• İstanbul 19 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 20 °C
  • Konya 23 °C
  • Sakarya 21 °C
  • Şanlıurfa 29 °C
  • Trabzon 19 °C
  • Gaziantep 27 °C
  • Bolu 19 °C
  • Bursa 21 °C

Benim Oğlum Bina Okur Döner Döner Yine Okur

Mustafa KARA

Önce bu atasözünün oluşumuna bakalım. Eskiden mektep ve medreselerde Arapça eğitiminin ilk safhasında okunan ve fiil çekimlerini gösteren iki kitabın adı Emsile ve Bina’dır. Tahsilini düzenli sürdüremiyenler, işi ciddiye almayanlar veya tenbellikleri sebebiyle ara verenler, pişman olup tekrar eğitime başladıklarında unuttukları için sıfırdan başlar, aynı kitapları tekrar okurlar. İşte böyle öğrenciler için dertli bir anne-baba tarafından bu söz söylenmiştir.

Dolayısıyla yerli yersiz, gerekli gereksiz zamanlarda belli işleri/fikirleri tekrarlayanlar için sözkonusu ifade kullanılır olmuştur.  Din ve Diyanet’e çatmayı bir ritüel haline getirenlerin söylediklerini duyunca bu atasözü tekrar aklıma geldi. Yani söyledikleri cümleler-benim bildiğim- elli yıldır, altmış yıldır aynı. Bıkmadan usanmadan okuyup duruyorlar. Ne bir adım geri, ne bir adım ileri. Burada da başka bir deyimi tekrarlamak gerekiyor: Kabak tadı vermek. Sözlüklerinde üç kelime var bu insanların: İrtica, lâiklik, diyanet. Bazan bu üç kelime üç cümleye/soruya dönüşüyor:

Başkan niye son model mersedese biniyor? /Başkan niye her yıl hacca gidiyor? (Bilgi: Başkan, Hac mevsiminde Suûd devletinin resmî konuğudur.) Başkan niçin açılışlarda partili Cumhurbaşkanının yanında dua ediyor.

Görevi sona eren Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hoca ile ilgili basına akseden bazı cümleler  vesilesiyle bu meseleleri tekrar hatırladım. Konu ile ilgili bazı düşünce ve değerlendirmelerimi arzetmek istedim. Şüphesiz Ali Erbaş meslekdaşımız da –insan olduğu için- artıları ve eksileri vardır. Hepimizde olduğu gibi. Şimdilik bunu tartışmıyoruz.

Ülkemizde Din, dinî hayat ve Diyanetle ilgili birçok konu farklı mesleklere mensup bir çok kişi tarafından tenkit edilmektedir. Bundan doğal bir şey olamaz. Tarihimizde de bunun örnekleri çoktur. Herkes düşüncesini uygun bir uslupla dillendirmesi, sakin bir şekilde beğendiklerini, beğenmediklerini sıralaması, tenkitlerinden sonra tekliflerde bulunmasına kimse bir şey diyemez, dememelidir. Fakat Türkiye’de sözkonusu alanlarla ilgili çok farklı kesimlerden çok değişik tenkitler, eleştiriler gelmektedir.  Bunları birkaç guruba ayırmak mümkündür:

1.Din, dinî hayat ve Diyanet ile ilgili ölçülü veya ölçüsüz cümlelerle tenkitlerini kamuoyu ile paylaşanların bir kısmı Diyanet teşkilatının kendi elemanlarıdır. Yakından bakıldığında görülmektedir ki bunların az bir kısmı objektif, büyük bir kısmı sübjektiftir. Bir kısmı ilçe müftüsü olamadığı için, bir bölümü çok hakettiği halde il müftülüğüne atanamadığı için, bir gurubu da başarılı bir şube müdürü olduğu halde dış ülkelere müşavir olarak tayin edilmediği için, takdirname almış bir daire başkanı olduğu halde bir türlü genel müdür olamadığı için o günkü Başkan’a, yardımcılarına veya başkana yakın olan çevreye açık veya kapalı tenkitler yöneltmektedir. O andamüftümüz veya daire başkanımız şu hususu unutmaktadır: O bulunduğu makam için de zamanında birkaç aday vardı ama o tercih edilmişti. Daha da önemlisi kendinden önce de o makamda birisi vardı. O alınarak kendisi atanmıştı.

Havsalamın almadığı –yaşıma veriniz lütfen-hususlardan biri de bu teşkilatta yirmiden fazla (doğru mu?) sendikanın bulunmasıdır. Bence emniyet güçleri, silahlı kuvvetler dahil bütün kurumlarda sendika olabilir, Diyanet’te olamaz. Çünkü orada çalışanların tek ideali vardır, olmalıdır: Allah ve Resulullah aşkını insanların gönlüne mahabbetle ve bir maddi karşılık beklemeden aktarmak.

İslâm ahlakının gereği olarak hizmet yıllarını, bu tip dedikodulara kulak asmadan, makam arabasının cazibesine kapılmadan “hubb-i câh” tuzağına düşmeden, şahsiyetini koruyarak, sessiz, sadasız, bir ipek böceği gibi gösterişsiz ve nümayişsiz ama aşk ve ihlasla tamamlayarak “izzet u ikbâl ile” emekli olanlar var ya, işte onlar ellerinin öpülmesini hakkediyorlar.

 

2.Gelelim otokritik/özeleştiri maddesine. Bu maddeyi yazmak benim için daha kolay. Çünkü kendimden bahsedeceğim. Bu gurupta yer alanlar, sözüm ona ilmi temsil ettiği için İlâhiyat Fakültelerinde zar-zor bir titr elde ettikten sonra aklına geldiği gibi fetva verenler ve uzun menzilli atıp tutanlardır. İlahiyat Fakültelerinde, küçük bir caminin imamı olacak veya taşrada bir ortaokulda öğretmenlik yapabilecek bir kabiliyeti olan bazı meslektaşlar, nasıl oluyorsa akademik hayata intisap edebilmekte, daha sonra titrlerin arkasına saklanarak dünyaya nizâmât vermeye kalkışmaktadırlar. İlim adı altında egoizmin tepe noktalarında –ilim alemine sunacakları emek mahsülü kalıcı kitapların yerine-hezeyanlara imza atmaktadırlar. Prof. titrini aldıktan sonra ders ücretlerini hesaplamak ve dedikodudan başka kayda değer hiçbir şey üretmeyenler de bunların arasından çıkmaktadır.

Özetle söylemek gerekirse bazı Diyanet mensuplarını bürokratik numaralar, benim gibi bazı İlâhiyat elemanlarını da akademik numaralar tehdit etmektedir. Yüzbinlerce mensubu olan bu iki kurumun temsilcileri başbaşa verip ülkemizdeki dinî hayatın niçin olması gereken noktada olmadığını-kınayanın kınamasından korkmadan, kendinizi temize çıkarmayınız-ilâhî uyarılarına uygun olarak oturup konuşmaları gerekir.

(Ulemanın zaaflarını yazıp çizmek geleneğimizde vardır. İlim erbabını tenkit konusu gündeme gelince 1200 yılında Bağdat’ta vefat eden İbnü’l-Cevzî’yive onun Telbis u İblis isimli eserinihatırlarım)

 

3.Münekkit ve eleştirmenlerin bir kısmı da yaşama tarzı itibariyle dinle, diyanetle ilgili olmadığı , hatta Diyanet kelimesini dahi doğru talaffuz edemediği halde dinî değerlere karşı beslediği derin bir kin sebebiyle doğrudan dine hakaret etmenin getireceği sıkıntıyı göze alamadığı için dinin temsilcisi olan kişi ve kurumlara saldırarak tatmin olmanın yollarını arayanlardır. Gırtlaklarını yırtarcasına “kahrolsun şeriat” diye haykırmak isteyip haykıramayanlar, Kur’an’ı meydanlarda yakmak isteyip yakamayanlar bu kulvarın daimî ve bağımlı üyeleridir. Hınçlarını din yerine –resmen yasak olduğu için- tarikata ve mensuplarına hakaret ederek seslendirmektedirler.

Bütün bu aşırılıklarına, samimiyetsizliklerine, cahilliklerine rağmen burada soğukkanlı bir şekilde sorulması ve cevaplandırılması gereken en mühim soru şudur:Bu insanları sözkonusu uç noktaya sürükleyen sebepler nelerdir? Burada Allah’ın dinini insanlara anlatmakla ve sevdirmekle görevli olan Diyânet ve İlâhiyat camiasının kusur ve sorumluluğu ne kadardır?

 

 

 

 

Bu yazı toplam 19 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim