• İstanbul 14 °C
  • Ankara 16 °C

D. Mehmet Doğan: Ankara’ya gelmek, Hacıbayram Veli’nin huzuruna varmak!

D. Mehmet Doğan: Ankara’ya gelmek, Hacıbayram Veli’nin huzuruna varmak!
Yakın tarihle ilgili bilgilenme safhası, orta okul veya lise dönemini aşmamış olanlarla sık sık karşılaşırız ve konuşmaya başladıklarında cehaletlerinin derecesini ölçmekte zorlanırız.

Kimi fersudeleşmeş Bandırma vapuru efsanesini ballandıra ballandıra anlatır, kimi laik cumhuriyetin 19 mayısta Samsun’da kurulmaya başlandığını söyler. Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi hakkında afaki malumatla ahkâm keser. İstiklâl Harbini’ndeki mücadelemizi öve öve bitiremez de, milletimize büyük acılar yaşatan saldırganlarla 8 sene sonra neden sarmaş dolaş olunduğu konusunda bir şey söyleyemez!

Günümüzdeki sağlık hizmetlerini beğenmeyen biri Atatürk’ün sağlık devriminden uzun uzun bahsetmişti. Ona, “iyi ama Atatürk devrinde bir tane bile yeni hastahane yapılmadı” dediğimde küplere binmişti. Bana o zaman açılan yeni hastahanelerle ilgili belgeleri en kısa zamanda bulup getireceğini söyledi. Gidiş o gidiş!

Bir başkası, Atatürk devrinde eğitim-öğretimde büyük başarılar sağlandığı nutku attı. Öyleydi de, 1933’e kadar Cumhuriyet devrinde bir tek lise açılmamıştı. 1933’te Ankara’da ilk olarak İngilizce öğretim yapmak üzere Gazi Lisesi’nin açıldığını söylediğimde de aynı tepkiyle karşılaştım. 1933’e kadar bütün Türkiye’de 24 lise vardı. Abdülhamid’in açtığı bazı liseler kapatılmıştı. Vilayet merkezlerinin neredeyse üçte ikisinde lise yoktu. Öğretmen sayısı 1929’da 15 bin iken, 12 bine düşmüştü. Bu şartlarda nasıl eğitimde atılım yapılabilirdi? Cumhuriyet maarifi o yıllarda, maarif vekilinin beyanıyla okuma çağındaki nüfusun yüzde on beşine ulaşabiliyordu.

Hele öğretmen olduğu halde, diplomayı aldıktan sonra her türlü kitabı kapatmış olan birisinin Atatürk’ün öğretmenlere milletvekillerinden az maaş verilmemesi talimatından bahsetmesi gülünecek şeydi. Ona o yıllarda milletvekili maaşlarının 500 lira iken, öğretmenlere 25 ila 55 lira arasında maaş verildiğini, ilk okul öğretmenlerinin maaşlarının aylarca ödenemediğini söylediğimde benimle selâmı sabahı kesti.

Son olarak Ankara Büyükşehir Belediye başkanı da bu kafileye katılmış. Gerçi bazı uygulamalarından ipuçları elde ediliyordu. 27 Aralık nutkunda iyice cehaletini faş etmiş.

Nedense bir umutsuzluk içinde olmalı ki, “kimse umutsuzluğa kapılmasın” diyor. Umutsuz olacak bir durum yok. Cumhuriyetin 75 yılını fiilen yaşadık. En azından 65 yılını neyin ne olduğunu iyi kötü bilerek geçirdik. Öyle umutsuz günlerden geçtik ki…Mesela darbeler umutsuzluğu zirveye çıkarmıştı, bilhassa 27 Mayıs. Demokrasiyi 10 yıl bile hazmedemeyenler, milletin umutlarını sıfırlamıştı. Cumhuriyet tarihinde daha önce görülmemiş bir hamle demek olan bir dönem sona ermişti. Ankara’nın ücra bir köyünde bir yıllık vekil öğretmenliğim var (1967). Köy odalarında konuşanların ikide bir hatırlayıp bize de hatırlattıkları şuydu: Biz çarıkları Menderesle çıkardık, ayakkabı giymeye başladık! İnsanca muameleyi o zaman gördük! Halka insanca muamelenin başlangıcı için de milat işte 1950’dir. 1950 öncesini ballandırarak anlatanlar hiçbir zaman hakikatin kenarından bile geçmezler.

Son umutsuzluk, devrin cumhurbaşkanının aynı zihniyetten olduğundan şüphe olmayan başbakana anayasa kitapçığı fırlatması hadisesiyle girilen krizdi!

Gelelim başkanın konuşmasına: Mustafa Kemal’in Ankara’ya geldiği gün, 1932 yılında Cumhurbaşkanının arzusu üzerine kutlanmaya başlandı. O kutlamada her şey vardı, debdebe, tantana, şefe tabasbus ve fakat asıl karşılamadaki ruh ve karşılayıcılar arasında bulunanların mühim bir kısmı yoktu: Medrese mensupları, hocalar, tarikat şeyhleri ve dervişler…

Konuyla ilgili bir kitapçık da yazan Enver Behnan Şapolyo lisede tarih hocamdı. Bu karşılamayı ondan birkaç kere dinlemiştim.

Önce başkanı dinleyelim:

"O günkü iletişim şartlarında kendisini 35 bin kişinin karşılaması, ancak bir şuur ve vatan sevgisiyle ifade edilebilir. Bağımsızlık uğruna can vermeye geldik paşam, yedi düvele meydan okuyan yiğidi karşılamaya geldik paşam. Seni görmeye geldik paşam...

Vatan uğruna ölmeye geldik paşam. Peki fikrinizde sabit misiniz? O halde tüm Seymenler'den 3 kere tek kelime yükseliyor: 'Ant olsun, ant olsun, ant olsun.' İşte Ankara budur!”

O karşılamada 35 bin kişi var mıydı? Olabilir diyelim. Fakat asıl mühimmi bütün milleti temsil eden unsurlar vardı. Esnaf da vardı, hacı hoca da, şeyh de derviş de. Vatanın kurtulması herkesin derdi idi. Enver Behnan Millî Mücadele Tarihi isimli kitabında söyle anlatır:

“Öğleye doğru Ankara’nın meşhur tellallarından Ali Dayı gür sesiyle çarşıdan bağırarak geliyordu: Mustafa Kemal Paşa ve Yeşil Ordu geliyor! Herkes aşağı yüze insin!”

Mustafa Kemal Paşa, Padişah’ın fahrî yaveri ve bizzat onun tarafından Anadolu’ya gönderilmiş bir kumandan, ordusu da dinin son yurdunu kurtaracak mukaddes bir ordu, “Yeşil ordu”… Halk böyle bir kurtuluş idraki içinde. O yüzden benzersiz, muhteşem bir karşılama için harekete geçiliyor. “Kızılca günlerde” olduğu gibi, büyük bir seğmen alayı düzenleniyor.

Şapolyo, bunun sıkıntılı günlerde hatırlanan çok eski bir Türk âdeti olduğunu söylüyor. Seğmen kahvesinin önüne sancak dikilmiş, civar şehirlerden, köylerden gelen seğmenler burada toplanmış. Civar dediğimize bakmayın, o zaman Ankara’ya bağlı olan Yozgat’tan gelenler de var. Yağcıoğlu Fehmi Efe, Enver Behnan Hoca’ya “seğmen alayında dinî merasim vardır, mutlaka kurban kesilir” demiş. Seğmenler Hacıbayram Camii önüne gelmişler, türbenin önünde kurban kesilmiş ve dua edilmiş. Önde davul ve zurnalar, kafile yola düzülmüş. 7 yüz yaya ve 3 bin atlı seymenin hareket halinde olduğunu düşünün…

Bu kafilede sadece seğmenler mi var?

Seğmenlerin arkasında Ankara’da bulunan tarikatlara mensup dervişler; nakşiler, sadiler, rüfailer, kadiriler, mevleviler, bayramiler… kendi kıyafetleri ile yerlerini almışlar. Tabii Ankara esnafı, ahiler de mesleklerine göre, keçecisi, bakırcısı, demircisi, tiftikçisi, debbağı, sofçusu vs. vs. kendi kıyafetleriyle alaya dahil olmuşlar. Enver Behnan, rufaî dervişi Muharrem ile görüşmüş: “Topçu şeyhi efendi dervişleri topladı. Taceddin ve Hacıbayram sancaklarını aldık, şeyh o gün hepimize ateş verdi, onu yedik. Ondan sonra kudüm çalarak, hu çekerk alaya katıldık” demiş.

Esnaf ve sanatkârların arkasında mektep talebeleri sıralanmışlar, Çankaya ve Dikmen tepelerinde güzel sesli hafızlar sala ve ezan okuyorlar…

27 Aralık işte böyle bir karşılama…

Bugün bu karşılama güya canlandırılıyor! Hadi bakalım canlandırın da görelim! Şeyhler, dervişler, hacılar, hocalar, hafızlar, tarikat bayrakları…Tekbirler, tehliller, salalar, ezanlar…

Sayın başkan şunu da bilmez: Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldiğinde ilk kimi ziyaret etti?

Ben söyleyeyim: Hacı Bayram-ı Veli’yi!

Onun türbesinde dua etti. (O sırada bu türbeyi 5 yıl sonra kapatacağına aklından geçiriyor muydu acaba?)

Halk o sıralar şöyle düşünüyordu: Hacı Bayram mânevi âlemde davet etti, Padişah gönderdi, dini mübin uğruna bize de karşılamak düşer!

Bu karşılama ancak bu şekilde anlaşılabilir!

Mansur Yavaş Bey’e tavsiyemiz, bir sabah erkenden Hacıbayram Veli türbesine git, murakabeye var. Belki bazı hakikatlere agâh olabilirsin!

Bu haber toplam 633 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim