Edebiyat ve fikir hayatımız, yalnızca yazılan metinlerden ibaret değildir; onları koruyan, yaşatan, gelecek nesillere taşıyan hafızadır aynı zamanda. Milletlerin ruhunu, medeniyetlerin sürekliliğini sağlayan şey, o milletin hafıza mekânlarıdır: Kitaplar, yazmalar, arşivler, kütüphaneler… Bu sebeple kitap, yalnızca kâğıda yazılmış kelime değil, bir medeniyetin damarlarında akan kan gibidir.
Son günlerde Resmî Gazete’de yayımlanan “Yazma ve Nadir Basma Eserlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik”, kültür dünyamızda büyük yankılar uyandırmış, fikir ve sanat çevrelerinde haklı kaygılara sebep olmuştur. Türkiye Yazarlar Birliği olarak bizler de, yazar üyelerimiz, külliyat sahibi akademisyenlerimiz ve kitap sever dostlarımızın da teklif ve önerilerini içeren bu konudaki düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaşmayı bir sorumluluk olarak görmekteyiz.
Kitaba Sahip Çıkmanın Gerekliliği
Öncelikle şu hususu ifade etmek gerekir: Türkiye Yazma Eserler Kurumu’nun bugüne kadar yapmış olduğu tespit, kataloglama, dijitalleştirme ve yayın faaliyetleri kıymetli ve takdire şayandır. Ülkemizde yazma eserlerin korunması, yurtdışına kaçırılmasının engellenmesi, bu eserlerin ilim dünyasına açılması, ortak bir medeniyet idealidir. Hiçbir yazar, şair, sahaf veya fikir adamı buna itiraz etmeyecektir.
Bugün milletçe arzumuz, her yazma eserimizin en güzel şekilde muhafaza edilmesi, tasnif edilmesi, araştırmacıların hizmetine açılmasıdır. Devletin bu alanda üzerine düşeni yapması, tarihi bir borçtur.
Fakat Yanlış Yerden Başlamak
Ne var ki, söz konusu yönetmelik, bu haklı gayeyi gerçekleştirmek yerine, bambaşka sorunlar doğuracak bir içerikle kaleme alınmıştır. Yönetmelik, 1928 öncesi tüm basma eserler ile yazmaları, şahsi kütüphanelerde bulunduranların tescil ettirmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu durum, birkaç temel sebeple ciddi sıkıntılar barındırmaktadır:
1. İmkânsız bir yükümlülük:
Ülkemizde binlerce akademisyen, yazar, okur ve koleksiyoncu, 1928 öncesi kitaplara sahiptir. Her birinin kütüphanesindeki yüzlerce, binlerce kitabı tek tek tescil ettirmesi mümkün değildir. Bu durum, uygulanabilirliği olmayan bir yükümlülük getirmektedir.
2. Psikolojik baskı:
Bir yazarın, bir akademisyenin, bir sahafın kitap dolayısıyla “tespit ve tescil” baskısı altında kalması, onu potansiyel suçlu gibi hissettirecektir. Kitap, bilgi kaynağı olmaktan çıkacak; endişe vesilesi olacaktır.
3. Sivil kültür hayatının çöküşü:
Asırlardır kitapların yaşamasını sağlayan en önemli damar, sahaflık ve özel kütüphanelerdir. Bu yönetmelik, sahaflık müessesesini tarihe karıştıracak, özel koleksiyonları merdiven altına itecek ve nadir eserlerin yurtdışına kaçırılmasına sebep olacaktır.
4. Mülkiyet hakkı ve kültürel serbesti:
Devletin görevi, elinde bulunan hazineleri korumaktır. Henüz kendi depolarında tasnif edilmemiş, korunamayan yüzbinlerce kitabı olan bir kurumun, şahısların mülkiyetine bu derece müdahale etmesi kabul edilemez.
Tarihten Ders Almak
Tarihimiz, bize şu gerçeği öğretmiştir: Kitaba, kelama, kültüre yasak koymak, baskı kurmak, sahip çıkmak yerine onu korku nesnesine dönüştürmek, millet hafızasında kapanmaz yaralar açar. Tek parti döneminde yaşanan Kur’an yasağı, ezanın susturulması, binlerce elyazması Kur’an’ın toprağa gömülmesi, hâlâ hafızalarımızda acı bir iz olarak durmaktadır.
Bugün aynı yanlışa farklı bir biçimde düşmek, kendi elimizle medeniyet hafızamıza zarar vermek anlamına gelecektir.
TYB’nin Görüşü ve Teklifi
Türkiye Yazarlar Birliği olarak biz, şunları teklif ediyoruz:
* Yazma ve nadir eserlerin korunması için daha tanımlı, uygulanabilir ve istişareye dayalı bir düzenleme yapılmalıdır.
* Akademisyenler, sahaflar, koleksiyonerler ve kültür kurumlarıyla geniş bir müzakere süreci işletilmelidir.
* Devletin ilk görevi, kendi kütüphanelerindeki yüzbinlerce eseri tasnif edip korumak olmalıdır.
* Şahsi kütüphaneleri zan altında bırakan değil, onları teşvik eden, destekleyen bir politika izlenmelidir.
Sonuç olarak kitap, milletlerin ortak vicdanıdır. Yazma eserlerimiz, bize sadece bilgi değil, aynı zamanda ruh, medeniyet ve kimlik kazandırır. Onları korumak elbette görevimizdir. Ancak bu koruma, baskıyla, mülkiyet hakkını ihlal ederek değil; teşvik, işbirliği ve ortak irade ile olmalıdır.
Devletin kütüphanelerinde tasnif edilmeyi bekleyen hazineler varken, sivil kültür hayatını baskılamak değil; onunla el ele verip güçlendirmek gerekir.
Kültür Bakanlığımızın bu yönetmeliği yeniden gözden geçireceğine, ortak akılla, kitap dostlarını da sürece dahil ederek daha sağlıklı bir düzenleme yapacağına inanıyoruz.
Çünkü kitap güvenin limanı ve umudun kaynağıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.