• İstanbul 14 °C
  • Ankara 16 °C

Cemil Meriç, Berke Vardar ve Uydurukça

Cemil Meriç, Berke Vardar ve Uydurukça
Meriç'le yeni tanıştığım yıllardı, dilimde güftesi M. Akif'e âit şarkı:

"Ezelden aşinânım ben, ezelden hem zebânımsın

Beraber ahde bağlandık ne olsa yar-i cânımsın

Ne olsam zerrenim kalbimde çarpar hâlâ esrârın

Gel ey cânan gel ey cân kalmasın ferdaya dîdârın"

Gerçekten de üstatla hem zebandık/aynı dili konuşuyorduk hem de ezelden...

Bu arada yüksek lisans tez konum gereği dilbilimle ilgileniyor, konuyla ilgili temel eserleri okumaya çalışıyordum.

Kuşkusuz dilbilim denilince akla gelen ilk isim, kurucusu Ferdinand de Saussure'dür. Saussure’ün eserini Berke Vardar’ın çevirisinden okuyordum. İlk sayfa bittiğinde şarkıda geçen "Gel ey cânan gel ey cân kalmasın ferdaya dîdârın" sözlerini yeniden mırıldandım ve içimden "keşke bu Berke Vardar denen adam üstadı tanısaydı da onun dil zevkinden biraz nasiplenseydi..." diye geçirdim. Yaptığı tercüme, kullandığı dilden dolayı anlaşılmaz ve can sıkıcıydı... Uydurukçanın hâkim olduğu yazılarda ifade felç olduğu için, aktarılmak istenilen düşünce kaybolur; anlatıma belirsizlik hâkim olur. Çünkü ifadenin taşıyıcı kolonları yerlerini dile ait olmayan unsurlara yani sahte anlam taşıyıcılarına bırakmıştır. Belagatte kuraldır; bir anlatımın kabul edilebilir olması için anlatımda yer alan her unsurun yerinde ve doğru kullanılması gerekir. İfadede vuzuh hâkim olmalı, anlamı gölgeleyebilecek yabancı hiçbir unsur bulunmamalıdır. Uydurukça kelimeler ise dile ideolojik amaçlarla sokulmuş, dilin bünyesine ait olmayan sahte anlam taşıyıcılarıdır ve vuzuhun önündeki en büyük engeldir.

Sonra bir gün üstadın bir eserinde bu isme rastladım. Meğer benim hakkında "keşke üstadı tanısaydı!" şeklinde temenni ettiğim bu bilim adamı/filolog üstadın en nadide öğrencisi değil miymiş! Dilime eskilerin hayret anlarında söyledikleri; Allah'ın şaşılacak nice işleri vardır, mealindeki "ve lillahi fi halkıhi şuûn" cümlesi geldi. Bu şaşkınlık beni Meriç'in Berke'den bahsettiği her satırı daha kesif bir dikkatle okumaya sevk etti. Öyle ya hayatını Türk Diline adayan bir fikir işçisinin en gözde talebesi nasıl olur da uydurukça şövalyesi olurdu? Bu tespitlerimi kronolojik bir akış içerisinde paylaşmak istedim. Bu kronoloji aslında uydurukçanın akademik dile neden bu kadar çok hâkim olduğunun da bir cevabıdır.

Meriç, yarının insanına batı düşüncesini, daha doğrusu düşünceyi tanıtmak ve tattırmak için çırpınan “bir çift yürektir.” Yüreklerden birisi doğunun hikmetine, diğeri ise batının sınır tanımaz düşünce dünyasına bağlıdır. Meriç çırpınır ve aradığı karşılığı bulamamak onu yaralar... Filozof-şair Mearri'nin şu beyitleri onun içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyeyi çok güzel anlatmaktadır:

“Kendi feryâdımdır ancak ses veren feryâdıma...
Kimseler yok, âşinâdan büsbütün hâlî diyâr.
‘Nerde yârânım ?’ diyorken ben bülend âvâz ile,
‘Nerde yârânım?’ diyor vâdî, beyâbân, kûhsâr”
(Akif’in çevirisiyle)

“1947 Haziran. Yedi aydır Hukuk Fakültesi'nde Fransızca okutuyorum. Talebe perişan. Dilini unutan bir nesil, yabancı dili nasıl sevsin? İçimde misyonerlerin her aksiliğe meydan okuyan imanı...” (Babam Cemil Meriç, 53.) Bu duyarsızlık karşısında Meriç Hoca kendisini kızılderililer arasında bir rahip gibi hisseder...

Yıl 1952. Cemil Meriç Işık Lisesinde Fransızca öğretmenliği yapmaktadır. Okula ilk gittiği gün, okul müdürü tarafından bir öğrenciye ilişmemesi konusunda uyarılır: “On ikinci sınıfımız çok iyidir. Ancak o sınıfta haylaz bir öğrenci var, ona pek ilişmeyin. Adı Berke'dir.” (age., 53.) “Cemil Meriç derse girer girmez, Berke Vardar'ı derse kaldırır. Haylaz Augustinus'un kaderi birazdan değişecek ve Aziz Augustinus olacaktır. Berke, önce şaşırır, itiraz etmek ister... Bunun bir talih, bir kader olduğunu o da fark etmiş olmalı ki tahtaya kalkar. Hocasına ilk okumasını yapar.” Berke Tophane'de barbut oynayan, Ümit Meriç'in deyimiyle, “bin bir naz ve niyazla yetişmiş şımarık ama zeki bir öğrencidir.” (age., 54.)

Berke liseyi bitirmiş ve hocasının da onayıyla Fransız filolojisine girmiştir. Ama onun gerçek üniversitesi Meriç'tir. Her gün düzenli olarak hocasının yanına gelir, saatlerce okur, kendisine çalışmalarında yardımcı olur. Berke bitmek tükenmek bilmeyen bir çalışma azmine ve enerjiye sahiptir. Meriç gibi zor beğenen bir hocanın takdir ve beğenisini kazanacak kadar dikkatli ve çalışkandır. Müthiş bir enerjidir. (Açıkgöz, Cemil Meriç,145.)

Hocası şu cümlelerle anlatır Berke’yi: “Turnayı gözünden vuran bir dikkat. Hırsızın dikkati. Yıllarca kumar masalarında bilenen bir dikkat bu. İstenilen konuya çengel gibi takılan bir dikkat. Belki sezişin tanrısallığı yok bu dikkatte. Belki burgu gibi ciğerine işlemiyor meselenin. Ama terbiyeli, kucaklayıcı, pençe gibi bir dikkat. Avını uzaktan gören kartalın dikkati. ‘Instinct’ değil, ama adeta uzvî. Sonra bir Gargantua gücü. Bir vücutta bir düzine insan. Ne yapar bu insanlar? Cemiyetin kamçısı ile karşılaşan, nasırlaşan, kemikleşen bir ‘surmoi’. Bazen bir kont, bazen bir seyis karşısındasınız. O bir düzine insan içinde, en pespaye topal şeytandan müçtehide kadar renk renk, boyboy vatandaş. Kaptan değişiyor zaman zaman. Önce farkına varamıyorsunuz. On iki kişi on iki resmin çeşitli kopyeleri. Ama yalnız kalıplar aynı.” (Jurnal-1, 292.)

Meriç’le Berke Vardar önce iki dost sonra hoca ve öğrencidirler. Çünkü Meriç'in hocalık anlayışı bunu gerektiriyordu... Ona göre hocayla talebe arasındaki bağ, akrabalık bağından daha ileri düzeydedir. Bu hayatın bütün tezahürlerini kucaklar ve karşılıklı çok yoğun bir sorumluluk getirirdi. (Babam Cemil Meriç,54.) Vardar, yalnızca hocasının sekreterliğini yapmakla kalmamış, icap ettiğinde sırtında hocasına sahaftan çuval çuval kitap, kimi zamanda bahçeden odun taşımıştır. Berke'deki bu dervişâne değişiklik, babasına Meriç'in elini öptürecek kadar büyük bir başarıdır. Evet, Meriç haşarı bir liseliyi bir ilim aşığı haline getirmiştir...

Asistanlık imtihanlarında, mülâkâtta fakülte hocaları Berke'nin Fransızca bilgisinden kendilerine gizli bir pay çıkartmak için sorarlar: “Sen bizden mezundun değil mi?” Cevap biraz haşarı, ama çok zekicedir: “Evet, sizden mezunum ama Fransızcayı Cemil Meriç'ten öğrendim!”

Gerçekten de Vardar, Ünlü Dilbilimci Ferdinand de Saussure'nin öğrencileri tarafından ders notu olarak tutulup, daha sonra aynı derecede yetkin isimler olan Charles Bally (1865-1947) ve Albert Sechehaye (1870-1946) tarafından kitap haline getirilmiş olan, Cours de Linguistique Generale adlı eseri "Genel Dilbilim Dersleri" ismiyle (1976) Türkçe’ye kazandırmakla kalmamış, eserde tespit ettiği, eserin yanlış yorumlanmasına sebebiyet verebilecek türden bazı hataları da düzeltmiştir. Bu düzeltmeleri R. Godel tarafından "Cahiers Ferdinand de Saussure" dergisinde yayımlatılmıştır. Bu bilimde, bu ülkedeki bilim kurumlarının özlemini çektiği bir düzeydir.

Bu arada Vardar'ın mesleki kariyer ve başarılarına bir nebze dikkat çekmekte fayda görüyoruz. Vardar dilbilim, göstergebilim, edebiyatbilim, çeviribilim, eleştiri ve Atatürkçülük üzerine birçok özgün araştırmanın yanısıra, çevirileriyle Türkçeye pek çok eser kazandırdı. Fransız Hükümeti tarafından, başarılı çalışmalarından dolayı "Palmes Academiques" nişanının "chevalier" (1978) ve "officier" payelerine (1988); "Ordre National de Merite" nişanının "chevalier" payelerine layık görülmüştür (1985).

Meriç'e göre ise Berke Üniversitede heycanını kaybetmiş. Yaratıcılığını kaybetmiş ve robotlaşmıştır. (Jurnal1,21.11.1963) Kısaca o neşe kalmamıştır peymânelerde... Bir ara Meillet'ninden “Dillerin Yapısı ve Gelişimi” adlı eserini beraber çevirmeye başlarlar. Ne hazindir ki en gözde talebesi de kendisini uydurukçacılara kaptırmış, kale içten ele geçirilmiştir. Hocayla talebe arasında bir düello başlamıştır. Sonunda herkes çevirdiği makaleyi imzalar (Babam Cemil Meriç,106.). Bu arada ikili ilişkilerin geldiği nokta; siyasi konuları konuşmama kararı şeklinde özetlenebilir.

Meriç, 30.01.1964 tarihli günlüğünde şu satırlara yer verir: “Uydurmacılık bir alay mektep kaçağının inhisarında. Berke gibi dil vâkıasını yıllardır inceleyen bir kabiliyetin kendini etraftakilere kaptırması hazin. Zaman zaman gözlerini açıyor. Güçlük, bir otoritenin olmayışında. Kimin ehliyetsizliğini nasıl ispat edeceksin? Herkes karışıyor dile. Yani düşman isimsiz.”

Berke Vardar'ın bu tavrı, bilimsel gerçeklerden kaynaklanan bir kaygıdan çok, kişisel hesaplara dayanmaktadır. Sene 1977. Bir defasında hocasının, “nedir bu uydurukça kepazeliği?” sorusuna karşılık, açıkça şunları söyler: “Haklısın hoca, benim yükselmem lazım. Senin gibi, hayatta muvaffak olamamış bir adam olmak istemiyorum.” Vardar hocayı en ince yerinden, yıllarca dillendirdiği kendi önermesinden hareketle vurmuştur: O bir mağluptur. Meriç buruk ama metanet içinde öğrencisine hak verir: “Çocuk haklı. Ben hayatta muvaffak olamadım.” (Açıkgöz,216.)

Gerçekten de Berke Vardar çok geçmeden, Fransız Hükümeti tarafından bir takım nişan ve payelere layık görülür (1978). Çok da uzun denemeyecek bir sürenin ardından, İÜ. Atatürk İlkeleri ve İnklap Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü (1989) ve Türk Dil Kurumu yönetim kurulu üyeliğine getirilir. Hoca ise münzevi köşesinde kendi kendisine, “Kime yazıyorsun bu mektubu? Elinde hiçbir adres yok!” demektedir...

Meriç, Attila İlhan, Erol Güngör ve Berke Vardar arasında yaptığı bir mukayesede Berke için şunları söyler: “Berke Attila'dan çok daha korkak, çok daha pısırık. Daima sahillerde yüzen, ihtiyatlı bir sporcu. Ömür boyu uslu ve en spontane hareketlerinde bile hesaplı. (...) Berke'ye daha çok yaklaşmam mümkün değil. Her zaman ve her konuda haklı olmak, daha doğrusu haklı çıkmak sevdasında. Erol'la diyalog kurulabilir. Berke’yle hiçbir diyalog düşünülemez.” (Jurnal 2, 17.05.1981)

Vefatının ikinci yıl dönümünde Çemberlitaş Basın Müzesinde yapılan anma toplantısında, yaptığı konuşmayı şu cümlelerle noktalar Vardar: “Ne mutlu Cemil Meriç’le birlikte çalışmış olanlara…”  Ne mutlu Cemil Meriç’i anlamış olanlara…

Celalettin DİVLEKCİ

Bu haber toplam 1127 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim