• İstanbul 20 °C
  • Ankara 24 °C

Covid-19 ile İlişkisi Bağlamında Spinoza Felsefesinde Güven Kavramı

Musa Kazım ARICAN

Korona virüs sürecinin nasıl devam edeceğini çok kestirememekteyiz. Bununla beraber bu güncel konularla Spinoza ve Farabi felsefesi arasındaki irtibatı da kurmak gerekmektedir.

Öyle ki bugün, tüm insanlık çok ciddi bir kriz yaşamaktadır. Bir pandemi küresel bir salgın söz konusudur. Aslında bunun da bize öğrettiği bazı şeyler olduğu gibi bu sorunlar özelinde, bu sorunlar bağlamında filozofları da okumak gerekecektir.

Spinoza’nın Teo-Politik okumalarda zaman zaman dile getirdiği gibi, Tractatus Politicus’ta (Politik İnceleme’de) geçen “Güven en önemli erdemdir” sözü ile çok önemli bir şey söylemektedir. Bu pandemide gerçekten tüm insanlığın küresel olarak ihtiyaç duyduğu şey güvendir. Bunu artık, Spinoza gibi bir erdem olarak tanımlamamız gerekmektedir. 17.yy.’da Spinoza hiçbir etik kitabında, hiçbir felsefe kitabında geçmeyen hatta Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik adlı eserinde bile geçmeyen bir kavramdan bahsetmiştir: Güven. Güvenin, erdem olmasından söz etmiştir. Bugün, evet güvenliğin sadece fiziki bir güvenlik, askeri bir güvenlik, polisiye bir güvenlikten öte sağlığımız açısından da önemi vardır. Dokunduğumuz nesneler, temasta bulunduğumuz insanlar, bulunduğumuz ortamlar, işte dezenfekte etmek, eli yıkamak, yediğimiz içtiğimiz şeylere dikkat etmek gibi tüm bunların sağlık güvenliği olduğunu ve bunu felsefi bir nosyonla söylersek ontik bir güven, ontolojik bir güven olduğunu söyleyebiliriz. Elbette, felsefedeki o temel problem alanlarını, yani felsefenin klasik sorunlarını yine konuşacak ve tartışacağız. Fakat Ontoloji, Epistemoloji, Aksiyoloji ve Ahlâkı, bugünkü sorunlar bağlamında konuşacağız. Ontolojik güvenlik olarak önce kendi varlığımızın güvenliği olarak güvenin bir erdem olduğunu, bugün Spinoza üzerinden temas edip dokunduğumuz noktalarla yeniden yazmak gerekmektedir.

Bugün sadece sağlık değil, artık kiminle temas ettiğimiz, kimden ne aldığımız, ne yediğimiz, ne içtiğimize varana kadar her şey önem taşımaktadır. Öyle ki Covid-19 sebebiyle herkesin evine kapandığı bu günlerde herkes dijital mecrada dünyayla iletişim kurmaya çalışarak dünyada olup bitenleri anlamaya çalışmaktadır. Bununla beraber,  yanlış haberler de mevcuttur.

  “Fomo” (Fear of Missing Out), yani bir şeyi kaçırma korkusu anlamına gelen önemli bir kavram da bu dönemde önem kazanmıştır.  İnsanlarda, “Acaba bir şeyi kaçırdım mı?” korkusu, uyanır uyanmaz hemen mesajlara, sosyal medya hesaplarına bakmak şeklinde davranışlarla kendini göstermektedir.  Bu durum, bir hastalık tarzı olan sosyal bir anksiyetiye dönüşebilmektedir. Elbette, bu durumun psikolojik tarafları ve felsefi analizleri söz konusudur. Yine Spinoza üzerinden bahsedersek güven erdemine değinebiliriz. Bu noktada, bilgi güvenliği, Epistemolojik güvenlik, Ontolojik güvenlik gibi felsefenin klasik sorunlarını bugünün sorunlarıyla irtibatlı bir yorumlama yapmamız gerektiğini düşünmekteyim. Spinoza’yı düz bir şekilde okumak değil; bugünü ve bugünün sorunlarını felsefi olarak Spinoza üzerinden nasıl anlayabileceğimiz önem kazanmaktadır.

 Spinoza, özellikle, Tractatus’ta da ve benim de çevirdiğim Teolojik-Politik İnceleme’de çok önemli şeylerden bahsetmektedir. Spinoza, bu metinlerde eleştirel bakışı sunmaktadır. Başka bir deyişle, hermeneutik yapmakta, yani bir metni eleştirel olarak sunmaktadır. En başta Tevrat metinlerinin ne kadar otantik, ne kadar aslına uygun olduğunu ve aynı zamanda Tanrı’nın sıfatları bağlamında burada geçen kavramların, düşüncelerin ne kadar uygun olup olmadığını tartışmaktadır. Bir anlamda Tractatus bize uygulamalı bir şekilde eleştirel bakmayı, eleştirel yaklaşmayı uygulamalı olarak öğretmektedir.  Bu bakışın, Tevrat ve İncil gibi dini bir metin üzerinden de yapabileceğini göstermektedir. Elbette burada vurgulamak gerekir ki Spinoza Tevrat’ı, İncil’i, Hristiyanlığı ya da Yahudiliği reddetmek üzerine bir çaba sarf etmemektedir. Yalnızca, bunların ne kadarının sahih, ne kadarının sahih olmadığını, otantik olup olmadıkları bağlamında eleştirel bir okuma yapmaktadır.

Yine onun politik incelemesini dikkate aldığımızda güvenliğin en değerli erdem olduğunu söylemiştir. Bu noktada, bizim sağlığımızı korumamız için güven açısından evde kalmamız gerekmektedir. Örneğin, bu ontik bir güvenliktir.  Yani, ontolojik güvenlik açısından evde kalmaktır. İnsanların varlığını koruma adına bu durumun felsefi bir tarafı da söz konusudur. Burada bir parantez açılırsa, bugün yaşadığımız güncel sorunlara dair biz felsefeciler kendi kavramlarımızla bir yaklaşım sergileyememekteyiz. Birçok olaya ideolojik, siyasi, politik açıdan bakmaktayız. Önemli bir küresel kriz olan pandemide insanların kendini koruyabilmesinin en önemli yeri evidir. Çünkü insanın daha hijyenik olup kendisini daha çok koruyabileceği bir yerdir.  Burada asıl amaç nedir? Bu işin felsefesi nedir? Aslında pandeminin felsefesinde ne vardır? Bu sorular önem kazanmaktadır. Kendini izole etme olarak adlandırılan, yani kişilerin kendini korumasını daha Türkçe kelimelerle dillendirmemiz gerekmektedir. Tecrit etmek, soyutlamak kendimizi işte karantinaya almak olarak adlandırabiliriz.

 Bununla birlikte, ontik varlığımızı koruduğumuz yani ontolojik güvenliğimizi sağladığımızda hemcinsimizin de başka insanların da sağlığını korumuş olmaktayız. Yani öznenin güvenliği, diğer öznenin güvenliği haline gelmiş olmaktadır. Bu noktada Spinoza’nın güven erdemi çok önemli felsefi tahlillere tâbî tutulabilmektedir. Akabinde, Epistemik güvenlik ise; neye dikkat edeceğimiz, hijyen kavramı, temizleyeceğimiz maddelerin neler olduğu konusudur. Elbette, bununla beraber bağışıklık sistemimizi güçlendirilmek için Ontolojiyi, ontik güvenliği sağlayacak destekler söz konusudur. Ardından, bilişsel olarak, şuur olarak, entelektüel olarak bizim bu pandemiyle mücadelede, daha suhuletli ve sükûnetli olmamız önem taşımakta ve panik oluşturmamak da gerekmektedir. Bunun yolu ise, bilgi güvenliğidir. Güvenli bilgiye sahip olmak için bu konuda uzmanları dinleyerek aklın ve bilimin ışığında gidilmelidir. Yine bu noktada Spinoza Etika’da, bugün ihtiyaç duyduğumuz şey olan aklın ışığı ve aklın kılavuzluğundan bahsetmektedir. Öyle ki uzmanların ve yetkililerin uyarılarına uymayan insanlarımız da mevcuttur. Burada rasyonel ifadelerle bu virüsün, şimdiye kadar görülmüş hiçbir salgına benzemediği ısrarla söylenerek yayılma hızından söz edilmektedir.

 Epistemik güvenlik kavramına geldiğimizde bu sorun, nelere göre hareket etmemiz ya da nerelerden sağlıklı bilgiler yani doğru bilgiler almamız gerektiğini ifade etmektedir. Bu noktada, gerçek olmayan hesaplardan ya da çok iyi niyetli olmayan politik ya da ideolojik kaygılarla insanlar sürekli dezenformasyon yapmaktadır. Böylece, güvenli olmayan bilgiyle insanlar bu kez paniğe düşmektedir.  Dolayısıyla Epistemolojik güvenlik bugün için çok önemli bir konudur. Öte yandan, olay çok ciddi boyuttadır. Bugün İtalya’da, İspanya’da, Amerika’da ölüm hızları artmaktadır. Elbette, bu çok üzücü bir durumdur. Bizim oradaki insanların durumuna üzülecek hatta yapabileceğimiz bir şey varsa bunu bile konuşmamız gerekmektedir. Çünkü ölen, insan varlığıdır. Dolayısıyla burada bir panik oluşturmadan güvenli bir bilgi kendini göstermelidir. Spinoza Tractatus’taki eleştirel bakış ve eleştirel yaklaşım ile; ‘acaba bu bilgi doğru mu?’, ‘acaba bu bilgi ne kadar sağlıklı?’ bakışıyla hareket etmektedir. Kısacası güven kavramı ile hareket etmektedir. Güven erdemini yani erdemler arasındaki Spinoza’nın söylediği bu en önemli erdemlerden olan güvenin belki de en büyük yöntemsel amacı, güven içerisinde yani güvende olduğumun işaretidir ve bu hususta da en büyük kriterimiz ise ölçütümüzün ne olduğudur. Spinoza’nın burada vurguladığı asıl nokta eleştirel/felsefi bakıştır. Felsefi bakış ile ifade ettiğimiz hususlar, rasyonel olmak, objektif olmak, tutarlı olmak, şümullü olmaktır. Bir bilgi, eğer bunları ihtiva ediyorsa o zaman bu bilgiye güvenebileceğimizi göstermektedir. Elbette, eleştirel bakmak konusunda ayırt edilmesi gereken noktalar vardır. Öyle ki insanlar, zaman zaman dijital ortamlara girdiğinde doğru ve sağlıklı yönlendirmeler de yapmalıdır. Bu durum, sosyal sorumluluğu da ifade etmektedir. Bir yetkilinin, uzmanın söylediği bir şeyi gelişigüzel eleştirmek, onunla dalga geçmek ya da onu itibarsızlaştırmak eleştiri demek değildir. Eğer ortada sizin bildiğiniz, yanlış bir şey varsa onu usulünce sormak hatta ulaşıp bu bilgiyi düzeltecek adımlar atmak önemlidir. Eleştirel olmak demek, gerekli gereksiz, yalan yanlış bilgilendirmede bulunmak demek değildir. Eleştirel olmak, eleştirel bakmak, aklın ışığıyla bakmak demektir. Spinoza’nın kavramlarıyla ifade edilirse Etika’da ve Tractatus’ta en çok üzerinde durduğu şey, aklın ışığı, aklın kılavuzluğu konusudur.

Spinoza, aklın ışığını aynı zamanda, Aşkın, İlahi ve Tanrısal olanın insana da bir lütfu olarak görmektedir. Öyle ki neredeyse bir ilham kadar da kıymetli ve değerli görmektedir. Bu yüzden, Etika’ya Tanrı’yla başlayarak devam etmiş; devam ederken de aslında aklın ışığını bir katı rasyonalizm olarak değil, aklın kılavuzluğunu insanın belki de sezgileriyle, kalbiyle birleştirerek ifade etmiştir. Etika’da bunu çokça zikretmesi dolayısıyla aslında etik, erdemli, vicdana ve sezgiye göre davranması, aslında eleştirel olmanın, rasyonel olmanın, akıl ışığına, aklın kılavuzluğuna göre hareket etmenin böyle bir bütünlüğü vardır. Dolayısıyla, Epistemolojik güvenlik bugün en çok ihtiyacımız olan şeydir. Maalesef sosyal mecralarda,  gerçeği hakikati karartan bilgiler görülmektedir.  Bu hesapların birçoğu da hep -bugünkü dijital ortamın kavramıyla söylersek- sahte hesaplardır. Peki, neden gerçek kişiliğiyle insanlar ortaya çıkmamaktadır.  Spinoza’nın güven erdeminden hareketle şunu söyleyebiliriz ki artık çağ dijital bir döneme evrilmektedir. Artık her şey elektronik ve dijital ortamdadır. Çoğu zaman insanların, açık net kişiliğini ve kimliğini görmediğimiz durumlar söz konusudur. Bugün sanal ortamda, fiziki olarak belki görüşülemese de konuşulmaktadır. Ancak söz konusu problem, insanların neden sosyal hesaplarda, sosyal ve dijital mecralarda gerçek kişilikleriyle ortaya çıkmadıklarıdır. Bu noktada da bir güven erdeminin devreye girmesi gerektiğini düşünmekteyim. Dijital mecranın etik boyutu mutlaka gündemlere taşınmalıdır.  

Bir insanın, gerçek kişiliği ve kimliğiyle sosyal medyaya girmediği zaman, etik bir sorun, başka bir deyişle gayri-ahlaki bir durum içerisinde olduğu söylenebilir. Çünkü bu durumda güven erdemi işletilmemektedir. İnsanlar, kiminle yazıştıkları konusunda güven vermelidir.  Bir paylaşımda bulunulduğu zaman, altına bir sürü hakaret içeren yorumlar yapılabilmektedir. Kişiliğini açmadığı sürece, itibar suikasti yapabilmektedir.

 Bunun yanı sıra, sanal ortamda olmak demek, dijital mecrada olmak demek yüz yüze olduğumuzda, fiziki olarak insanlarla bulunduğumuzda söyleyemeyeceğimiz şeyleri söylemek demek değildir. Dolayısıyla artık dijital mecra en başta güven vermelidir. Bu sebeple, Spinoza, bu mecrada daha iyi tanıtabilir, anlatılabilir ve anlamlandırılabilir. Özellikle Tractatus Politicus’a (Politik İnceleme) daha fazla müracaat edilebilir.

Bu bağlamda yine felsefenin o klasik sorunlarından biri olan ontolojik güvenlik, epistemolojik güvenlik ve bahsettiğimiz konu olan Aksiyolojik güvenlik, yani ahlaki güvenlik sorunudur. Öyle ki fotoğraflarınız alınıp çok uygun olmayan bir yerlerde kullanılabilir. Sözleriniz çarpıtılarak söylemediğiniz sözler, söylenmiş gibi haber yapılabilir. Bu etik olmayan bir tutum yani art niyetli, iyi niyetli olmayan insanların başvurabileceği bir yöntemdir.

            Ahlâk, “hulk” kelimesinden gelmektedir. Seciye, davranış, insanın eylemidir. İnsanın kişiliğine ve şahsiyetine uygun insanca davranabilmesidir.  “Moral” de böyle idi.  Bizim insani değerler, erdemler dediğimiz, vicdanlı merhametli adaletli olmadır.  Aristoteles’in Nikomakhos’a Etiği’nde ve İslâm filozoflarının söylediği bu erdemler gibidir. Bunlar önemli olmakla birlikte, bugün artık sosyal mecrada ne kadar doğru uygulanıp uygulanmadığı konusu önemlidir. Burada Aksiyolojik güvenlik ya da ahlaki güvenlik, etik güvenlik söz konusudur. Başka bir deyişle, artık benim insani değerlerimin de insani onurumun da yani özneler olarak ben sen değil, insan anlamındadır. Her bir öznenin, her bir kişinin, her bir bireyin hukukunu korumak hakkını korumaktır. Kişilerin, hakkına hukukuna tecavüz etmemektir.

Dolayısıyla, Spinoza’nın bugün özellikle sırf güven kavramını, aklın ilkeleri ve kılavuzluğunu, Tractatus’taki Teolojik Politik İnceleme’deki gibi bir metin kritiği yaptığı gibi bizlerin de sosyal medya okuryazarlığının kritiğini yapmamız gerekmektedir. Sosyal medya eleştirisi ya da sosyal medya ve eleştirel düşünce diye bir gündemimiz olmalıdır. Çünkü bu mecra, artık bundan sonraki sürecin vazgeçilmezidir. Dünya, artık böyle dijital bir dünyaya kaçınılmaz olarak girmiştir. Derslerimizi, alışverişlerimizi, telekonferans sistemiyle görüşmelerimizi dijital ortamda yapmaktayız. O nedenle, bu mecra bizim hayatımızın en önemli vazgeçilmezlerinden olmuştur. Bu sebeple, buranın felsefeyle alakası olmadığını, buranın dijital mecra yazılım, teknik teknoloji ya da bilgisayar ve yazılım mühendislerinin alanı olduğunu iddia edemeyiz.  

Felsefi olarak burada daha fazla yöntemler, tutumlar, davranışlar anlamında bireylerin, öznelerin sosyal mecrada nasıl tavır takınması gerektiği sorgulanmalıdır. Dijital mecrada davranma biçimleri hakkında nasıl tutum geliştirileceği; bireyin sosyal mecradaki tutumu hakkında yazılar-eserler yazılmalıdır.

Öte yandan, “endüstri 1-0, endüstri 2-0, endüstri 3-0”, endüstri 4-0” dan söz edilmiştir. Bunlar, buharlı makinaların icadı, sanayi devrimi sonrası teknik teknolojik gelişmeler, Amerika ve Almanya’nın öncülüğünde endüstri 4-0,  yapay zekâların, bulut teknolojilerin oluştuğu bu dijital dünyanın daha hızlı aktığı bir dünya konuşulurken 2018’te Japonlar “Toplum 5-0”dan söz etmiştir. Bu anlamda, artık süper akıllı bir toplumun ne demek olduğu hakkında konuşulmalıdır.  Ancak bu noktada, yine güven çok önemli bir konudur. Bizim bugün birçok bilgilerimiz dijital ortama yüklenebilmektedir. Belki ilerleyen yıllarda, insanlara çip dahi takılacaktır. Telefonlar, bizim nabzımızı ölçmekte ve nerede olduğumuzu yani konumumuzu bildirmektedir. Bu daha da ileri gidecek ve belki bu telefonlar kalkacaktır. İşte Michio Kaku’nun “Geleceğin Fiziği”nde 2100 yılına kadar nelerin olacağı, “Zihnin Geleceği”, “Geleceğin Fiziği” kitaplarında söz ediyor etmektedir. 2030’da, 2040’da, 2050’de, 2100’de olacaklardan bahsederek çok yakın zamanda telefonların kalkacağını artık çiple kiminle görüşüldüğünü insan zihnine görüntü atması suretiyle konuşulacağını iddia etmektedir. Kime e-posta göndermek istiyorsanız, x kişisine, zihninizden mail kutunuza giderek hemen ona e-postanızı gönderebileceğinizi söylemektedir. Bu durum, “Toplum 5-0”ı da anlatan bir şeydir. Fakat “Toplum 5-0”a geldiğimiz yerde artık felsefeye, sosyolojiye, psikolojiye yer yoktur denilemez. Bunun yöntemi ne olacaktır? Burada güven durumu ne olacak? Bu bilgiler, ne kadar güvenli olacak?  Ontik güvenlik, Epistemolojik güvenlik, Ahlâki güvenlik, Aksiyolojik güvenlik yanında tüm bu bilgilerim bana ne kadar güven verecek? gibi sorular karşımızda durmakta ve büyük önem taşımaktadır.

 

Bu yazı toplam 437 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim