• İstanbul 19 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 22 °C
  • Konya 18 °C
  • Sakarya 16 °C
  • Şanlıurfa 22 °C
  • Trabzon 17 °C
  • Gaziantep 18 °C
  • Bolu 11 °C
  • Bursa 15 °C

Büyük Özgürlük Hikâyesi

M. Ali ABAKAY

Ruhumun en ayrıntılarında beni raksa kaldıran düşünceleri, elimin tersiyle bir yana iterken, yalnızlığın oldukça zor olduğunu saklayamam, saklamak mümkün değildir, artık. Hayatın eğitimsizlikle bulaşan yüzünü, deşifre etmenin bana ne denli acılar yaşattığını dile getiremem, bu satırlarda.

Ruh halimi sorgulamaktan aciz olan benliğimde, el ele tutuşan dertlerimin kalkıp halaya durması karşısında hafakanlar yaşayan biri olarak, ne diyebilirim ki gecenin ilerleyen bu deminde? Soğuktan yana şikâyetim olmasaydı, ısıtır mıydım ellerimi etrafıma aydınlık veren mumun ışığında? Sırtıma aldığım yorganın benim derdime eşlik etmekten yorgun olduğunu bilmez miyim?  Yaşantımı zehreden senelere bakıp, geriye dönerken hatalarımla sevaplarımla giriştiğim muhasebede karşılaştığım zorlukları ifade edemiyorum.

Nefsime dair sitemlerde bulunmuştum, daha önce. Ben, yerküre üzerinde kayda bile değer görülmeyen varlığımla içimden geleni döktüğüm beyaz kâğıtlara ne kadar acımışım, tükettiğim kalemlerin mürekkebine ne denli hayıflanmışım!… Gel gör ki ne kadar mütevazı olsan bile sıkıntılar, dertlenmek için davetiye çıkarmaktadır, insana.

Yeryüzünde nerede kan akmışsa nerede can elde gitmişse ve nerede gözyaşı dökülmüşse, mağdur ve mazlum halde olanların acısını, kederini yüreğimde duyan ben, buna sebep olanların haksızlıklarının örtbas edilmesine yönelik her hareketi sadece yüreğimde duyduğum buğz ile lanetledim, Şimdi de elverdiği ölçüde kalemle dile getirmeye çalışmaktayım, Ey Nefsim!..

Hatalarını başkasının doğrularıyla değiştirenler, yeryüzünü cehenneme çevirirken, hayat hakkı tanımadıklarına vahşetin her türlüsünü reva görürken, kendilerini insandan, kendilerinden başkasını da şeytandan sayma yoluna giderek, ellerindeki kitle iletişim araçlarına her taklayı atlatmada mahir medya uzantılarıyla, hakka ve hukuka riayet ettiklerini iddia ederek, uzak diyarlardaki var oluşlarını o ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarına el koymak için değil, o bölge insanlarına kendi yönetim anlayışlarını benimsetme yolunda cansiperane çalıştıklarını söyleyip, pirincin taşını ayıklarken dişlerinin kırılacağını, kendilerine dilen bedduaların yerde kalmayacağını bilmekten uzak halde dünyada hiç ölmeyeceklerini, saltanatlarının bakî kalacağını mı zanneder dururlar?

Ey Nefsim, kendime dair bir şeyler istemekten uzağım, ömrümün kıyılara vurmaya çalıştığı bu zaman diliminde. Ben, hayatını çoktan yaşamış, yaşayacağını kısa zamanın kârı bilen biri olarak, dayanılmaz acılarla yüklü dünya hayatında artık insanlığın yüzüne bir tebessümün gelmesini arzuluyorum. Ben, insanlığın içine düşürüldüğü gayya kuyusundan çıkarılırken birçok sıkıntının yaşanmasının abartılmasından yana değilim.

Nefis muhasebesini yapmaktan uzak olan idrake giydirilen deli gömleklerini çıkartarak, geleceğe güvenle bakma adına, ferde düşen mükellefiyetin şuurunda üzerimize düşen görev ne ise yerine getirilmesi gerektiğini açıklamak isterdim, zamanın bu dehşet-engiz deminde. Bilmekteyim ki müsbet manada düşünmenin insanı zora koymak için davetiye olarak algılandığını ve bilmekteyiz ki kendi uydurttukları Kırmızı Şapkalı Kız Masalları ile kimilerini hizaya getirdiklerini.     

Nefsim, kendi sinema eserlerinde silahlarını konuşturanlar, önceleri öldürdükleri insanları yol ortasında, sokakta bırakırlardı. Biz onların Kızılderililere karşı giriştikleri kutsal savaşlarında en iyi Kızılderilinin ölü olanının olduğunu kavradık. Onlara ateş suyunu hediye edenlerin, altlarındaki atları da rehin aldıklarını biliyoruz. Sonrasında bilinene olan gidişatta insanlıktan nasibini almamış olanların üşümeme adına verdikleri battaniyelerin bile virüslerle harmanlandığını öğrendik. Halen Geronimo’yu özleyen benlik, Kunt Kinte’ye özenen tavır belki de bundan kaynaklanmaktadır. Tüttürülen barış çubuklarının ertesinde daha çok kelle kazanımını sağlayanlar, mertlikten nasibini almamışlardır ki altına hücum manevralarıyla çapulculuğun enva’ı çeşidini torunlarına miras bırakarak, terk-i dünya ederken hangi Kızılderili bedduasıyla haşr olacaklarını artık öğrenmişlerdir.

Çürüdü o baltaların sapları çoktan, toprak altında ve paslandı baltalar birer birer. Şimdi hanûmansız bir serserî gibi öz diyarında dolaşanların dilinde olan şarkıları anlayabilmek mümkün değildir. Bazen kendine gelir gibi olanların sonrasında uğradıkları beyin dumuru, Kızılderililere yapılanın sadece renk değiştirdiğine delalet etmektedir.

Ey Nefsim, ben ki kendi halinde olan biri olarak, karşılaştığım zorluklar neticesinde kimi zaman, içime kapandık, sen buna tanıklık etmektesin zaten. Demde olanın ve bitenin Şahidi’nin geç de olsa tanınması gerektiğini belirtiyorum, sesimin gittiği, yazımın okunduğu her yere.

Belki içimden geçeni bir daha bu kadar açık yüreklilikle sana ifade ettiğim düşüncelerimi, karşılaşacağım zorluklar sebebiyle tekrarlamaya bilirim. Ol zaman, etrafımda kimseler olamayabilir. Belki “Hak etmişti, zaten” diyen dostların olduğunu görürüm, mazîdeki olan-biten gibi.

Kimselere görünmeden hal hatır sormak isteyen gönül dostları çıkacak, arada bir. Belki de selamlarını gönderecekler, bulunduğumuz dört duvar arasına. Belki de görüşmecim yeşil soğan gönderir, şairce lisanla. Ol zaman ben başım dik ve alnım açık ayakta dururken kimisi silinecek yeryüzünde altı-üste getirilen kavimler misali.

İnna Lillahî ve İleyhi Racîu’n..

Ve kalkıyorum uzun bir uykudan, üzerimde toz toprak... Şükrediyorum, yaşadığıma. Çünkü daha yapılacak olan işim var. Su arkının yönü değişecek. Nedense öğle arası yemek gelmedi. Mutlaka kovboy  şapkalı ve şapkasında iki tüy bulunan Arizonalı Petrol Zengini ağzını açıp gözünü kapayacak:

-Benim neyim eksik fıstıkçıdan, saksafoncudan, sinema oyuncusundan?

Kibirle yürüyecek, petrol kuyularının yanıbaşından. Kendisini geleceğin liderlerinden biri olarak şimdiden görüyor. Şeytan diyor, kalk yerinden, petrolun karalığına bulaşmış küreği geçir kafasına ve terk-i diyar et. Geçmişteki Oturan Boğa'nın, Gök Gürültüsü'nün, Kaz Tüyü'nün ve birçok reis ile halklarının beddualarının asgari olanını yerine getirme mutluluğunu duy. Lakin kaçacak yer yok ki dağ başında...

......
Küçük çocuk, kalemini bırakınca defterinin arasına yazdığı hayalinin öyküleştiğinin sevinciyle doluydu. Çok önemli bir iş yapmış olmanın hazzıyla doluydu.

Babası, odasına girdiğinde yemeğe neden geç kaldığını sordu:

-Yine mi öykü yazar durursun?
Çocuk, övünçle cevapladı, babasını:
-Bu yazdığım Kızılderililere adanan bir öyküdür. Baba, büyük ödülü mutlaka ben alacağım.
Baba, dudak büktü, çocuğunun bu iddialı çıkışına:
-Be oğlum, bu yarışmayı düzenleyenler, zaten Kızılderilileri sevmeyenlerdir. Sen kalkıp özgürlük anıtını anlatacağına Kızılderililerle kafayı bozar durursun. Sen önce Özgürlük anıtını anlat. Sonra İnsan Hakları'nın milletlerarası kabulünün ulvîliğini savun.

Çocuk, sadece birşey söyledi, aldığı açıklama sonrası:
-Baba yoksa sen de o juride misin?...

24.12.2010

Bu yazı toplam 1212 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim