• İstanbul 19 °C
  • Ankara 26 °C

D. Mehmet Doğan: Ahilikteki iktisadî yapı üretim ve paylaşma esasına dayanıyordu

D. Mehmet Doğan: Ahilikteki iktisadî yapı üretim ve paylaşma esasına dayanıyordu

 

Türkiye Yazarlar Birliği, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Hamilik Okulu Vakfı, OSTİM Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Sanayi ve Ticaret Merkezi iş birliği ile düzenlenen “Ahilik Şûrası”nın açılış dersinde Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet DOĞAN konuştu.

TYB Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Kurt’un yönettiği açılış dersinde D. Mehmet Doğan, ın Ankara’nın ruhu: Ahîlik başlıklı konuşmasının tam metnini yayınlıyoruz.

Ankara’nın ruhu: Ahîlik

Ahî “kardeş/kardeşim” demek...Ahilik ise ahlâk temelli bir kardeşleşme teşkilatı.

Bu yapmanın, üretmenin ve paylaşmanın kardeşliği...Durağan değil, hareket halinde, iradî, gönüllü bir kardeşlik. Yapmak, işlemek, üretmek...hüner sahibi olmak, bunu yaparken “ben”i aşıp “gayrı”ya uzanmak, halkın rızası ile Hakk’ın rızasını birlikte kazanmak ve böylece içinde yaşadığı cemiyeti tahakküm etmeden, kendiliğinden yönetmek...

Yönetilerek yönetmek, idare ederek idare edilmek. Kardeşlik hukukunu içinde yaşadığı topluluğa hâkim kılmak…Kârın, menfaatin, çıkarın olduğu yerde, kardeşlik hukukunu çiğnetmemek. Helâli gözetip haramı hiçe saymak. Elinin emeği ile kazandıklarını kardeşleriyle bölüşmek ve başkalarına ikram etmek. Fedakârlığı, feragatı, dayanışmayı ilişkilerin temeline yerleştirmek, hayat düsturu hâline getirmek...Kısacası ideali gerçek yapmak...

Bir kardeşleşme teşkilatı olan ahiliğin merkezi, eskiden Ankara vilayeti sınırları içinde bir sancak olan Kırşehir olarak bilinir. Anadolu ahiliğinin kurucusu Nasîrüddin Mahmud’un, yani Ahî Evran’in kabri oradadır...Ahiliğin toprağına, taşına, havasına en fazla nüfuz ettiği yer ise hiç şüphesiz Ankara şehridir. Ankara merkezinde “ahî” adı geçen yer, mahalle, cami, medrese...vb. yapılara çok sık rastlanır.

Ahî Çelebi (Ahî Yakub), Ahî Tura, Ahî Elvan, Ahî Hacı Murad, Ahî Kiçibey, Ahî Arap mahalleri.  

Yeşil Ahî Medresesi (kaybolmuş), Yeşil Ahi Camii, Ahi Elvan Camii, Ahi Şerafeddin Camii, Ahi Yakub Mescidi.

Şehir merkezi dışında ahî büyüklerinin adını taşıyan mahaller de şimdi şehrin merkezine dâhil olmuştur. “Ahî Mes’ut” bunlardan biridir. 

“Ahiyanı Rum” yani “Anadolu ahileri”... Anadolu merkezli devletin temel taşlarından, yapıcı, kurucu unsurlarındandır. Fakat öyle Anadolu’da ortaya çıkmış, tamamen Türklere mahsus bir kurum da değildir, ahilik. Fütüvvet birliklerini, ilk olarak Abbasî halifesi Nâsır-Lidinillah devlet için aktif hale getirmiştir. Tam da Moğol istilası öncesinde, 13. Yüzyılın başlarında... Fütüvvet, “gençlik, delikanlılık, mertlik, yiğitlik, cömertlik, fedakârlık, mürüvvet, yardımseverlik” demek. Bu esaslar üzerine kurulmuş bir teşkilâttır, dinî mahiyette esnaf birlikleri de bu adla anılmıştır.

Anadolu Selçuklu hükümdarı 1. Gıyaseddin Keyhüsrev hocası, Sadreddin Konevî’nin babası Mecdüddin İshak’ı bu sıralarda Bağdat’a elçi olarak göndermiştir. Mecdüddin İshak halifenin şehrinden eli boş dönmez. Muhyiddin Arabî, Evhadüddîn-i Kirmânî ve Hoylu Nasîrüddin Mahmud gibi büyük mutasavvıfları Halife Nâsır, onunla birlikte Anadolu’ya yollamıştır. Keykavus, bu uluların irşad faaliyetleri için çok sayıda tekke ve zaviye yaptırır. Kendisi de fütüvvet teşkilatına dâhil olur. I. Alâeddin Keykubad zamanında Halife Nâsır ünlü mutasavvıf Şehâbeddin Sühreverdî’yi de Anadolu’ya gönderir.

Moğol istilasına karşı Anadolu’nun bünyevî mukavemetinin tohumları böylece atılır. Hoylu Şeyh Nasîrüddin Mahmud, daha sonra Ahî Evran olarak bu toprakların hafızasına kazınacak büyük bir şahsiyettir. Anadolu/Rum ahiliğinin kuruculuğu şerefi onundur. “Uluğ” Alâeddin Keykubad bu oluşumun büyük destekçilerindendir. Bir taraftan tekkelerde şeyh-mürid ilişkileri, diğer taraftan esnaf arasında usta, kalfa ve çırak münasebetleri güçlü bir dinî arkaplanla desteklenir. Dolayısıyla ahlâkî ilkelere dayanan sağlam bir iktisadî ve sosyal yapı inşaa edilir. Moğol istilasının hasarlarını en aza indirecek maddî ve manevî yapılanma böylece meydana gelmiştir.

Ahilik sadece şehirlerde değil kır kesiminde de yaygınlaşır. Ülkenin şiddetli bir otorite buhranı içine düştüğü devirde ahiler iktisadî ve sosyal bünyeyi onarmakla kalmaz, gerektiğinde siyasî faaliyetlerde bulunur; merkezî otoritenin zaafa uğradığı kargaşalık dönemlerinde siyasî ve askerî bir güç olarak da rol üstlenir.

Ahilik devlet dışında sivil bir kurumlaşma olarak rol üstlenirken, aynı zamanda üretim ve dağıtım süreçlerini düzenleyerek, sistemi ayakta tutuyordu. Meslek erbabının çıraklık, kalfalık, ustalık aşamalarının belirlenmesi ahiliğin çizdiği çerçeve içinde oluyordu. Bu aynı zamanda tam mânasıyla bir talim ve terbiye, yetişme süreci idi.

Anadolu beylikleri ve Ankara

Selçuklunun yıkılışa yaklaştığı dönemde, şehirlerin hayatında sağaltıcı sorumluluklar alan ahilik, Ankara’da daha öteye geçti ve şehrin idaresini kendiliğinden üstlendi.

Kösedağ mağlubiyetinden sonra, Selçuklu merkezi, uç beylerine bir manada muhtariyet tanıdı. Onlar da İlhanlı işgali üzerine muhtariyetlerini genişlettiler, Anadolu’da böylece otorite boşluğunu telafi etmeye çalıştılar. Anadolu Selçuklu Devleti sona erince de müstakil beyler olarak memleketlerini yönettiler. Ankara bir istisnadır ve burada hâkimiyeti ahiler üstlenmiştir.

Ahiler (Ahiyan-ı rum) ve dervişler (Abdalan-ı rum), bunlara Anadolu bacıları (Bacıyan-ı rum) da eklenebilir, İlhanlı işgali ve sonrasında Anadolu’da çökmüş olan devlet otoritesinin boşluğunu güçlü bir inanç arkaplanına sahip olarak gönüllülük esasında doldurmuş ve halkın her şeye rağmen ayakta kalmasını sağlamıştır.

Osmanlı Beyliği ve ahilik

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ahiliğin oynadığı yapıcı rol asla ihmal edilemez. İlk Osmanlı padişahlarının ve vezirlerinin ekseriyetinin ahî teşkilâtına mensup oldukları, ilk padişahların ahî teşkilatının desteğini alarak beğlik ettikleri bilinmez değildir.  Osman Bey, bir yeri fethettiğinde nasıl teşkilatlanılacağını, nasıl idare edilmesi gerektiğini ahilere ve fakihlere danışırdı. 

Orhan Gazi döneminde, 14. Asrın ortalarında, Anadolu’yu dolaşan Mağripli seyyah İbn Battûta, ahî birliklerinin Anadolu sehirlerinde oynadığı müsbet rolü canlı levhalar hâlinde tasvir eder. Ahiler şehirlerde ve köylerde yerleşik türkmenlerdir, bunlar iktisadî rolleri yanında, halkın talim ve terbiyesi ile de ilgilenirler. Bir şehirde hükümdar, yönetici bulunmadığında yönetimi ahiler üstlenir, bu geçiş devrinin sarsıntısız atlatılmasını sağlarlar.

Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu kitabında, ahiliğin bu devirde oynadığı müstesna rolü şöyle açıklıyor:

“Devlet idaresi inhilal ettiği, anarşi baş gösterdiği zamanlarda, yani intikal devrelerinde, ellerindeki teşkilata istinad eden ahiler yani fütüvvet reisleri şehirlerin idaresini ellerine alıyorlar ve eski idareden yeni idareye geçişin şehir için büyük bir sarsıntıya meydan vermemesine çalışıyorlardı. Böyle bir teşkilatın, hele anarşi devrelerinde, nasıl bir kuvvet ve lüzum kazanacağı meydandadır.”

Ahilerin bilhassa 13. asırdan 15 yüzyıl ortalarına kadar Türkiye’nin iktisadî ve sosyal hayatında müstesna bir bir rol oynamışlardır. Ahiyan-ı Rum (Anadolu ahileri)’nin geniş temsil gücü ile Osmanlı Beyliği’nin devlete dönüşmesinde mühim hizmeti olduğu görülmektedir. Osman Gazi’nin, bir ahî olan şeyh Edebali’nin kızı ile evlenmesi de bu çerçevede değerlendirilmektedir. Sultan 1. Murad’ın ahîliğe intisab ettiği, “şed kuşandığı” ve “şed kuşandırdığı” bilinmektedir.

Ahilik ve Anadolu’nun iktisadi yapısı

Ahiliğin desteklediği iktisadî yapı, ihtiyaca göre üretim ve paylaşma esasına dayanıyordu. Meslekî ehliyet ve liyakat esastı. En dürüst, saygıdeğer ve belli bir yaşın üstünde bulunan usta teşkilâtın reisi oluyor ona “ahî” olarak hitab ediliyordu. Esnaf arasındaki düzeni sağlayan, yiğitbaşı veya server denilen bir ikinci reis de olurdu. Şehirlerde meslek gruplarının başı olan ahîlerden biri bütün esnafın reisi olur ve ona “ahî baba” denirdi.

Ahiliğin nizamnamesi, tüzüğü mesabesinde olan fütüvvetnâmelerde teşkilat mensuplarının vefa, doğruluk, emniyet, cömertlik, tevazu gibi vasıflara sahip olması şart koşulmaktaydı. İçki içmek, zina etmek, yalan, gıybet, hile meslekten atılma sebebi olarak kabul edilirdi. Böylesine sağlam esaslara dayanan ahilik kültürü, kurum olarak ortadan kalktıktan sonra da iktisadî ve ticarî hayatta sağlam prensipleriyle müessir olmaya devam etti.

Ahiliği hiçbir şekilde mahallî bir çerçeveye hapsetmek doğru olmaz. Bütün Anadolu’ya, hatta Osmanlı coğrafyasına şâmil bir kurum olduğu, buralardan yetişen ve adında “ahî” bulunan şahsiyetlere ve yer adlarına bakılarak kolaylıkla anlaşılabilir.

Rumelinin fethi ve ahilik

Rumeli Abdalan-ı Rum ve Ahiyanı Rum eliyle kazanıldı, vatanlaştırıldı. Fetih hareketleri onlar olmasa idi, ömürsüz ve sonuçsuz kalabilirdi. Onların örnekliği, meydana getirdiği yaşama çevresi, maddî fethi manevî fethe tahvil etti.

Ahî zaviyeleri, yolculara zor yol şartlarında destek olur, çevredeki mescid ve camilerin ibadete açık kalmasını sağlar, tahsil ve terbiye kurumlarına vücut vererek bir yetiştirme düzeni oluştururdu. Burada gösterilen örnek yaşayış ahalinin Osmanlı sistemine güvenini pekiştirirdi. Osmanlı hükümdarları da ahilerin bu hizmetlerini boşta bırakmaz, gelir elde edebilecekleri araziler tahsis eder, zaviyeler yapardı. Böylece ahi zaviyelerinin etrafından yeni yerleşme merkezleri teşekkül ederdi. Buralara Aanadolu’dan göçen aileler iskan edildiği gibi, mahallinden Hırıstiyan unsurlar da yerleşirdi. Zaviyelere tahsis edilen arazilerden elde edilen gelirler, şahıslar için değil, yolcuların güvenliğini sağlamak yanında ulaşım ve taşıma gibi hizmetlerde kullanılırdı. Gönüllü bir kurum, böylece devletin yapmak istediği işlerin, bürokrasiye boğulmadan ve baskıya yol açmadan gerçekleşmesini sağlardı.

Ahilerin çeşitli mesleklere mensup olması, fethedilen yerlerde bu meslekleri icra etmeleri, iktisadi hayatın gelişmesine yol açardı. Ahi Evran’ın namı Rumeli’de de saygı ile anılırdı. O debbağların efsanevi piri idi. Sanat ve ticaret ahiliğin prensipleri çerçevesinde yürütülürdü. Ahilik böylece iktisadî-sosyal hayatı tanzim ederken, manevî hayatın gelişmesine de hizmet eder, gerektiğinde siyasi-idari alanda da varlığını hissettirirdi. Ahî Evran Zaviyesi şeyhleri, Osmanlı Devleti’nin en batı bölgelerinde bulunan Saraybosna gibi şehir ve kasabalarda esnaf teşkilâtlarının düzenlediği ustalık, duacı, ahî baba, kethüda ve yiğitbaşıların tayin merasimlerine katılırlar, adeta bu yaygın teşkilatın mahalli kurumlarını teftiş ederlerdi.

Ahiler, zorla müslümanlaştırma yoluna başvurmaksızın, güzel örnek teşkil ederek, bulundukları yerleri imar ederek ve ayırım yapmadan hizmetlerini sürdürerek yerli ahalinin Müslümanlığa yaklaşmasını zemin hazırlardı. Ahilerin yapıcı üretici faaliyetleri, iktisadi hayatı canlandırır, kır ekonomisi yerine kasaba, şehir iktisadının, zenaat ve ticaret üzerine yükselmesini sağlardı.

Rumeli’nin fethi ve İslamlaşması, tekkeler ve ahîlerin müstesna rolleri bilinmezse, tam olarak anlaşılamaz. Gayri âdil yerleşik yapının karşısında gönüllü bir hareketin sosyal adâlet modeli ortaya koymaları, maddi fethi manevi fetihle, halkın gönlü kazanarak tamamlamıştır.

Ankara ahileri

Yıldırım Bayezid zamanında Ankara ahileri yönetime karşı hak mücadelesi vermek için bayrak kaldırır. Bütün dükkânlar kapatılır, yirmi gün kadar şehir onların kontrolü altındadır. Haklarının tanınması, isteklerinin kabulü üzerine sükûnetle işlerinin başına dönerler.

Ankara çarşısının merkezi konumundaki Atpazarı ve Koyunpazarı ahiliğin en fazla görünür olduğu bölgedir. Ahiler, şehri sur dışında yapılandırarak genişletirken, abidevî yapılarla da zenginleştirirler. Bu yapılar içinde merkezî yer, Ahî Şerafeddin-Arslanhane camiinindir.

Atpazarı yokuşunda hayli eğimli bir araziye yapılmış olan dıştan taş duvarlı, içten ahşap direkli ve örtülü camii, eski Ankara’nın en büyük ibadethanesi, bir anlamda ulucamiidir. Üç kapısının her biri farklı bir râkımda (kotda)dır. Dönemin ahî babası tarafından yaptırılan camiin kuzeyinde zaviye ve Ahî Şerefeddin’in türbesi vardır. Ahilere ait merasimlerin bu camiin önünde icra edildiği bilinmektedir. Cami, Ahî Hüsameddin ve kardeşi tarafından yaptırılmaya başlanmış ve Ahi Şerafeddin tarafından tamamlanmış olmalıdır. Halkın “Arslanhane Camii” olarak adlandırması, camiin kuzeyindeki zaviyenin duvarlarında bulunan devşirme arslan heykellerinden ötürüdür. Merdivenle çıkılan zaviyenin avlusunda Selcuklu kümbeti tarzında yapı Ahi Şerefeddin ve diğer ahî büyüklerinin türbesidir.

Camiin kaleye bakan taç kapısı kuzeyde ve yüksektedir. Mermer taç kapı, Selçuklu tarzı taç kapıların mütevazılarından sayılır.  Kapının solundaki yüksek minarenin kaidesi taştan, üstü tuğladan yapılmıştır. Minareye renk veren sırlı tuğlaların büyük ekseriyetinin sırrı dökülmüştür. Çeşme da Arslanhane külliyesinin önemli unsurlarından biridir.

Ahiler şehrinin ulu camisi

Ahilik bir meslek birliği. Şimdiki işçi-patron ihtilafını ortadan kaldıran hakların, imkânların bölüşülmesi esasını gözeten bir meslekî teşekkül. Neden bu teşekkül Ankara’da bu kadar güçlü oluyor? Ankara’nın sabit ve sağlam bir ekonomik zemini var: Tiftik üretimi, imalatı ve ticareti. O yüzden Ankara’da bu sabit ekonomik gücün paylaşımı üzerine ahilik teşkilatı büyük bir kuvvet halinde ortaya çıkıyor. Netice olarak Selçuklu otoritesi ortadan kalktıktan sonra Ankara ahilerin kontrolüne geçiyor. Bir nevi cumhuriyet, bir “ahi cumhuriyeti” oluşuyor.

Bütün şehirlerin büyük camilerini ya padişahlar yaptırmıştır, sultanlar yapmıştır; ya da beyler, paşalar yaptırmıştır. Ankara’nın en büyük camiini işte bu Ahi reislerinden Ahi Şerafeddin yaptırmıştır. Aslanhane Camii eski Ankara’nın en büyük camisidir. Gerçek anlamda “ulu camii”dir. Ankara gerçekten farklı bir tarih yaşamış. Tarihin bir döneminde de ahiler şehrin hâkimi olmuş. Ve onlar her işle uğraştıkları gibi, bu şehrin en büyük camisini de yapmışlar.

Bu camii ahşap direkli. Çok büyük, yüksek sütun şeklinde direkleri var. Türkistan’a gittiğimizde orada bu ahşap direkli camileri görmüştük. Hive Cuma Camii, servi şekli verilmiş 213 ahşap direği ile bir servi ormanı manzarası arz ediyordu. Bu camiin yapılışı 10. Yüzyıla kadar götürülüyor. 6 direk o dönemden kalmış. Aslanhane camii bu mimarî geleneğin bir devamı. Ve çatı kısmı da kademe kademe yükseliyor. Belki de Çin’den Türklere geçtiğini sandığımız bu mimarî, Ankara’nın merkezinde kocaman bir camii, muhteşem bir mimarî eser şeklinde ortaya çıkıyor. Şimdi o camiin mihrabına baktığımızda, çok güzel turkuaz, yani Türk mavisi-lacivert çiniler, mozaik şeklinde çiniler görüyoruz. Bu da yine Orta Asya geleneği. Ve yine o camiinin mihrabının üstünde şöyle dikkatli bir gözle bakıldığında görüyorsunuz ki kocaman bir ejderha timsali var. Yani baştan başa bir ejderha, çini mozaikle tersim edilmiş. Tabiî insan şaşırıyor. Tasvire karşı olan bir inanç varken böyle bir motif nasıl yapılır diye düşünüyorsunuz. Aslında şimdi de camilerimizde bu motif var. Yani camilerin, mihrapların üstüne baksanız böyle girinti, çıkıntı halinde bir süs göreceksiniz, bir dizi lâle motifi. Onlar sonradan öyle bir süse dönüştürülmüş, çiçeğe istihale etmiş, stilize edilmiş ejderha yani evran değil mi? Evran da Ahiliğin sembolü. Demek ki o dönemlerde hâlâ Orta Asya’dan gelen ustalar eski motifleri yapmaya devam ediyorlarmış.

Ahi Elvan ve diğer ahi camileri

Arslanhane camiinin biraz aşağısında, Koyunpazarı’nda Ahî Elvan Camii yine ahilere ait mühim yapılardandır. Elvan Mehmed Bey’in yaptırdığı camii, Arslanhane’den sonra inşa edilen yine ahşap direkli hayli büyük bir ibadethanedir. Bölgede çarşı içinde olmayan, fakat Arslanhane Camii’ne Ahi Elvan Camii kadar bir mesafede bulunan ve Ahî Şerafeddin’in babası Ahî Hüsameddin tarafından yaptırılan Yeşil Ahî Camii de yine aynı döneme mahsus bir eser olarak dikkati çeker.

Çarşılar bölgesi dışında eski Ankara’nın iki cami-mescidi ahilere mahsustur. Ahi Tuğra Mescidi ve Ahî Yakup Camii. Her iki mabed de Hacıbayram Camii civarındadır.

Ahilik mirası üzerinde yükselen bir yapı: Bayramilik

Ahîliğin meydana getirdiği bereketli zeminde bir asır sonra Ankara’da Bayramilik neşv ü nema bulur. Hacı Bayram-ı Velî’nin ünvanlarından birinin “Ahî Sultan” olması sebepsiz değildir. Elinin emeği ile geçinenlerin, sanat sahiplerinin, yapanların, üretenlerin tarikatıdır Bayramilik… Şehir, yapıcılığını Bayramilikle merkeze taşır, Anadolu merkezli devletin imparatorluğa tekamülünün altyapısını oluşturur; Ankara İstanbul’un fethinde ilân edilmemiş bir rol oynar. Gösterişten ve nümayişten kaçınma, varını gizleme, gücünü göstermeme, tahakkümden uzak durma, gerektiğinde bütün bunları harekete geçirerek milleti yaşatıcı rol üstlenme…

İstanbul’un fethi, ahilik- bayramilik ekseninde bir hareket

Müslümanlıktan sonra Türklerin kızılelması İstanbul olmuştur. Malazgirt zaferinden beş yıl sonra Kutalmış Oğlu Süleyman’ın Anadolu’daki beyliğinin merkezi olarak İznik’i seçmesi, tesadüf olmamalıdır. Burası İstanbul’un burnunun dibindedir ve bundan sonraki hamle muhtemelen İstanbul için yapılacaktır.

Anadolu Selçukluları, Haçlı seferlerinin başlamasıyla, bu hamleyi yapmak imkânından mahrum kalırlar, başkentlerini Konya’ya taşırlar. Fakat İstanbul’un fethi zihinlerden silinmemiştir, o idealden vaz geçilmemiştir. Osmanlı Beyliği’nin de Bilecik-İznik-Bursa mihverinde gelişmesini sağlaması, ardından Rumeli’ye geçmesi yine fethe yönelik hamleler olarak görülebilir. Osmanlı padişahlarının İstanbul’u muhasara konusunda kararlılıklarının timsali Yıldırım Bayezid’in Boğaz’ın Anadolu yakasında yaptırdığı Güzelce Hisar/Anadolu Hisarı’dır. Yıldırım’ın Timur karşısında Ankara mağlubiyeti, İstanbul’un fethini başka bir zamana erteler. Ve Ankara Yıldırım’dan sonra fetih fikriyatının merkezi olur. Geleneğe göre 2. Murad’a fethi tebşir eden Hacı Bayram Veli’dir. Fetih beşikteki şehzade Mehmed’le, Köse’ye, Akşemseddine müyesser olacaktır.

"Kostantiniye elbet feth olunacaktır. Onu fethedecek emir ne güzel emirdir ve o ordu ne güzel ordudur". Bu hadis metninde ni’me’l-emir ve ni’me’l-ceyş kavramları dikkati çekmektedir. Süheyl Ünver, "ni’me’l-emir’"i, "mutlu emir-kumandan" ve "ni’me’l-ceyş’"i, "mutlu asker" olarak çevirmektedir. İstanbul’un Fethinde bulunup “ni’me’l-ceyş” (mutlu asker) arasında yer alan isimlerle ilgili bir kitap yayınlayan Süheyl Ünver’in bu mühim eserinde dikkati çeken bir husus, Hacı Bayram Veli’ye ve Bayramiliğe nisbet edilen şeyh ve derviş isimleridir. Elbette başta Akşemseddin ve Akbıyık isimleri bu listede yer almaktadır. Fakat, fethin ünlü Bayramî şahsiyetleri bu ikisinden ibaret değildir. Baba Yusuf Bayramî (Hacı Bayram’ın halifelerinden ve Eyüb Ensarî’nin türbedarı, kapısının yanında gömülü), Durmuş Dede (Hacı bayram halifelerinden, Rumeli Hisarında medfun), Edhem Baba (yine Hacı Bayram halifelerinden), Ferruh Dede (Edhem Baba’nın kardeşi, o da Bayramî hulefasından). Listede Kavas Başı, Keskin Dede, Kızılca Bedreddin, Mecdüddin İsa, Şey İlahi, Yusuf Baba gibi hakkında fazla bilgi olmayan isimler yanında Molla Zeyrek gibi meşhur simalar da bulunuyor. Ünver, Molla zeyrek için “İstanbul sarılması ve alınmasında Hacı Bayram Veli namına bulunan ve zamanının değerli âlimlerinden ve ni’me’l-ceyş’tendir” ifadesini kullanıyor.

Kaynaklarda ifade edildiğine göre, Sultan Mehmed, İstanbulun fethine sadece Bayramileri davet etmiş, bayramiler de 20 bin kişilik bir derviş ordusuyla kuşatmaya katılmıştır. Bunların ne kadarının muharip olduğunu, fiilen silahla savaştığını bilmemiz mümkün değil. Fakat, Bayramî dervişlerinin fetih fikriyatını asker arasında yaydıklarını, Akşemseddin’in müjdesini coşkunlukla askere ilettiklerini, bir nevi “fetih medyası” vazifesi gördüklerini söyleyebiliriz.

Eski İstanbul’un semt isimleri ve Bayramiler

İstanbul fethedildikten sonra, belli başlı semt isimleri arasında Akşemseddin, Akbıyık ve Zeyrek gibi Bayramî büyüklerinin isimlerinin bulunması tesadüf olmamalıdır. İstanbul’da fetihten itibaren bayramî tekkeleri faaliyete geçmiş, tekkelerin kapandığında da İstanbul’da 9 bayramî tekkesi faaliyet halinde imiş.

Ankara'nın İstanbul'un fethinde oynadığı rolü anlamakta başlangıç noktası, İstanbul’un iki fatihinden bahsedilmesidir. Biri malûm ve esas, Fatih Sultan Mehmed. Fakat, buna rağmen "mânevî fatih" vakıasından bütün tarihler bahsediyor. O da Akşemseddin'dir. Akşemseddin, Osmanoğullarından 2. Murad'a İstanbul'un fethini tebşir eden Ankara'lı Hacı Bayram'ın müridi, talebesi ve emaneti tevdi ettiği halifesi olan önemli bir tarihî şahsiyet. Kimbilir bu iki şahsiyet, Ankara'daki zaviyelerinde bir taraftan kalbleri sağaltırken, insan yetiştirir, “sine çak eder”ken kısacası, Anadolu’nun iç nizamını yaparken, İstanbul'un fethiyle ilgili ne derin sohbetler ettiler, zamanlarını aşan neler konuştular…

Osmanlı devletinin kuruluşunda Abdalan-ı rumun, “gazi dervişler”in oynadıkları mühim rol çok iyi bilinmektedir. Dinî bir heyecanla ve maksatla hareket eden dervişler, bu devletin kuruluş harcında inkâr edilemez bir paya sahiptirler. Tasavvufî bir akım olan bayramilik de, Fetret devrinde ve Fetih hadisesinde çok kendine mahsus ve çok mühim bir vazife ifa etmiştir. Vazife sona erdikten, Kostantiniye kızılelmasına ulaşıldıktan sonra da şeyhler ve dervişler kendi aslî işlerine dönmüşlerdir. Fethin sembol isimlerinden Akşemseddin vaziriâzamlık dahil hiçbir resmî vazifeyi kabul etmemiş, onunla da kalmamış, tasavvufa intisab etmek isteyen Genç Fetih'i de bundan men etmiştir. Buna rağmen, bazı müellifler 2. Murat ve Fatih Mehmed'in Bayramî olduklarını yazmaktadır (E.B.Şapolyo). Bunun sembolik bir bağlılık olduğunu, her iki sultanın da bayramiyeye intisab etmedikleri, etmek istemişlerse, de men edildikleri anlaşılmaktadır.

Akşemseddin, Fetih fikriyatını, Hacı Bayramdan devralan, şeyhinin vefatından sonra da diri tutan ve yayan kişidir. Bununla kalmayıp, dâvet edildiğinde İstanbul kuşatmasına arkadaşları ve bayramî müritleriyle katılan ve netice olarak fethin mânevî cephesinin tesisinde çok mühim rolü olan bir zat. Bu önemli şahsiyet geliyor, rolünü oynuyor, kendisine teklif edilen mevki ve makamı kabul etmeyerek geldiği yere dönüp gönülleri sağaltmaya devam ediyor. Bu ahiliğin ihtiyaç olduğunda devreye girmek, gerekeni yapmak ve işler yoluna girdiğinde, kendi sahasında hizmete devam etmek şeklindeki prensibine tamamıyla uygundur.

Velhasıl, Ankara’nın tarihi doğru okunmadan, ahiliği hakkıyla bilmeden Türkiye’nin tarihini doğru okumak mümkün değildir.

Bu hükmümüz, Rumeli’nin fethi konusunda da geçerlidir.

Osmanlı merkezi, padişahları ve üst yöneticileri Rumeli’deki fetih hareketlerinde ve ele geçirilen bölgelerin yönetilmesinde ahî şeyhlerinin tecrübelerinden, yapıcılığından istifade etmişler ve Rumeli’de imar faaliyetlerinin olduğu gibi, Türkleşme-İslamlaşmasının da gönüllük esasında yürümesine sağlamışlardır. Ahîlerin faaliyet gösterdikleri yerlerde vergiden muaf tutulmuş. Onlar da elde ettikleri gelirlerle sosyal yardımlaşma ve dayanışma müesseselerine vücut vermişlerdir. Rumelide ahilik sivil devlet organizasyonu gibi faaliyetlerini yürütmüştür. Ahaliğin zamanla daha çok meslek sahasında kaldığını, bazı fonksiyonları Bayramiliğin üstlendiğini söyleyebiliriz.

Sözlerimi, ustanın talibe son nasihatı ile bitirmek istiyorum:

“Ey oğul! Evvela harama bakma. Yalan söyleme. Haram yeme. Haram giyme. Haram içme. Uluların önünden gitme. Sâbır (sabırlı) ol, hamûl (tahammüllü) ol, komadığın yere el uzatma. Emanete hıyanet etme. Fakr ile kanaat eyle. Gaafil olma, gözünü aç. Gün akşamlıdır.”

2-(1)-006.jpeg

3-(2)-004.jpeg

 

 

 

Bu haber toplam 293 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim