçük balkonlar. Sonrasında büyük balkonlar, misafir gelince oturulur, kullanılır hale geldi.

Bazen bahçede yaşananın canlandırılması yapılmak istense de boşunaydı, çırpınışlar. Komşular, yakılan mangalın, yapılmak istenen yemeğin kokusundan rahatsızlığını dile getirir, oldu. Ev içinde bile yüksek sesle konuşmalar yasaklandı, aile fertlerince.

Çocukların uslulaşması, ehilleşmesi sessizliklerine bağlandı. Ne denli sessiz oturur ve konuşmazlarsa, hareketsiz dururlarsa mükafaatlandırıldı, mahalle bakkalından alınan şekerlemeler ve bisküvilerle. Artık çocuklar bile yaşayamaz oldu yaşlılarla birlikte.  Apartman hayatı, gönüllü esaretin ismi haline dönüştürüldü.

Yüz metre kare alanda küçücük odalarda yaşanan hayat, yeşilin ve toprağın hayattan çekilmesiyle beraber bir cehennem hayatına dönüştü.

Bahçelerde güllerin yetiştiricileri unutuldu, bir bir. Akan suyun şırıltısı, yerini madeni seslere bıraktı. Güller, saksılardan aforoz edilince yerini vazolarda yapmacık, kokusuz, suya ihtiyaç duymayan plâstik çiçeklere-güllere bıraktı.

Hastaların başucuna bırakılan, alımlı, güzel görünüşlü güller kokmadığı için, değer görmese bile, yeşile olan hasret dinmediği için, masalarda süs dekoruna dönüştü, sunî güller. Göze hoş, ruha ıstırab veren güllerin aynı kalması, zamana ihanet misali bir ibret vesikası gibiydi. Solan gülle hüzünlenen insan kalmadı, ölümü hatırlayanlar azaldı. Solan gülün yapraklarına bakıp, hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçirenler azaldı. Hatta güzel kokan güllerin verdiği şevkle salavat getirenlerin çocukları, bu güzel hasleti unutuverdi. Kimi sebeplerden dolayı gül suyu kullanmak, hoş görülmedi, gül yağının çağrıştırdığı yan etkiler(!) sebebiyle gül ile olan irtibatımız ortadan kalktı.

Evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpen Şairi hatırlarım… Bizim evlerimizde balkon yoktu, bahçeler vardı. Bahçelerde hane halkı istediği gibi rahat ediyordu. Geyvenin gülleri yetiştirilmiyor, artık bahçelerde. Ne kan kırmızı kadife güller ne Muhammedî güller.  Ne bir çimen ne bir yeşillik!...

Hekimler, artık yaşlılara, çocuklara parklardaki yeşilliklerde oksijen solumayı reçeteleştirir oldu. Ev içinde sıkılan insana, rahatlık verdirme adına duvarda çerçevelerin, odada kanepelerin yerlerinin değiştirilmesi tavsiye edilir oldu, psikologlar tarafından. Yılda bir beş-on gün bile olsa tatile çıkma tavsiye edilir oldu.

Şehirde has ekmeğe talim edenlere, kepekli köy ekmeği tavsiye edilir oldu.  Baldan uzak düşenler, pekmezi tanımazken, şerbete yabancı olanlar, hazır içecekler tüketmeye başladı. Yoğurdun bile makinelerde işleme tabiî tutulduğu şehirde insan, ayranı bile hazırlamaya üşenir oldu, hazır ayran içer duruma geldi.

Gül şerbetlerinin tadı, reçellerinin kokusu, gül sularının ve özellikle yağlarının baş döndüren mutluluk hissi yerini kimyevî maddelere bırakalı, hastalıkların önü alınmaz oldu, tetikleyen sebeplerle.

Ekmekler bozuldu, sular kirlendi, çevre yeşilliğinden eser görülmüyor, insanlar aynı tornadan çıkmış robotlara dönüşeli, emekli olanlar çareyi geçmişe dönmekte arar gibidir. Köye gidişe hazırlanan ruh, rahatlıktan elini çekmek istemeyince iç çatışmalar başladı, beraberinde.

Gül Yetiştiren Adamlar, Mimarîde Balkona Düşman Mimarlar ve Toprağa Hasret Güller!...

Gül işlemeli mendili koynunda saklayan da kalmadı, günümüzde. Ne kanaviçeye ne etamine işlenir oldu, gül. Şairler bile şiirlerinde güle methiye dizemez oldu.

Bülbülden bahsetmediğimizin farkında mısınız? Onu da bir başka yazıda gülle bülbülün sohbeti olarak ele alalım.

Ben de alnından öpmek istiyorum, evleri balkonsuz yapan mimarların. Ben de Geyvenin Gülleri’ni elime almak isterim. Ben de akşam üstleri batan güneşin güleverdiği ihtişamı görmek isterim. Mutassıl kanayan güllere bakıp, eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak bırakan biri olarak, ağır ağır çıktığım merdivenin son basamağında ağlarken güle hasret çektiğim bilinmelidir.

Gül Yüzlü İnsanlar azalınca gülden bahsetmek zorlaştı. Şair şiir bahçesine gülle girerken dirilişten esintiler, ruhumuzda bir iz bırakacak mı?

Ben bahçemdeki gülleri istiyorum, kokusuz, renkahenksiz gülleri değil.

Bunca zamandır hayatımızda olmayan bahçe ve gül motifi, bundan sonra şehirleşmede zorunlu olarak yerini alırken bizi bahçesiz ve gülsüz bırakanlar suçlu görülmeyecek mi?

Onların yargılanarak birer bahçe yapma cezasına çarptırılmalarını ve her bahçede de en azından yirmi gül çeşidi dikmelerini istiyorum.

-Bayım siz kendinizde misiniz? Hasta iseniz bir ambulans çağıralım.

Yaşlı adam, göz yaşını silerek, önündeki gence baktı:

-Hayır evladım, hasta değilim.

Genç, anlayamadı söyleneni:

-Fakat ağlıyorsunuz?

Yaşlı adam, gözyaşını silerek başını kaldırdı, gence bakarak:

-Evladım, bir zaman burası bahçelik idi, güllerle kaplı idi, her alan…

Genç, sormadan kendisi konuşmaya devam etti:

-Buralarda geçen çocukluğumu hatırladım… Bahçede birçok yemiş ağacı vardı. Şimdi bir şey kalmamış.

Genç, sormadan edemedi:

-Kim sattı, bu bahçeyi, kim bu beton mezarları diktirdi, Beyefendi?

Yaşlı Adam, ayağa kalkmaya çabaladı, banktan kalkamadı:

-Ben yaptım evladım, ben!...

Açıklama: Bu çalışma, ilk bölümü ile bir eleştiri, son bölümü ile eleştirinin hikâyeye dönmüş halidir.

Gül ağacının toprağa kök saldığı ve bahçelerde renkahenk güllerin açıldığı zamanların şahitliğinde yazan birisiyim. Güllerin kokularının varlıklarının tanıklığına işaret ettiği çocukluk günlerimizde, reçelinden suyuna ilacından dermanına kadar olanı ve biteni yaşayan ve araştıran birisiyim.

Yazdıklarımız belki okura geçmişe hasret satırlar olarak algılanabilirse de işin özünde bunun var olduğunu inkâra kalkışmanın beyhude bir uğraş olduğunu belirtmekle beraber, yazının maksadının sadece bu olmadığını ifade etmek isteriz.

24.11.2010

Bu yazı toplam 1571 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim