• İstanbul 19 °C
  • Ankara 26 °C

D. Mehmet Doğan: Hiç deli bayrağı açtınız mı?

D. Mehmet Doğan: Hiç deli bayrağı açtınız mı?
Akıllı olmak, usluluk…Elbette işin esası. Fakat deliliğin de hakkını yememek lâzım!

Tam âkıl olamaz âkıllar/Almayınca deliden uslu haber

Son büyük divan şairlerinden Yenişehirli Avni, Mir’at-ı Cünun adlı eserinde böyle buyuruyor. “Delilerin aynası”ndan görülen bu: Akıllılar deliden uslu haber almadan tam akıllı olamaz!

Kaç asırdır deliyiz?

Telü, teli-delü, deli…Kök “tel”, yumuşayıp “del” olmuş: Tel-mek/del-mek. Teli/deli bu durumda delen, delici olmalı…Olağanın dışına çıkan, azan, yırtıcı, başıboş…

İlk olarak 10.asır Uygur metinlerinde rastlanıyor deli (tilwe)ye. Divanü Lügat’it-Türk’te telü şekliyle var. Demek ki deliliğimizin tarihi en az on asırlık. Tabiî divanelik ve mecnunluk dönemlerimiz de var, bu arada “deli”yi de kullanmaya devam etmişiz. Şu sıralar manyak ve psikopatız, yine de deli vazgeçilmezimiz!

Dedem Korkud’un Kitabı’nda Deli Budak, Deli Dumrul, Deli Dündar, Deli Karçar, Deli Evren karakterleri var. Peki bunlar nasıl deliler? Deli Dumrul’un köprüsü ile anlatılmak istenen bugünün de hakikati değil mi?

Deli kim? İlle de tarif edeceksek, “aklını ve şuurunu kaybeden, akıl ve şuur dengesi bozulan kimse”. Bunun bir hastalık olarak görüldüğünü, modern zamanlarda tedavisi için akıl hastahaneleri kurulduğunu biliyoruz. Neden deli hastahanesi değil de akıl hastahanesi?

Aklımız hastalanır mı?

İşte delice bir soru!

Delilik bizde tedavisine çalışılan bir hastalık olarak kabul edilirken, batıda kişinin cezalandırılmasını gereken bir cürüm olarak görülmüştür. Tarihimizde toplum içinde tutarak, meşguliyetle ve mûsıkî ile tedavi gibi usullere başvurulmuş.

Türlü çeşit deliler!

Yenişehirli Avni delilere tuttuğu aynada önce üçlü bir ayırım yapıyor: Nizam-ı âlem delisi, neme lâzım delisi, nasihat delisi. Sonra bedevî (göçebe), medenî, köylü, yiğit, süvari, zendost (zampara), kulampara, tabip, müneccim, keramet delisi, işret (içki) delisi, ekil (yiyici), hırs ve tama sahipleri, havadis delisi, geveze, inatçı, vehimli, hasud (hasedci), acul (aceleci), tembel, gazup (kızgın)…İyi ki Avni Bey kitabı tamamlayamamış, kimbilir başka hangi delilikleri listesine alırdı. Ya bugün yaşasaydı, deliler listesi kaç katına çıkardı? Biz bir kaçını sayalım: Sosyal medya delisi, otomobil delisi, televizyon delisi, futbol delisi vs.vs.

Deli akıllının zıddı mı?

Bu akıllıya verdiğimiz mânaya bağlı! Deli olağanın zıddı aynı zamanda. Norma, kaideye uygun akıllı, yani normal; uymayan deli, yani anormal! Bu durumda “delilik olmasa, akıllılık kaç para eder?” sorusunu sorabiliriz.

Ama aklın içinde olmalı baharat gibi

Bir parça delilik (Sezai Karakoç).

Batıda deliyi toplumdan tecrid eden, cezalandıran yaklaşıma karşı tavırların en keskin ifadesi Erasmus’un “Deliliğe Medhiyesi”si.  Erasmus’un Deliliğe Övgü’sünün sağlığında, yani 1500’lü yılların başında 36 latince baskısı yapılmış, tercümeleri bunun dışında. “Akıllılık övgüsü” kitabı ne kadar basılabilir?

Avrupa’da böylece deliliğin bir hastalık ve tıbbın konusu olduğu düşüncesi yaygınlaşabilmiş. İlahiyatçılar Erasmus’un kitabından rahatsız olmuşlar, Sorbonne’da sakıncalı kitaplar listesine alınmış. Erasmuş, “hayatın kendisi dahi varlığını deliliğe borçlu” diyor. Ona göre, en mutlu insanlar deliliğe en fazla yaklaşanlar. Hoşa gitmeyen gerçekler delinin dilinden dökülünce dinlenir. Gerçek bilgelik deliliktir, kendini bilge sanmak da deliliktir…

İşte ondan bir yüzyıl önce Kaygusuz Abdal’ın söylediği:

Var var ey gönül seni divane delü dirler

Bilmez işini aklı yok usdan ölü dirler

Bir şeyin zorlu, şiddetli olanına deli denir. Yabanisi, vahşisi de delidir. Hızlı büyüyen ağaç da delidir, kanı hızlı akan genç de. Delilik hor görülse de delikanlılık erdem sayılır. Bir şeyin serti, keskini de delidir, deli biber gibi. Deli gür, sık, anlamı taşır. Bir şeye aşırı derecede tutkun olana da deli deriz: Müzik delisi, kitap delisi. Cezbeye tutulan dervişe de deli denir, yani meczup. Gözüpek, korkusuz, pervasız yiğitlere de deli denilir! Delilik kâh kabına sığmamaktır, kâh sivri akıllılıktır! Akıllılar mevcudu sürdürür, deliler sıçratır.

Delibalta, delibozuk, delice, delidolu, deliduman, delifişek, delişmen… Haydi bakalım çıkın işin içinden!

Dilimizde deli ile yapılmış bir hayli deyim var. En çok dikkatimi çeken “deli bayrağı açmak.”

Deli bayrağını kim açar? Âşık olanlar!

Deliliği aşkın kapsamında görenler az değildir. İşte Fuzulî’nin dilinden delinin, yani Mecnun’un duası:

Yârab belâyı aşk ile kıl aşna beni

Bir dem belâyı aşkdan etme cüda beni!

Deli gönlümüzün niteliği: Deliler zincire vurulur!

Tasavvufta delilikle cezbe at başı gidiyor. Meczub, yani günlük hayatta deli dediğimiz kişiler muhteremdir ehli tasavvufun nezdinde.

Deliler ocağı!

Deli ne yaptığını düşünmeyendir, canını hiçe sayandır! Akıl üstü cesaret gösterendir; şeydadır, çılgındır…

Osmanlıda Deliler Ocağı var. Önce Rumeli’de kurulmuş, atlı eyalet askerlerinden oluşan bir teşkilat. 50-60 kişilik birlikleri “bayrak” olarak adlandırılıyor, kumandanlarına “delibaşı” deniliyor. Pirleri Hz. Ömer. Bu teşkilatta yer alabilmek için cesaret şart, gözü peklik mecburi; silah kullanma mahareti esas. Yılgınlık göstermek yok, sonuna kadar gidilecek. Yılgınlığa düşenler deli bayrağı taşıyamaz!

Deliler düşmanı dehşete düşürecek şekilde giyinir ve savaş sırasında akıl almaz hareketler yaparlarmış. Osmanlı yükselişinde tam kıvamında bir teşkilat, çözülme döneminde eşkıyalığa sapan deliler oluyor. Halk üzerinde tesiri büyük bu teşkilat 1927’ye kadar ismen de olsa sürmüş. Tebdil gezmek isteyen padişahların dahi bu ocağa mensup olanlar tarzında giyindikleri kaydediliyor.

Zamana uymayanlar yalnızlaşırlar ve deli addedilirler. İşte büyük hikâyecimiz Ömer Seyfeddin bu tarz bir delidir, yalnız ölmüştür. Koca yazarın cesedine sahip çıkan olmaz. Ölüsüne kadavra muamelesi yapılır, tıbbiye öğrencilerinin önüne atılır. Onun Naima Tarihi kaynaklı “Başını Vermeyen Şehid” hikâyesi unutulabilir mi? Grijgal palangasını düşmana vermemek için çılgınca çarpışan Deli Hüsrev ve Deli Mehmed şüphesiz Deliler Ocağı mensupları idi. Şövalye kargıladığı Deli Mehmed’in başını kesmek için atından iner ve hamlesini tamamlayarak elinde Mehmed’in başı atına atlar. Hadiseye şahid olan Deli Hüsrev kalkanının sallayarak avazı çıktığı kadar bağırır: “Mehmet! Canını verdin başını verme!” Mehmed’in bedeni yerden fırlar, şövalyeye yetişir ve bir vuruşta canını cehenneme gönderdikten sonra kellesini koltuğuna alarak toprağa uzanır…

Hasılı, deli unvanlı birçok şairimiz, yazarımız, idarecimiz, kumandanımız var.

Âkıl (âkil) diye, yani “akıllı” diye var mı?

İsmimizin başındaki “D” harfine dikkatinizi çekerim!

Bizim Külliye 92. Sayı 

92.-sayi-kapak-213x300.jpg

Bu haber toplam 811 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim