Millî Mücadele’de İlk Kurşun, Dörtyol’un Direniş Hafızası ve Adana ile Hatay’ın Bilinmeyen Tarihi Rolleri
Musa Kazım Arıcan
TYB Genel Başkanı
Karakese/Dörtyol/Hatay
Memleketime ilişkin bu yazı, “Köklerden ve Değerlerden Dirilişe: Millî Mücadelenin Şahlandığı, Millî Direnişin Alevlendiği Hatay Dörtyol Karakese” başlıklı yazımdan sonra kaleme aldığım ikinci yazı olacaktır. Burada, Karakese/Dörtyol/Hatay/Adana’ya dair bazı detayları satır başlarıyla dile getirmeye çalışacağım. Aslında bunlar, uzun uzun yazılması gereken; fakat Türkiye’de kamuoyunun pek de bilmediği hususlardır.
Söz gelişi, Dörtyol ve civarı tarihin en önemli dönüm noktalarına tanıklık etmiştir. Dörtyol, Payas ve Erzin sahil şeridinde, İsos harabelerinin bulunduğu muhitte, tarihin en büyük meydan muharebelerinden biri gerçekleşmiştir: Makedonya Kralı Büyük İskender ile Pers İmparatoru Darius arasındaki meşhur savaş.
Minnet ve Aidiyet
Karakese’nin bağrından çıkmış bir akademisyen ve toplum hayatına emek vermeye çalışan bir kültür insanı olarak, memleketimin kaderine düşmüş tarihî bir anın şahitliğini minnetle hatırlamak isterim. Bu hatırlama, yalnızca bir akademik ödev veya tarihî bir tespit değildir; aynı zamanda vatan, bellek ve insan şeref ve haysiyeti adına kaleme alınmış bir vicdan borcudur.
Çünkü 19 Aralık 1918’de Dörtyol’un Karakese Köyü’nde sıkılan bir kurşun, yalnızca işgalciye yöneltilmiş bir mermi değil; tarihin seyrine yön vermiş bir hakikat işaretiydi.
Tarihî Olay: 19 Aralık 1918, Karakese ve Dörtyol
Mondros Mütarekesi’yle beraber Anadolu’da işgal rüzgârları eserken, Güney’in sahil köylerinde Fransız işgal birlikleri ve onların destekçileri halkı baskı altına almaya başlamıştı. Bu işgalin ilk hedeflerinden biri Dörtyol olmuş; Amanosların eteğinde, Akdeniz’e ve Dörtyol Körfezi’ne nazır Karakese Köyü de zulmün gölgesine düşmüştü.
İşte böyle bir anda, Mehmet Çavuş (Mehmet Kara), elindeki basit silahla işgalciye ilk kurşunu sıkarak tarihe geçti. Genelkurmay ATASE arşivlerinde onaylanan bu tarih, 19 Aralık 1918, Millî Mücadele’nin ilk fiilî direnişi olarak kayda geçti. Bu kurşun, Dörtyol’dan Anadolu’ya yayılan bir bağımsızlık haykırışıydı.
Tarih, Hafıza ve Revizyon
Millî Mücadele literatüründe genellikle 15 Mayıs 1919’da İzmir’de Hasan Tahsin’in attığı kurşun “ilk” olarak anılsa da, arşiv belgeleri ve yerel hafızanın güçlü tanıklıkları bu algıyı değiştirmiştir. Karakese’nin öncülüğü, yerel belleğin ulusal tarihe eklemlenmesini sağlamış, “resmî tarih”in yeniden yazılmasında rol oynamıştır.
Burada önemli olan yalnızca bir “öncelik” meselesi değildir; asıl mesele, Anadolu’nun her köşesinde yeşeren direniş tohumlarının eşzamanlılığını ve çeşitliliğini fark etmektir. Akademik çalışmalar, Dörtyol-Karakese olayının yalnızca tarihî bir kayıt değil; aynı zamanda bir “hafıza politikası” olduğunu da göstermektedir.
Bir Beldenin Sessiz Destanı
Hayal edelim: 1918’in Aralık ayı… Kışın ayazında, portakal bahçelerinin arasında emeğinin peşinde yorgun köylüler, işgalin ağır gölgesiyle baş başadır. Birden sessizliği yaran bir tabanca sesi duyulur. Bu ses, dağlara, denize ve ovaya yankılanır. Sanki Torosların etekleri, Çukurova’nın ve Amik Ovası’nın bereketli toprakları bu sese cevap verir.
Maraş’ta Sütçü İmam hadisesinin benzeri, daha önce burada, Özerli Köyü’nde yaşanmıştır.
Mehmet Çavuş’un kurşunu, yalnızca bir mermi değil; bir beldenin şerefi, bir milletin uyanışıdır. Sessiz, sıradan görünen Karakese, bir anda tarihin eşiğine dönüşmüştür. Köyün girişleri taşlarla, ağaçlarla ve bariyerlerle kapatılır. Düzenli bir birlik ile gelen Fransız askerlerine Karakese köylüleri, ellerinde ne varsa –tüfek, tabanca, kazma, kürek– onlarla direnirler.
Dağlardaki mücahitler yetişene kadar köy halkı silahlarını ateşlemiş, ilk kurşunları sıkmış; on beş civarında Fransız askerini köyün girişinde bertaraf etmişlerdir. Böylece Millî Direniş’in ilk kıvılcımıyla, Millî Mücadele’nin şahlanışının ilk ateşini yakmışlardır.
Edebiyatın diliyle ifade etmek gerekirse, bu kurşun “karanlığa atılmış bir şimşek”tir; bir destanın giriş cümlesi, bir romanın ilk paragrafı, bir şiirin ilk mısrasıdır.
İlk Olmanın Ontolojisi
“İlk kurşun”, yalnızca kronolojik bir önceliğe işaret etmez. Felsefî olarak o an, “varoluşun sorumluluğu”nu temsil eder.
• Birey ve Toplum: Mehmet Çavuş’un kurşunu, bireysel bir cesaret eylemi olsa da, arkasında bütün bir köyün kahramanlığı, sessiz rızası ve onayı vardır. Burada birey, topluluğun kaderini üstlenir; topluluk da bireye anlam katar.
• Hakikat ve Anlatı: Farklı bölgeler “ilk kurşun” anlatısını sahiplenmiştir. Bu çeşitlilik, tarihî hakikatin çoğulluğunu gösterir. Fakat belgeler ve tanıklık, Karakese’nin önemini pekiştirir. Böylece “hakikat”, yalnızca tarih kitaplarında değil, aynı zamanda bir köyün belleğinde yaşamaya devam eder.
• Direnişin Felsefesi: Direniş, çoğu kez büyük ordulardan değil, küçük köylerin iradesinden doğar. Karakese’nin kurşunu, “insan özgürlüğü”nün metafizik boyutuna işaret eder: Şeref ve haysiyet ihlal edildiğinde, direniş bir “ahlakî zorunluluk” hâlini alır.
Dörtyol, Atatürk’ün Sevgisi ve Dörtyol’daki Akrabaları
Gazi Mustafa Kemal Atatürk de, Millî Müdafaa için gösterilen bu şanlı direniş sebebiyle Dörtyol halkını her daim büyük bir takdir ve tazimle anmıştır. En yakın akrabalarını da hem bu yöre halkının vatanperverliği hem de bu coğrafyanın, Evlad-ı Fâtihân ata toprakları Selanik’e çok benzemesi sebebiyle buraya yerleşmelerinden memnuniyet duymuştur.
Kız kardeşi Latife Hanım uzun süre Dörtyol’da ikamet etmiştir. Kendi öz teyzemin kayınpederi, Atatürk’ün dayısı Hasan Efendi’nin oğlu Abdurrahman Efendi, Dörtyol tren istasyonunda şef olarak görev yapmıştır. Onun da evlatları ve torunları Dörtyol ve İskenderun civarında yaşamaktadır. Teyze çocukları ve Atatürk’ün yakın akrabaları hâlen bu memlekettedir.
Atatürk’ün yadigârları olan bu akrabaları, “Aldırma” ve “Atadan” soyadlarıyla Dörtyol ve İskenderun civarında mütevazı bir şekilde hayatlarını sürdürmektedirler.
Öte yandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Hatay’ın Anavatana katılması çabaları dolayısıyla defalarca Dörtyol’a gelmiş, mücadele merkezini bizzat burada kurmuş ve zaman zaman burada misafir olmuştur. Bu vesileyle şu hususun altını çizmek isterim ki, Hatay’ın Anavatana katılması konusunda Dörtyol’un yeri ve önemi üzerine özellikle müstakil bir çalışma yapılması zaruridir.
Ayrıca yörenin doğal güzellikleri ve Dörtyol halkının samimi muhabbeti sebebiyle Atatürk, “Benim sadık dostlarım Dörtyol’dadır” ve “Emekli olup buraya yerleşmek isterim” gibi ifadelerle bölgeye hususi iltifatlarda bulunmuştur.
Mehmet Akif Ersoy, Hatay ve Adana Günleri
Millî Mücadelenin manevi cephesinde büyük fedakârlıklar gösteren Mehmet Akif, Cumhuriyetin kurulmasından bir süre sonra uzunca yıllar bulunduğu Mısır’dayken bir süre Hatay’a gelir. Henüz Anavatana katılmayan Hatay üzerine önemli gözlemlerde bulunur. Ziyaretler ve önemli ev sohbetleri gerçekleştirilir.
Prenses Emine Abbas Halim’e yazdığı 26 Eylül 1935 tarihli mektupta Antakya ve Antakyalılar için duygu ve düşüncelerini şu satırlarla ifade etmiştir:
“…Antakya şehri sırtını Habibü-Neccar Dağı’na vermiş, ayaklarını Asi Nehri’ne uzatmış, gözlerini de karşıki Toros cibaline dikmiş, ağaçlık, bahçelik, zeytinlik, bağlık, sulak, yemyeşil bir Türk yurdu. Değersiz eserleri dolayısıyla fakire gıyaben aşina çıkan ahali, fevc fevc ziyaretime geldiler, davet davet alıp dağlara, bahçelere, bağlara götürdüler. Hele konağına indiğim Cemil Bey, ev sahipliğini bendenize devrederek mahcup bir misafir gibi kendisi bir köşeye büzüldü. Aşçılar, hizmetçiler bütün emirleri bendenizden telakki eder, asıl beylerine hiçbir şey sormaz oldular! Asalet mutlaka kendini gösteriyor; asil adam ne kadar düşse, yine sağlam bir tarafı kalıyor…”
Bu dönemde Akif, Hatay için şu mısraları kaleme alır:
Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm,
Gördüm de hazanında şu cennet gibi yurdu,
Gül devrini görseydim onun bülbül olurdum,
Yârab! Beni evvel getireydin nolurdu?
Bir anlamda Hatay’ın Anavatana katılması için Akif stratejiler geliştirir. Atatürk’ün Hatay davası için Dörtyol’a kadar geldiği yıllarda, Akif de Millî Mücadele’de Atatürk’le Ankara’da olduğu gibi Hatay’ın Millî Mücadelesi için bizzat Antakya’dan, Hatay’ın Anavatana katılması mücadelesini –birisi Hatay’ın dışından, diğeri Hatay’ın içinden– el birliğiyle yürütürler.
Sonuç, önce bağımsızlık, sonra Anavatana katılış… Tıpkı Akif’in dediği gibi:
“Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın / Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın…”
Akif’in ne yazık ki ne Adana ne de Hatay günleri yeteri kadar biliniyor. Baytar Mektebi’ni bitirdikten sonraki İstanbul ve civarından sonraki Akif’in Anadolu’daki ilk görev yeri Adana’dır. Osmanlı’nın son dönemlerinde orduya at seçmek için Adana ve civarı ile Hatay, Halep ve Şam yılları hayatının en önemli günleridir.
Seyhan kenarında şiir okumaları ve felsefî sohbetler gerçekleştirir. Şiirler yazar ve şiir hayatının yönü burada şekillenir. Şahsiyetinin oluşumunda mühim kişiler dolayısıyla önemli bir rol oynar Adana. Adana’yı ve Adanalıları çok sever. Civanmert, cesur ve cömert insanlar olarak tanımlar.
Aradan uzun yıllar sonra doğan bir kız torunu için Türkçe bir isim isterler kendisinden: Seyhan koyar adını. Çok beğenilmesini memnuniyetle karşılar. Tüm bu hususları mektuplaşmalarından okumaktayız.
Hem Adana hem de Hatay günleri Akif’in pek bilinmemektedir. Bu vesileyle TBMM Başkanımız Prof. Dr. Numan Kurtulmuş Beyefendi’nin himayelerinde, 12 Mart 2025’te Birinci Meclis’te açılışını gerçekleştirdiğimiz “Dört Mekân Dört Şehir Dört Akif” (Adana, Hatay, Burdur ve Ankara) Bilgi Şöleni’nde Akif’in pek fazla bilinmeyen ve üzerinde durulmayan Adana ve Hatay günleri üzerine önemli paneller gerçekleştirilmişti. İnşallah yakında bu çalışmamız kitaplaşacaktır.
Belleğin ve Minnetin İzinde
Bugün, Karakese’den çıkan bir akademisyen ve kültür insanı olarak, sıla özlemiyle yıllık izin vesilesiyle geldiğim; sılayırahim amacıyla bulunduğum baba ocağında, ana yurdumda kaleme aldığım bu satırlar, bir tarihî hakikatin, bir edebî yankının ve bir felsefî derinliğin harmanıdır.
Millî direniş yalnızca silahla başlamaz; bellekle, aidiyetle ve insan iradesiyle başlar. O gün Karakese’nin kalbinde, dağlarında ve ovalarında yankılanan o ilk kurşun, bugün bizlere şu mesajı vermektedir:
• “Vatanı sevmek, yalnızca sahip olmak değil; onun için ilk adımı atmaya cesaret etmektir.”
• “Vatanperverlik, gece gündüz, amasız fakatsız, çıkarsız menfaatsiz, sırılsıklam çalışmaktır.”
• “Vatan ve kutsal değerler için samimi ve mütevazı bir kurşun ve direniş, bir millete kocaman bir vatan toprağı armağan edebileceği gibi; vatan, millet ve mukaddesat için mütevazı çabalar ve küçük adımlar, hiç beklenmedik bir şekilde büyük ve değerli sonuçlar doğurabilir.”
.jpg)
.jpg)
.jpg)
-002.jpg)



Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.